Son 25 yılda 5 bin şehidi, gözü yaşlı annelerinin feryatları arasında şehitliklere uğurladık.

Analar, kına yaktıkları kuzularının acı haberi mi gelecek diye telefonun her çalışında "hayırdır inşallah" diyerek telefona sarıldılar...

Ancak, bu ülke öylesi bir sinsi terör belası daha yaşıyor ki, analar her bayram sabahı haber bültenlerinde "hayırdır inşallah" diye kaza haberlerini takip ediyorlar... Silahı olmayan bu terör, 10 yılda 47 bin insanımızın canını teslim aldı, 1,5 milyon insanımızı elinden yaralı olarak zor kurtardık... Bu rakamlar önceki gün Sayın Hüseyin Gülerce'nin de konusunu oluşturuyor ve "Terör gibi toplumsal bir felaketle karşı karşıyayız" gerçeğini okurlarına iletiyordu.

Sayın Gülerce ülkemiz insanına, bu kadar ağır bedeller ödeten "gizli terör" de diyebileceğimiz "trafik terörü"nün psikolojik ve sosyolojik analizinin yapılması gerektiğinin altını çiziyor.

Ve belki de öylesi bir hakikatin altını çiziyor ki, eğer trafik terörü için de bir "çözüm süreci " başlatılmaz ise şu satırları okuyan birçok okur da dahil olmak üzere bir çok kişiyi önümüzdeki bayram sabahı aramızda göremeyeceğiz. Rakamlar bunu ayan beyan ortaya koyuyor.

Trafik kurallarına uyarak araç kullanmayı denediniz mi hiç? Sayın Gülerce köşesinde, "Dünyada bizim toplum kadar kanunlara karşı gelmeyi maharet sayan, uyanıklık zanneden başka bir toplum var mıdır acaba?" diye sorarak, toplumsal bir kural tanımamazlığın altını çiziyor. Evet, belki bu tespit doğru, ancak biz Türkler genetik olarak "trafik kurallarına uymama" geni mi taşıyoruz ki şu an yılda 2 bine yakın insanı sokaklarda araçlarla öldürüyoruz? Hayır, genlerimizde bir şey yok, ancak görünen o ki, sürücüyü trafik suçu işlemeye teşvik edici veya sürücüyü kurallara uymamayı gerektiren birçok unsur mevcut Türkiye trafiğinde.

Aslında, şu an trafikte "saygısızlık" diye adlandırdığımız birçok olay -istisnalar hariç - "trafikte var olabilme" ve "hedefine sağ salim ulaşabilme" mücadelesinin bir yansımasından başka bir şey değildir. Zira şu an trafikte "kural tanımama" olarak görünen birçok "anormal sürücü davranışı" vatandaşın kendisi tarafından oluşturduğu kurallar bütünüdür. Bir başka deyişle, karayollarında pratiğe uymayan trafik kurallarına karşı on yıllardır bilinçaltında tepkisel olarak oluşmuş "sivil itaatsizliğin" bir yansımasıdır Türkiye'nin baş başa kaldığı trafik terörü.

Trafik sorununun "multikompleks" bir problem olduğu gerçeğini de göz ardı etmeden, bu sorunun işte bu gizli tetikleyicisini gözler önüne sermekte fayda var.

Konuyu daha da somutlandırırsak eğer; Uzunca yıllar yaşadığım yurtdışından yeni geldiğim günlerde, Ankara'da Beşevler istikametinden otobüs terminaline doğru ilerliyordum. Yolun yabancısı olduğum için gözlerim yol kenarlarındaki trafik işaretlerinden yardım alarak ilerliyordum. Bir ara fark ettim ki bu yolun azami hız limiti saatte 30 km idi. Evet, önce şaşırdım, sonra kurallara uyayım diye 60 km ile seyreden aracımın hızını 30 km'ye indirdim. Ancak bir süre sonra beni sollayanlar kornaya basmaya, arkamda sıkışan trafiğin içinde çaresiz kalanlar el kol hareketleri ile beni yavaş gittiğim için taciz etmeye başladılar. Sonunda ben de mecbur olarak trafiğin akışına ayak uydurmak için hızımı saatte 70 km'ye çıkartmak zorunda kaldım. Zira bahsettiğim bu yolda saatte 30 km sürat yapmak trafiği felç etmek demekti. Bu kadar akıcı ve geniş bir yola 30 km levhasını koymak "trafik itaatsizliğini" dürtüklemekten başka bir şey değildir. Ve maalesef benim için de öyle oldu. Her kurala titizlikle uyan bir sürücü olan ben, o günden sonra o caddedeki kırmızı levha içindeki 30 yazısını hiç dikkate almadığımı fark ettim.

