NTV'de canlı yayına çıkan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Artı programında Banu Güven'in sorularını yanıtladı.

Arınç, Odatv baskını ve Soner Yalçın'ın gözaltına alınmasından ABD Büyükelçisi'nin sözlerine, Balyoz tutuklamalarından Şivan Perver'le görüşmesine, RTÜK düzenlemesinden Hakikatler Komisyonu'na gündemi değerlendirdi.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın söylediklerinden dikkat çekenler şunlar: "Basın özgürlüğü olmazsa olmazlarımızdan birisidir. Hazırladığımız kanunlarda basın özgürlüğüne önem veriyoruz. Anayasa"nın hükmünü de biz yazmadık; tüm özgürlükler sınırsız olmadığı gibi basının da tabi olabileceği sınırlama ve kısıtlamaları da doğal görmek lazım.

ABD Büyükelçisi o gün beni ziyarete gelmişti. Kendisiyle dostane bir görüşmemiz oldu. Biz kendisine iki dost ve müttefik ülkenin, Sayın Obama"nın tarifiyle "model ortaklık" olarak gördüğü Türkiye-ABD ilişkilerinde önemli bir rol oynayabileceğini, Türkiye ve ABD"nin birbirine lazım olduğunu, gerek bölgesel gerekse dünya barışında bu ikilinin birlikte uyum içinde güzel görevler yapabileceğini ifade ettik. Büyükelçi "Türkiye"nin demokratikleşme konusunda atığı adımları olumlu buluyoruz, Türkiye"de güzel şeyler oluyor" anlamında ifadelerde bulundu. Anlamaya çalışmasını tavsiye ettim, bunun için biraz zamanın geçmesi gerekli dedim. ABD"nin mantalitesiyle, belli çevrelerin yazdığı çizdiği şeylere olaylara bakılırsa yanlış anlamalar olabilir.

Türkiye şartlarında, Türkiye"yi biraz yakından tanıyarak, basın özgürlüğü, medyanın durumu, hükümete karşı tavırlar, hükümetin yanında yer aldığı iddia edilen basın organları... Bunların sözlerini iyi bir analiz ederek, gerçek anlamını bulmasında fayda var.

BÜYÜKELÇİ'NİN SÖZLERİ İÇİŞLERİNE KARIŞMA DEĞİL

Söylediği basının özgür olması, kısıtlamaların asgari seviyede olması, basına baskı olmaması konusu genel bir düşüncedir ve doğru bir düşüncedir. Ama özel bir olayı anlatırken bunu kullanıyorsa Türkiye"de aksine bir uygulama varmış gibi algılanabilir. Büyükelçi"nin sözleri yanlış anlama olabilir, bunu içişlerine karışma olarak görmedim.

"Türkiye farklı bir ülke, ben de anlamaya çalışıyorum"diyor. Bu bağışlanacak bir şeydir. Bu kadar büyük bir yanlışı yapabilecek biri değil. WikiLeaks belgelerinin konuşulduğu bir zamanda bu tür yanlış anlamaya neden olacak sözleri konuşmaması gerekirdi. Ben sadece "Türkiye"yi biraz yakından tanıyın, ondan sonra açıklama yapın" şeklinde ince bir eleştiri yaptım.”

GAZETECİ HABER YÜZÜNDEN İÇERİ GİRMEMELİ

Odatv ve benzeri olaylarla ilgili siyasi yorumlar yapılıyor. Bu eleştirilerin hukuki bir dayanağı yok. Özgürlükler konusu sadece bizim sınırlarımızla ilgili değil. Özgürlükler bütün insanlığın ortak malıdır. Türkiye'de basın özgörlüğüne yönelik bazı anketler yapılıyor. Bunların içinde son yıllarda bazı gazetecilerin mesleklerini yaparken baskıyla karşılaştıkları yazılı. Gazeteciler haber toplar, yazı yapar yani kendi alanlarında faaliyet içinde bulunurlar. Bundan dolayı özgürdürler. Ancak kanunun suç saydığı işlem varsa bir soruşturma olur ya beraat ederler ya mahkum olurlar. Bir gazeteci sadece haberle haberi iletmekle cezaya muhatap olmamalı, içeri girmemeli, yargılanmamalı. Biz Odatv hakkında, nasıl bir suç işlediğini ben şahsen bilmiyorum. TCK'nın bazı maddeleri var. Bu suçlamalardan birisiyle yargılanma ihtimalleri varsa bunu siz basın özgürlüğü yoktur gibi algılayamazsınız. AİHM'in ifade özgürlüğü kapsamında kabul ettiklerini kabul ediyorum.

