İçinde bulunduğumuz ortamda karamsarlık almış başını gidiyor. Nereye baksan tutarsızlık var. Meclis çalışmıyor, adalet işlemiyor, yüksek yargı anlamsız kararlar veriyor, işsizlik almış başını gidiyor, ekonomi sağlıksız ilerliyor, fiyatlar yükseliyor, insanların alım gücü azalıyor, döviz fırlıyor, ülkece fakirleşiyoruz. Şöyle güzel bir gelişme olmayınca herkesin süngüsü düşüyor doğal olarak. Bu kadar olumsuzluğun olduğu bir ortamda arada bir güzel gelişmeler olunca bayram çocuğu sevincine bürünüyoruz.

Geçen Cuma günü bir arkadaşım bana çocuğunun Yılmaz Özdil’e yazdığı mektubu gönderdi. Okuyunca duygulandım, içim kabardı, gururlanıp mutlu oldum. Üstelik bunu yazan gencin on dört yaşında olduğunu öğrenince gözlerim doldu. Bu hafta köşeme bu mektubu almaya karar verdim. Ne kadar karamsar olsak bile bu gençler Türkiye Cumhuriyetini ilelebet yaşatacaktır. Böyle gençler var oldukça ülkemiz daha iyi günlere ulaşabilecektir. Ne mutlu böyle gençleri yetiştiren ailelere.

Gencimizin yazdığı mektup aynen şöyle, tek kelimesine bile dokunmadan aktarıyorum:

“Ahh.. Ne demeli? Nerden başlamalı anlatmaya?

Çocuksun dediler, ne anlarsın bunlardan dediler. Ne dedi arkadaşım? Biz çocuk saflığımızla sevdik Atamızı yurdumuzu.

Hangi tarihte doğduğu veya yaşı önemli değil insanın, düşünebilme şekli önemli. Evet, ben bir çocuğum, on dört yaşındayım, çok gencim, safım ve belki de bazı şeyleri yetişkinler kadar iyi idrak edemiyorum veyahut oy da kullanamıyorum, gönül ister ki on sekiz olsam da versem oyumu. Ne olursa olsun ben de bir bireyim. Araştırırım da, okurum da, yazarım da. Cahillik en nefret ettiğim şeylerdendir mesela, diyeceksiniz ki; Sen ne bilirsin ki cahillik hakkında?

Bunu yapmayın, çocuklara bunu yapmayın, çocukları susturmayın.

2000’li yıllarda doğdum ben. İlkokulda her sabah söyledim andımızı ve biliyor musunuz böyle içimde bir şey olurdu okurken. Büyüyorum usulca, ortaokulun son yılı, çevremden gördüklerim, yaşadıklarım, duyduklarım, araştırdıklarım düşünce yapımı oluşturdu. Geceleri odama çekilirim ağlarım ben. Düşünürüm geleceğimi, hayallerimi. Kemalist bir aile çocuğuyum ben. Egeliyim ben. Ben daha yedi yaşındayken annemler onuncu yıl marşını söylerdi mesela, sözlerini bilmez ama eşlik etmek isteyip yalan yanlış söylerdim. Ailem beni öyle güzel yetiştirdi ki, her daim Atatürk sevgisini aşıladılar bana, olanları anlattılar.

Biz böyle babamla otururduk hep soru sorardım ben ona, sürekli bir sürü soru. Ve bu sene yaşananlar sayesinde yavaş yavaş anladım ülkede neler olduğunu. Şehit haberleri, bomba haberleri, taciz haberleri, siyaset kavgaları, meclis kavgaları, kapitalizm, dinin siyasete alet edilmesi, yalanlar, planlanmış şeyler, cahil, bağnaz, kör bir halk. Ama en kötüsü de şu ki biz bu haberleri görmeye alıştık, alıştırıldık, bu lanet bir şey. Ve son olarak referandum. Düşüncelerime göre az buçuk anlamıştım zaten onlar kazanırsa neler olacağını. Kötü günler bekliyor bizi. Hadi ailem yaşlandı diyelim, ben? Biz? Gençlik? Ben on dört yaşındayım. Daha okuyacağım bir lise, bir üniversite girmek istediğim bir iş, seyahat etmek istediğim ülkeler, hayaller... Daha önümde çok şey var(dı). Ama bugün o gelecek karardı. O özgürlük bitti. O istikbal yok oldu. Gençliğin hayalleri yırtılıp atıldı. Ne olacak şimdi? Hangi yüzle gideceksiniz şimdi Anıtkabir'e?

Mustafa Kemal'in bize bıraktığı en büyük esere sahip çıkamadık. Affetme bizi Ata'm, sakın affetme.

Cumhuriyet, demokrasi, laiklik, çağdaşlık, devrimler, özgürlük, dostluk, barış, huzur, kardeşlik, birlik. Hoş kavramlar değil mi? Veda edin onlara. Yakında duyacaklarınız bunlar olabilir; Kız çocuğu okur mu? Kapanın, din ülkesi, laiklik yok, turizm yok, ilke yok, devrim yok, Atatürk sevgisi yok, sarık var, cübbe var, peki bu hoş mu? Seçme ve seçilme hakkını yok ettiniz. İşte on dört yaşındayım ben, Z.E. G.'yim ben, tarih 17 Nisan 2017, saat 2:25 bunları yazdım çocuk aklımla, şimdi elime Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Başbuğ Mareşal Mustafa Kemal Atatürk'ün resmini alıp, ağlayacağım, hâyırlı geceler.”

İşte böyle. İki yıl olmuş mektup yazılalı, ama iki yılda bir arpa boyu yol alamamışız. Demokrasimizi ve adaleti koruyamamışız. İstanbul gerçeği ortada, hakkı ile seçimin kazanan İmamoğlu’nun hakkı en yüksek kurul tarafından eline alınıyor, seçimin bir bölümü yenilenirken büyük bölümü geçerli sayılıyor. Temayüller ve gerçekler ortadayken saçma işler yapılıyor. Yenilen pehlivan güreşe doymaz hesabı 23 Haziran’a seçim günü veriliyor. O günde benzer sonuç çıkarsa acaba başka hangi bahaneleri bulup İmamoğlu’nun hakkını gasp edeceklerini düşünmekten kendimi alamıyorum. Umarım 23 Haziran umutların yeşerdiği ve her şeyin çok güzel olacağı bir gün olur. 

”Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız.” (M. Kemal Atatürk)

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!