Ekonomisi durağan ve bütçesinin kemeri sıkılmış İngiltere’nin mutsuz ve umutsuz yoksul gençleri ayaklandı. İsyan 4. günün sonunda sona erdi. Peki ya sonra?

“Böyle giderse ayaklanmalar olacak. Ayaklanmalar olacak”… Kuzey Londra’nın görece yoksul Haringey bölgesinde (Türkiye kökenli göçmenlerden de çok sayıda insan yaşar orada) Guardian gazetesi muhabirinin konuştuğu ve çoğu siyahî olan gençlerden Chavez Campbell üstüne basa basa bunu söylüyor. Tarih 31 Temmuz, yani Londra’da başlayıp akabinde İngiltere’nin diğer büyük şehirlerine yayılan lumpen isyanının çıkmasından 6 gün önce.

İngiltere’nin büyük şehirlerinde gelir düzeyi düşük insanların yaşadığı bölgelerde gençler arasında çeteleşme eğilimi ürkütücü boyutta. Guardian muhabirinin konuştuğu Haringeyli gençlerden Zephaniah Thompson, sıradan bir şeyden bahsedercesine bir edayla “Bugüne kadar birkaç arkadaşım bıçaklandı” diyor. “Biri de vuruldu. Ama ağır yaralanmadı Tanrı’ya şükür”.

Peki nasıl oldu da babası veya dedesi bir Afrika yahut Karayip ülkesinde dünyaya gelmiş olan göçmen kökenli “İngiliz” genci Chavez’in öngördüğü ayaklanmayı hükümet öngöremedi?

Aslında bu soru çok da anlamlı değil.

Muhafazakâr Partili Başbakan David Cameron 2006 yılında, yani henüz anamuhalefet lideriyken “kapüşonluları kucaklamalıyız” temalı bir konuşma yapmıştı. Kapüşonlular (hoodies), İngiltere’nin yoksul, geleceksiz, “eşyanın tabiatı gereği” suça meyilli mutsuz gençlerine verilen ad. Cameron 5 yıl önce “Yanlış gidenin ne olduğunu anlamadan doğru yanıta ulaşamayız” demiş ve kapüşonluları “anlamak” gerektiğine vurgu yapmıştı, “bu elbette ki suçu mazur görmek anlamına gelmez” demeyi de ihmal etmeden.

Peki Chavez’in öngördüğünü hükümet nasıl öngöremedi sorusu neden anlamsız? Anlamsız çünkü olaylar patlak verdiğinde Başbakan Cameron gayet tipik bir muhafazakâr tepkisi vermekten bir santim bile ileri gidemedi. 

“Yapılanlar yalnızca ve basitçe suçtur” diye kestirip attı, yağmacıların cezalandırılacağını ilan etti, ortalık yatıştıktan sonra da olayları parçalanmış bir toplumun ve yavaş çekim bir ahlaki çöküşün marazları olarak niteledi. Vizyonu bu olan bir iktidar öngörülü olsa kaç yazar? Bu tür olaylara karşı polis copu ve ahlak restorasyonundan (nasıl olacaksa?) oluşan bir kür düşünülüyor en nihayetinde.

GÖLE MAYA ÇALMAK

Dünya tarihinin en parlak düşünürü boşuna “insanın bilinci sosyal varlığını değil, sosyal varlığı bilincini belirler” dememiş. Bütçe açığını kapatmak için yapılan kesintiler ve alınan önlemler en çok alt sınıfları vuruyor ve de vuracakken, aile kurumunu güçlendirme ve okulları daha disiplinli hale getirme çabalarıyla göle maya çalmak arasında büyük bir fark var mıdır?

Yoksul gençlerin sosyalleşmelerine, çeşitli faaliyetlerde bulunmalarına ve böylece varoluşlarını biraz da anlamlı hale getirebilmelerine vesile olan ‘gençlik merkezleri’, bütçe kesintilerinden olumsuz etkilenen pek çok kurumdan biri. Her ne kadar New Statesman dergisindeki bir yazıda “ayaklanmaları hükümetin kesintilerine bağlamak kolaya kaçmak olur zira bahsi geçen kesintilerin çoğu henüz yürürlüğe girmedi bile” dense de… Bazı olgular apaçık ortada: Yılbaşından beri Haringey’deki 13 gençlik merkezinden sekizi kapatıldı.

Buna başka şeyleri de eklemek lazım. İngiltere’de üniversite harçları yer yer yüzde 300’lere varan oranlarda zamlandı ve bu tabii ki alt sınıflardan gençlerin geleceksizliğini ve mesleksizliğini perçinliyor. Gençliğin alkol ve uyuşturucu bağımlılığı konusunda İngiltere Avrupa’nın en kötü durumdaki birkaç ülkesinden biri. İngiliz ekonomisinin büyüme oranı binde 2, ülke 2008’deki krizden de kötü etkilenmişti ve AB’yi sarsan borç krizi muhakkak ki ekonomiye ekstra yük getirecek.

ÇOCUK ANNELER

Aslında Cameron kısmen haklı, İngiliz toplumu parçalanmaya yüz tutmuş bir toplum (ve bunu herhalde ülkede son 30 yıl boyunca değişen viteslerde uygulanan neo-liberal politikalarla ilişkilendirmek lazım). Çocuk yaşta annelik son derece yaygın. Londra çıkışlı isyanın yayıldığı Manchester, Liverpool, Nottingham gibi şehirlerin merkezlerinde gündüz vakti dolaştığınız takdirde 15-16 yaşlarında puset iten kızları, işsiz güçsüz öylece ortalıkta “takılan” ‘teenager’ gruplarını görebilirsiniz. Çeteler meselesinden ise yazının başında bahsettik.

Devrimci muhalefetin Kıta Avrupası’ndaki pek çok ülkeye nazaran daha zayıf olduğu İngiltere’de, siyahî bir gencin polis tarafından öldürülmesiyle başlayan ayaklanma politik ve sınıfsal bir içeriğin zerresini bile kazanamadı. Hatta, tam tersi, pek çok genç esnaflarca işletilen küçük dükkanları yağmaladı. Büyük mağazalarda da lüks tüketim malları, ileri teknoloji ürünü nesneler yağmalandı. Sosyolog Daniel Bell kapitalizmin belli bir aşamasından sonra ihtiyaçların biyolojik değil psikolojik (ve de sınır tanımayan) bir hale geldiğini belirtir. Bunu da “gıptanın kurumsallaşması” olarak adlandırır.

“KARDEŞİMİZİ VURMUŞLAR, AKILLI TELEFON ÇALALIM”

İngiltere kapitalizmin bu merhalesine çoktan varmış bir ülke, daha doğrusu buna varan ilk ülkelerden biri. Türkiye de o merhaleye ulaşmış durumda, artık Perihan Abla ve Bizimkiler gibi kanaatkâr ve paylaşımcı diziler yerine Kurtlar Vadisi ve Ezel gibi “grandiyöz” diziler seyrediyoruz.

Bu iktisadi altyapının üzerine burada betimlediğimiz koşullara sahip olan bir ülkede, göçmen kökenli bir gencin polis kurşunuyla ölmesi geniş bir ayaklanmaya yol açıyor ve… Gençler Blackberry Messenger ve Twitter’dan haberleşerek hızla örgütlenip teknolojik ürün mağazalarını yağmalıyor.