Habertürk'ten Fevzi Çakır'ın haberine göre, İzmir'de ikamet eden Ü.B.bir dizi suçtan cezaevine girdi. Hakkında toplam 96 yıl hapis kararı verildi. Bu süreçte ayrı yaşadığı eşinden 2011 yılında İzmir Aile Mahkemesi kararıyla eşinden boşandı. 2006 doğumlu çocuğunun velayeti ise anneye verildi.

HAFTA SONU GÖRÜŞME YAPMAK İSTEDİ
Çocuğun Ü.B. ile her ayın 1. ve 3. hafta sonları cumartesi saat 9.00'dan akşam saat 17.00'ye kadar babası ile görüştürülmesine karar verildi. Kendi cezaevinde olduğu için çocuğu, hafta sonları ailesi tarafından alınan çocuğu ile hafta içi görüşemediğini belirten Ü.B., telefonla görüşme hakkını hafta sonu kullanmak için cezaevi idaresine dilekçe verdi.



"RET" YANITI ALDI
Bu talep, Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu'nun 26 Kasım 2015 tarihli kararıyla reddedildi. Kararda, hafta sonları cezaevinde sadece nöbetçi vardiya personelinin bulunduğu, bu personelin ise sayıca yetersiz olması nedeniyle talebin karşılanmasının güvenlik sorunu teşkil edeceği belirtildi. Ü.B.'nin bu karara yaptığı itiraz da
Tekirdağ 2. İnfaz Hâkimliği'nin kararıyla reddedildi. Bu karara yapılan itiraz ise usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nce reddedildi.

AYM İHLAL KARARI VERDİ
Ü.B. bu gelişme üzerine 4 Şubat 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulundu. Başvuruyu kabul edilebilir bulan AYM, Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alman "aile hayatına saygı hakkı"nın ihlal edildiğine karar verdi. Kararın bir örneğinin aile hayatına saygı hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Tekirdağ 2. İnfaz Hâkimliği'ne gönderildi. Başvurucuya toplam 5 bin 500 TL manevi tazminat ödenmesi de kararlaştırıldı.

"MAKUL TEDBİRLER ALINMADI"
Kararın gerekçesinde; "İdarenin ve yargı mercilerinin başvurucunun özel olan ve istisna teşkil eden durumunu göz ardı etmesi, başvurucunun kızıyla kişisel ilişki ve aile bağı kurmasını ciddi ölçüde güçleştirmektedir. Bu itibarla olayda aile hayatına saygı hakkı bakımından devletten beklenen pozitif yükümlülükler çerçevesinde alınması gereken makul tedbirlerin alınmadığı, bu yönde yargısal makamlarca oluşturulan gerekçelerin de yeterli olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır" denildi.