Son zamanların en önemli gündem maddelerinden biri olan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışmalar, hız kesmeden devam ediyor.  

İlahiyatçı Yazar Ali Rıza Demircan, son dönemde cinsel yönelim’ LGBT, 18 yaş altına kadın denilmesi, aile ve toplum bozucu olduğu iddia edilen maddeleri yüzünden eleştirilmeye başlanan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili Milat Gazetesi'ne konuştu. 

Ali Rıza Demircan, verdiği röportajında çok çarpıcı sözler söyledi.

Demircan'ın verdiği röportajındaki kendisine sorulan sorulara verdiği çarpıcı cevapların bazıları şöyle:

İstanbul Sözleşmesi gündemin tartışma konularından biri. Sözleşmeyi Okudunuz mu? Nasıl değerlendiriyorsunuz?

İstanbul Sözleşmesi’ni okudum. Aslında on kadar maddede özetlenebilecek bir sözleşme. Kadına ve aile içi şiddete karşı çıkan bir sözleşme. Bu sözleşme, Hak olan Allah’a ve Onun huzurunda sorgulanacağımıza inanmayan Batı’nın ürünü. Batı’da aile yapısı çökertilmiş. Aile içinde adalet, merhamet ve fedakârlık gibi değerler yitirilmiş. Bu dünyada çıplaklık, zina, nikâh dışı birliktelik, eşcinsellik, lezbiyenlik ve alkollü içkiler meşru. Porno ve hayvanlarla ilişki bile zevk ve kazanç konusu. Eşcinsel evlilikler de yasallaştırılmış.

Yani dinen haram kılınan her şeyi mübah kılan bir proje diyebilir miyiz?

Batı ürünü olan İstanbul Sözleşmesi cebre dayanmadıkça geleneksel ve modern tüm uygulamaları yani haramları ve zararları doğal gören bir sözleşme. Zinacıyı, eşcinseli, lezbiyeni, kadın bedeninden para kazanını koruyor ve onaylıyor.  Bir tür hayvanî yaşama onay da diyebiliriz. Bizim toplumuzda daha çok şiddet üretiyor ama çare üretmiyor. Şiddeti engelleyecek hiçbir manevi müeyyidesi yok, vicdanı da yok. Erkek kadın, kadın erkek için bir değer ifade etmiyor. Her şeyi meşrulaştıran Batı şiddeti de engelleyemiyor.

İstanbul Sözleşmesi’nde karşı çıktığınız taraflar nelerdir?

İslâmî vahyin ışığını almayan aciz aklın ortaya koyduğu İstanbul Sözleşmesi’ne yaşadığımız laik dünyamızda karşı çıkmanın pek bir anlamı ve izahı yok. İslam’ın insan hayatını yönlendiren eğitim, iktisat, medeni, ceza ve miras hukukunu anayasal düzenimizle dışladık. İslâm’ı dışlayan egemen yasal düzenimiz ortada. Diyanet, tarikatlar, ilahiyatlar dilsiz şeytan olmuş.

Sözleşmeden çekilirsek ne değişecek?

Baş tacı ettiğimiz laik düzene çıt yok. İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğimizi ve buna dayalı 6284 yasayı ilga ettiğimizi düşünelim. İnanın değişecek bir şey olmayacak. İslâm’ı tam bir gâvurlukla dışladığımız için ikame edeceğiniz bir düzenimiz yok. İslam bilinecek ve yaşanacak olsaydı bu tür sözleşmeler ve yasalar zaten oluşamaz, hayat bulamazdı.

Sebep ne peki, İslam’ı bilmiyor muyuz yoksa bildiğimizi mi sanıyoruz?

İslâm’ı da bilmiyor ve gereğince de inanmıyoruz. Örneklendireyim; 40 kadar ilçe müftüsünün ölen kadınını kocasının ne kadar iddet bekleyeceği şeklindeki soruyu cevaplandıramadıklarına tanık oldum.  Aralarında yüksek mahkeme üyesi ve üst düzey görevli aydınlarımızın bulunduğu topluluğun, geride çocukları ve eşini bırakarak ölen kişinin anasına, babasına miras hakkı düşüp düşmeyeceğini bilmediklerine tanık oldum. Oysa bunlar apaçık Kur’ânî hükümlerdir.