Bir başka örnek daha vermek istiyorum: İstanbul istikametinden Ankara şehir merkezine girdiğinizde, eğer Keçiören semtine gitmek isterseniz ve şehrin yabancısı olarak levha takip ediyorsanız, muhtemelen Keçiören köprüsünün altında bir trafik kazası atlatma riskiniz var demektir. Zira Keçiören köprüsüne kadar düzenlice takip ettiğiniz levhalar, birden bire ortadan kayboluyor ve sizi ikiye ayrılmış bir şeritte yapayalnız bırakıyor. "Sağdan mı gitmelisiniz, soldan mı?" diye direksiyona yapışıyor, tam da yol ayrımında duran küçük bir levhayı okumak için aracınızın camına doğru yaklaşmak zorunda hissediyorsunuz kendinizi. Eğer görme yeteneğiniz çok güçlü ise tam da ikiye ayrılmış olan yolun ayrım yerine küçücük harflerle yazılmış trafik levhasını son anda görebilirsiniz. Ve en az üç şerit halinde akan yoğun trafiğin içinde refleksleriniz güçlü ise son saniye kararı vererek Keçiören istikametine dönersiniz, eğer refleksleriniz güçlü değil ve o küçücük son dakika levhasını göremezseniz ya bariyerlere çarpar veya bariyerlere çarpmamak için Samsun yoluna doğru devam eder gidersiniz. (Trafik kazalarına dikkat edildiğinde birçok kazanın tam yol ayrımlarında gerçekleştiği gerçeği ile karşılaşılacaktır.)

Son bir örnek de İstanbul'dan vermek istiyorum: Yaya olarak Avcılar'daki üstgeçitten geçerek Hadımköy, Büyükçekmece, Silivri vs. istikametine giden minibüs duraklarına gelmeyi bir de siz dener misiniz lütfen? Karşıya geçmek için mühendislik harikası estetikten uzak bir üstgeçit de kullanmayı -kurallara uyma adına- tercih etseniz bile, yolunuzun bir noktasında mecbur olarak otoban bariyerlerinin üzerinden geçmek ve o yoğun akan trafiğin ortasında "yurdum insanı" rezalet sahnesinin figüranı olmak zorundasınız. Zira üstgeçit sizi maalesef yarı yolda bırakıyor. Karşıdan karşıya geçen kişilerin kimi zaman yaşlı, kimi zaman kadın, kimi zaman çocuk ve hatta zihinsel ve görme engellilerden oluşacağını da düşününce, böylesi bir trafik düzenlemesinin insana saygısızlıktan başka bir şey olmadığını söylemek yanlış olmasa gerek.

Bu örnekleri binlercesi ile çoğaltabiliriz. Yaya ve sürücü psikolojisinden uzak trafik düzenlemesinin var olduğu bir ülkede doğal olarak insanlar kendi buldukları yöntemlerle trafikte var olma mücadelesi vereceklerdir. Ve maalesef herkesin kendi aklınca bulduğu yöntemler, ortak bir akıldan çıkmadığı için, bir başkasını rahatsız edecektir.

Trafik terörü toplumsal duyarlılıkla en aza indirilebilir. Şu an Türkiye'de mevcut olan trafik psikolojisi; "yolda canımdan olmayayım, malıma da zarar verilmesin de bir an önce varacağım yere varayım" bilinçaltı dürtüsünü canlı tutuyor. Bir başka deyişle, Türkiye yollarında "gemisini yürüten kaptan" psikolojisi trafiğe hakim. Siz yağmurlu bir günde, yol üzerinde uçamayan bir güvercine çarpmamak için duracak olsanız, karşınızdaki bir sürücünün trafikte kaza yapma korkularını tetiklemiş olursunuz.

Kurallar, eğer gerçeklerle örtüşmüyorsa, kuralsızlık kural olur. Kişi bir defa kural ihlali yaparsa, daha sonraki kuralları da ihlal edecek potansiyel bir suçlu hükmündedir. Kuralların anlamsızlaştığı bir toplulukta, fertler kendi kurallarını kendileri koyarlar ki yaşam devam etsin... Ancak bu durumda, resmî kurallara uyanlar ile "sokak"ta konulmuş kurallara uyanlar arasında çatışma yaşanır ki, şu an Türkiye'de yaşanan kaos bundan başka bir şey değildir. Siz resmî kurallara uyarak trafikte seyrederseniz, sokakta oluşmuş kuralları ihlal etmiş olursunuz ki, sokak kuralının ihlali mahkemede değil, sokakta çözülür.

Eğer bu ülke gizli teröre bu kadar kurban veriyorsa, trafik düzenlemesi konusunda yetkililer trafik psikolojisini dikkate almalı, vatandaşların zorlandıkları kör noktaları ve onların taleplerini ciddiye almalıdır. Yoksa sistem, kuralları bir kez çiğnedikten sonra, kuralsızlıktan keyif alan "adrenalin sendromlu trafik canavarlarını", "maço şoförleri" ve potansiyel "önce ben" diyen kişileri üretmeye devam edecektir.-haber7