Sedat Ergin / Hürriyet

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin arasında son yıllarda yapılan bütün zirveler genellikle Suriye krizinin seyrini belirleyen önemli mutabakatlarla sonuçlandı.

Dünkü Soçi zirvesi de bu geleneği değiştirmedi. Tarafların tutumları arasındaki bütün çatışan noktalara rağmen, çıkarlarının örtüştüğü alanların yarattığı ortak payda üzerinden bir uzlaşı çerçevesi şekillenebildi. Ancak bu kez kuvvetli bir şekilde denkleme girdiği için, Esad rejiminin de bu ortak paydaya üçüncü bir aktör olarak dahil olduğunu yeni bir unsur olarak muhakkak vurgulamalıyız.

Bunun dışında dünkü mutabakatın en çarpıcı sonuçlarını şöyle özetlemek mümkün:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen perşembe akşamı Ankara’da ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile üzerinde mutabakata vardığı Suriye sınırında Tel Abyad ile Resulayn arasında 120 kilometre genişliğinde 32 kilometre derinliğindeki ‘güvenli bölge’yi dün Rus muhatabı Putin’e de kabul ettirmiş oldu. Rusya, resmi pozisyon olarak sınırın tümünün Suriye rejimi tarafından korunmasını savunuyordu. Dünkü mutabakatla Türkiye’nin kontrolündeki güvenli bölgenin belli bir süre için devamını kabul ederek bu tutumundan şimdilik geri adım atmış oluyor.

Buna karşılık Türkiye başlangıçta yaklaşık 440 kilometre genişliğinde bir güvenli bölge hedefiyle yola koyulmuştu. Gelinen noktada, ABD mutabakatı ile tescil edilen -doğrudan TSK’nın kontrolündeki- 120 kilometrelik alanın daha fazla genişlemesi söz konusu olmayacaktır. Ancak sınırın Tel Abyad-Resulayn hattı dışındaki alanlarında 10 kilometrelik bir derinlikte Rusya ile ortaklaşa devriye faaliyeti yürütebilecektir. Böylelikle Türkiye, devriye faaliyeti üzerinden -bu derinlikte- sınır ötesinde denetleyici bir aktör konuma gelmektedir.

Türkiye, giriştiği bütün bu egzersizdeki en önemli stratejik hedeflerinden birini dünkü mutabakatla hayata geçirmiş bulunuyor. Şöyle ki, PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG örgütü, Türkiye-ABD mutabakatı sonucu Tel Abyad-Resulayn arasındaki hattı 30 kilometre bir derinlikte boşaltmak zorunda kalmıştı. YPG, bu kez sınırın Fırat’ın doğusundaki kalan yaklaşık 320 kilometrelik bölümünden de çekilmek durumuna girmektedir. Üstelik sadece Fırat’ın doğusu değil, buna ek olarak Fırat’ın batısında ‘Fırat Kalkanı’ bölgesi ve Afrin’in altındaki Tel Rifat ve Menbiç ceplerinden de çekilecektir. Özetle, YPG, geçen yedi yıl içinde ABD’nin himayesiyle Suriye’nin kuzeyinde inşa ettiği askeri varlığına veda etmek durumunda kalıyor. Bu yönüyle bakıldığında, mutabakat aynen uygulandığı takdirde, Türkiye Suriye sınırını YPG’den kaynaklanan terör tehdidinden arındırma hedefini gerçekleştirmiş oluyor.

Mutabakatın en önemli noktalarından biri, Erdoğan ve Putin’in YPG’nin bu hattan çıkartılması görevini Rus askeri polisi ve Suriye sınır muhafızlarının üstlenecek olmasına onay vermeleridir. Türkiye’nin hedefi olan ‘YPG’nin sınırdan uzaklaştırılması’nda, bu görevi Rusya ile işbirliği içinde Esad rejimi yerine getirecektir. Böylelikle, sınırın yaklaşık 320 kilometrelik bir alanı Rusya’nın gözetiminde yeniden Esad rejiminin egemenliğine geçecektir. Bu alanda 10 kilometrelik bir derinlikte TSK’nın da Ruslarla devriyeye çıkacak olması, Esad ordusu ile TSK’yı sahada çok yakın koordinatların içine sokacaktır.

Karşımızda kritik bir soru var. YPG sınır bölgesinden ve aynı zamanda Menbiç ile Tel Rifat‘tan çıkartılacak olsa bile, bu örgüte bağlı silahlı gruplar sınırın 30 kilometre altına geçtiklerinde durumlarının ne olacağı hususunda henüz bir açıklık yok. Rusya medyasında ileri sürülen YPG unsurlarının en azından bir bölümünün rejim ordusuna dahil edilmesi projesinin ne ölçüde doğru çıkacağını önümüzdeki günlerde anlayacağız. Ancak altı çizilmesi gereken nokta, Putin’in dünkü açıklamaları sırasında Esad rejimiyle Suriyeli Kürtlerin “geniş ve kapsayıcı bir diyaloga girmelerini” teşvik etmiş olmasıdır. Putin’in kuvvetli ifadelerle “Suriyeli Kürtlerin hak ve hukukunun savunulmasına” yaptığı taahhüt dikkat çekicidir.

Putin, benzer şekilde Ankara ile Şam arasında normalleşme ihtiyacını da vurgulamıştır. Rusya liderinin “Bölgede barış ve istikrarı Türkiye Suriye birlikte sağlayacaktır. Karşılıklı saygı olmadan bu mümkün olmaz” şeklindeki sözleri bu beklentiyi ortaya koyuyor. Kaldı ki, varılan mutabakat metni Türkiye ile Esad rejimi arasındaki dolaylı/doğrudan işbirliğinin kapısını biraz daha aralamaktadır. Mutabakatın tarif edilen alanda YPG’nin sınırın 30 kilometre dışına çıkartılması hedefinde Türkiye ile Esad rejimini aynı amaç birliğinde buluşturmuş olması bile yeterince anlamlıdır. Denebilir ki, bütün yollar yavaş yavaş Ankara ile Şam arasında bir normalleşme istikametine doğru çıkıyor.

Bu noktada Türkiye ile Suriye arasında teröre karşı işbirliğini düzenleyen 1998 tarihli Adana Anlaşması’nın kilit bir öneme sahip olacağını belirtmeliyiz. Rusya’nın burada kolaylaştırıcı rol oynayacak olmasından şunu anlamalıyız: Türkiye Esad rejimiyle çalışmak konusunda belli kısıtlarla hareket ettiğinden, Rusya’nın arada bir köprü rolü oynamasıyla bu mutabakat üçlü bir çerçeve formatında genişleyecektir. Türkiye-Suriye diyalogu bir anlamda üçlü bir işbirliği mekanizması üzerinden yürüyecektir. Rus tarafının ‘Adana Anlaşması’nın revizyonu’yla kastettiği unsurlar arasında muhtemelen bu üçlü işbirliği de var.

Mutabakatın Ortadoğu jeopolitiğine dönük anlamı, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesiyle birlikte doğan boşluğun çok kısa bir zamanda Rusya, Türkiye ve Esad rejimi tarafından doldurulmakta oluşunu göstermesidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Rusya ile tarihi bir mutabakata imza attık

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Atmamız gereken adımları atacağız

'Rus askeri polisi, YPG unsurlarının 30 km dışarı çıkarılmasını sağlayacak'