Alternatif bir sözleşme için geleneksel hukukumuzdan/fıkhımızdan yararlanamaz mıyız?

Kur’an ve sünnetten elbette yararlanırız ama bizim geleneksel fıkhımız çare değil. Kadınlarımızı özgür özneler olmaktan çıkaran, camilerden bile dışlayan bir yapımız var. Ergenlik öncesi çocuklara bile evlilik yolunu açmışız. Mucizevi bir yapı olan Kur’ânî boşama sistemini bile erkek egemen karmakarışık bir yapıya dönüştürmüşüz.  Yalnızca evlilik içinde zinacı olan kadına aileyi korumak için hafif bir fiziksel etki dışında hiçbir şekilde şiddete cevaz vermeyen İslâm’ı da sömürdük. Karşı çıkılması gereken şiddet söylemine takılmayın. Bizim İslâm’sız batıl dünyamızda şiddet biraz da batıl yargılarımızdan doğuyor.

Yaklaşık 50 yıldır insanlara İslâm’ı öğretmeye çalışıyorsunuz. İlahiyatlarda, diyanette de birçok hoca, akademisyen var. Bu günleri görüp önceden bir çalışma yapılamaz mıydı?

Elbette yapılırdı. Ama biz baskıcı ve ötekileştirici laik düzene teslim olduk. İslâm’ı abdeste ve namaza indirgedik. Bana gelince, ben İstanbul Sözleşmesi’nden önce yapılması gerekeni yaptım. İslâm’a Göre Cinsel Hayat isimli eserimi yazdım. İstanbul Sözleşmesi’nin doğal görüp faillerini koruduğu haramları tek tek yazdım. Yazdığım için Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandım. Üstelik bilgisiz ve bilinçsiz Müslümanlarla da mücadele ettim.

O zaman çözüm ne? Çözümsüzlükte mi takılıp kalacağız?

Problemimiz yalnızca İstanbul Sözleşmesi değil. Allah’a ortak koşma üzerine oturtulmuş eğitim sistemimiz tam bir şer kaynağı. Allaha savaş açmış olup emperyalistleri besleyen bir ekonomik yapımız var. İnsan doğasıyla çatışan hukuk düzenimiz de ayrı bir facia. İstanbul Sözleşmesi İslâm’ı dışlamanın belasıdır. Şiddet de İslâmsızlığın ürünüdür. Ayrıca sözleşmenin ilave zararı da cinsel haramları ve faillerini devlet kurumları eliyle meşrulaştırıp savunmasıdır.

Bu sözleşme şimdiye kadar şiddeti engelledi mi? Bir kesim son derece savunuyor…

Savunucularına soralım: İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa şiddeti engelledi mi? Hayır. Engelleyebilir mi? Hayır. Peki şiddete teslim mi olacağız? Elbette ki hayır. Amacımız şiddeti önlemekse okuyalım ve geliştirelim. Ama  bunu da yapamayız. Çünkü gavurlaşan düzene dokunamıyoruz.

Bundan en az kırk yıl önceydi. Dönemin Akşam gazetesi Ajda Pekkan ile bir söyleşi yapmıştı. Ajda Pekkan Batı ülkelerinin birinde bir motele yerleşir. Moteli bir karı koca işletmektedir. Ajda Hanım Türkiye’nin tarihsel dokusu ve doğal güzelliklerini anlattığında erkek yani koca kalkar bir takım hesaplar yaptıktan sonra gelir ve karısına şöyle der:

“Ben hesabımı yaptım. Sen de yap. Gelirin yeterli ise Türkiye tatilini beraberce yapabiliriz.”

Bu konuşmaya tanık olan Ajda şu değerlendirmeyi yapar:

“Birden Anadolu erkeği gözümde büyüdü. Taciz edilen eşi için cinayeti bile göze alabilen erkeğimizin nazarında kadının bir yeri var. Ama batı dünyasında böyle bir değer anlayışı yok.”

Kaynak: MİLAT GAZETESİ