Refik Halit Karay ‘Bu Bizim Hayatımız’ adlı romanında “Yine tramvaya binmedi; yürürken iyi düşünüyordu; ayaklarının işlemesi kafasını harekete geçiriyordu.

‘Yürümeyen adamın zihni durur,’ dedi,‘yüksek makama geçenlerin fikir verimsizliklerinde biraz da arabayla otomobilin tesirini aramalıyız.

Bunlar yayan dolaşmayı bırakınca hem lüzumluyu göremez oluyorlar, hem de dimağ işlekliklerini kaybediyorlar. Karın yapmaları da bundandır,” der.

David le Breton’un ‘Yürümeye Övgü’ adlı eserinin tezi de şöyle özetlenebilir:

“Yürüyüş insanı sadece hayattan zevk almaya değil aynı zamanda derin düşünceye yöneltir ve modern hayat şartlarının zorladığı aceleciliğe, telaşa boyun eğmekten kurtarır.

Yürüyerek yorulan bir insan için dinlenme sonrasındaki bir yemek(kahvaltı) kadar lezzetlisi yoktur. Çok sade bir yemek bile bazen muhteşem ziyafetlerin veremediği zevki verir.

***

Le Breton’un belirttiğine göre Robert Louis Stevenson da “Coşkulu bir yürüyüş çok büyük olasılıkla, her türlü dar kafalılıktan ve gururdan, kibirden uzaklaştırmıştır. sizi ve içinizdeki merak duygusunun özgürce harekete geçmesini sağlamıştır,”der.

Le Breton’un şu düşüncesi Refik Halit’in baştaki cümlelerine çok benziyor:

“Kesin olan şu ki, yürüyen insan genellikle otomobil kullanan trene veya uçağa binen biri gibi kibirli olmaz.

Çünkü attığı her adımda dünyanın acımasızlığını ve yolda rastladığı insanlarla dostça uzlaşması gerektiğini hissederek asla insan olduğunu unutmaz.”(Beşir Ayvazoğlu, Karar,13.07.2017)

İki yazarın ortaya koyduğu yürüyüşün hem düşünmeye hem de nefis terbiyesine yönelik faydası yanında bir de bedensel kalp damar, tansiyon, şeker, kolesterol gibi rahatsızlıkları tedavi edici bir özelliği olduğu gerçeği bu gün aşikârdır.

Otomobil ve benzeri taşıma araçlarının günümüzdeki kadar yaygın olmadığı önceki dönemlerde çoğunluk işine, gücüne zaten yürüyerek gidip gelmek zorunda kaldığı için yürümemeye bağlı rahatsızlıklar günümüzdeki kadar pek yaygın değildi.

Ama yürüyüş mesafesindeki bir işe üşengeçlikten arabayla gidip gelen, evine yakın  okula çocuğunu servisle gönderen günümüz insanı için atalet sağlığına yönelik en büyük tehlikedir.

Olaya bu pencereden bakıldığında vasıta bolluğundan kaynaklı hareketsizlik hem sağlık açısından bir tehdittir hem de tedavi giderlerini karşılamak durumunda olan devlet için de parasal bir yüktür.

Onun için günümüzde devlet bir taraftan gençlerin enerjisini nasıl faydaya dönüştüreceğine kafa yorarken diğer yandan da gerek Refik Halit’in gerekse Le Breton’un dile getirdiği dengeli, mutlu insan sayısını artıracak pratikleri geliştirmenin çarelerini arıyor.

Artık Gençlik ve Spor Bakanlığının uğraşı alanı sadece genç kuşaklar değildir her yaştan insanın sportif uğraşıları ve aktiviteleri de en az gençlerinki kadar önemlidir artık.

 Adnan Menderes Stadyumu’nda yıllar önce sabahları başlattığı “Yaşam Boyu Spor” uygulamayla bu gerçeğe ilk dikkat çeken dönemin Aydın Valisi Recep Yazıcıoğlu olmuştur.( 1989- 1991)

Yer olarak stadın seçilmesi o tarihte Aydın’da yürüyüş alanlarının bir gün gelip ihtiyaç olacağının bir belediye başkanı tarafından henüz keşfedilmemiş olması, olmalı…

Diğer bir anlamı da yaştan, yağmurdan korunaklı olması ayrıca tuvalet gibi diğer ihtiyaç unsurları da stadın içersinde barındırıyor olmasındandır.

Yürüyüş yapanlar için stadın başka bir özelliği de aynı ortamda yüründüğü için bir dostluk ve arkadaşlık havasının oluşmasına vesile olması kısaca “sosyalleşme aracı” görevi görmesidir.

Stat tercihinin bir diğer nedeni de Hüseyin Aksu’nun öncülük ettiği diğer yürüyüş yolları henüz her yönüyle ihtiyacı karşılayacak sayıda hem değildir hem de parkur ve sosyalleşme açısından stat ayarında olmamasıdır.

Ancak buna rağmen stat da sorunsuz değildir.

 Sorunun kaynağıysa kendine göre kural koyan azametli ve dahi haşmetli devlet anlayışıdır.

Hem de Bakan Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nun vatandaş günün hangi saatinde spor yapmak isterse 7/24 saat tesislerin kapısı açık tutulacak talimatına rağmen…

Ta Recep Yazıcıoğlu’ndan bu yana yerleşmiş ama yazılı olmayan kural şudur:

Mart ayı ile başlayan ve Kasım ayına kadar devam eden yaz saati uygulamasının  geçerli olduğu  uzun günlerde stat sabah ezanından yaklaşık bir saat sonra,diğer kış aylarında da yaklaşık yarım saat sonra açılırdı.

Böyle olunca da:

BİR: Kamuda ya da özel işyerlerinde çalışanlar zaman darlığı çekmez, yürüyüşünü yaptıktan sonra rahatça işlerine giderlerdi.

İKİ: Zaman sorunu olmayanlar da sıcağa kalmadan işlerini bitirirlerdi.

Bu yıl kural bozuldu, stat açılışı 6.30’ alındı.

Çalışanların spor yapmaları zora girdi… Diğerleri de sıcağa kaldığı için stattan ayağını çekmek zorunda kaldı.

Konuyu düzeltilmesi için yetkililere iletenler oldu fakat personel kıtlığı bahanesiyle sonuç alınamadı.

Herkes de biliyor ki, bu gün İŞ KUR’un da desteğiyle personel sıkıntısı bir yana çokluğundan verilecek iş bulunamıyor ve çoğu kurumda personel boş oturuyor.

Bütün mesele personel çalıştıracak amir bulmakta…

Öyle olunca da yürümenin ne Refik Halit’in aklı çalıştıracağını dinleyen var ne de Le Breton’un dile getirdiği gibi sağlık yanında toplum huzurunu sağlamaya yönelik iç muhasebeye de sevk ettiği gerçeğini düşünen var.

Ne de spordan uzak kalmanın tasarruf ve huzur noktasında devlete olacak olası yansımalarının maliyetini düşünen var.

Bakan istediği kadar talimat versin…

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!