KILIÇDAROĞLU DA ERDOĞAN DA SAVCI DEĞİL

Niçin bir insan tutuklanır? Bu tutuklamalarda hakim ve savcı değiliz, hepsi hakim ve savcıların işidir. Kılıçdaroğlu da Erdoğan da değil. Siyasetçilerin söz söylemesi doğru değil. Yargının bir kararını eleştirirken diğerine alkış tutmak doğru bir hareket olmaz. Refah Partisi'nin kapatılması istendi sanıklardan biri bendim, AK Parti'nin kapatılması istendi sanıklardan biriydim.

Davalardan en çok muhalefetin eleştirdiği gazeteciler zarar görüyor. Hakkında verilmiş kararlar olan gazeteci arkadaşlar var. Soruşturmanın gizliliği evrensel hukuk kuralıdır. Gazetecilerin suçlandığı ceza unsurlarını muğlaklıktan kurtarmamız lazım.

GAZETECİLER İÇİN YENİ DÜZENLEME HAZIRLIYORUZ

Ne yapabileceğimizi söyleyeyim. Soruşturmanın gizliliğinin asıl olduğu evrensel bir hukuk kuralıdır. Sizin hakkınızda veya benim hakkımda şüpheli sıfatıyla bir soruşturma yapılsa, özel hayatın korunması lazım, gizliliğe riayet edilmesi lazım. Birileri bu olayı kendi gazete sütunlarına taşırsa, benim özelimi ifşa ederse, henüz dava açıldana, o zaman ben bundan zarar görürüm. Evrensel hukuk diyor ki soruşturma gizli olacak. Eğer bunu kabul ediyorsak gizliliği ihlal etmenin de suç olacağını kabul etmemiz lazım. Ancak şunu yapabiliriz, bu konuda hem bizim hem Adalet Bakanlığı'nın çalışması var, birincisi, gazetecilerin suçlandığı bu maddelerdeki ceza unsurlarını daha net hale getirmemiz lazım. Ve muğlaklıktan kurtarmamız lazım. İkincisi ceza süreleri konusunda -mesela basın kanunundaki ceza süreleriyle orada adli para cezaları var, ceza kanunundan kaynaklanan süreler şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalardır- tecil sınırları içinde kalabilecek yani asgariye indirebilecek bir düzenleme olabilir. Üçüncüsü bir suçu işlerseniz bir yıldır, basın yoluyla işlerseniz yarı miktarında artırılır, bu yarı miktardaki artırmayı kaldırırsak belki gazetecilerimizi cezaevine girmekten kurtarabiliriz. Bunu belli bir gazeteci grubu veya yayın grubu için yapmalıyız. Basın hakikaten özgür olmalı ve kendi görevini çok iyi şartlarda yapabilmeli. Çalışmalar elimdeki klasörlerin içerisinde...

Dinleme yeni gündeme gelmedi, epey bir süreden beri var. Gazetelere ve televizyonlara akseden telefon kayıtları da var. Belki de sayın Kılıçdaroğlu'nun dinlemeyi tekrar gündeme getirmesinin güncel bir endişeden kaynaklandığını tahmin ediyorum. Şunu söylememiz lazım, yasal dinleme kanuna uygun şekilde yapılıyor. Hakkında bir kişinin takibat varsa ve olay çevresindeki insanlarla delillendirmeye çalışılıyorsa, diyelim bir uyuşturucu kaçakçılığı veya silah kaçakçılığı, üç dört tane şüpheli tespit edilmiş ve bunların başına ulaşmak için bir dinleme talep edilmişse, bu talep savcılar ve hakimler uygun görülürse dinlemeye alınıyor. Belli bir süreyle... O süre içerisinde belli bir noktada delil elde edilememişse dinleme kesiliyor ve ilgili kişiye bildiriliyor, bu konuda bir sıkıntı yok. Ama asıl şikayet ettiğimiz konu, herkesin elindeki teknolojik imkanlarla birilerini dinlemesi. Bu yasal olmayan dinleme, ahlaksız bir iş, çirkin ve suç sayılan bir fiil... Kişisel verileri yasal olmayan yollarla elde etmek, dinlemek bir suçtur, böyle düşünüyorum. Anayasa değişikliğinin en önemli maddelerinden bir tanesi, kişisel verilerin korunmasıdır, buna CHP 'hayır' dedi ama kendileri adına da bu değişiklik uygun. Yasadışı dinlemeyi kim yapıyorsa elbette ortaya çıkarılmalıdır, daha dün televizyonlarda vardı, karısından endişe eden bir koca ve ardından gelen cinayet... Bu farklı amaçlarla da olabilir, siyasetçileri karalamak veya başka senaryolar yazmak için de... Bu sadece AK Parti veya CHP'ye yönelik bir suç işleme değil, günlük olaylarda bile telefon dinlemelerin olması insanların huzurunu engelleyen çirkin bir olay.

İLKOKUL ÇOCUKLARI BİLE BİLİR

Başbakan veya görevlendireceği bir bakanın yayın yasağı getirmesini sağlayan madde önceki düzenlemede de vardı, bunu ilkokul çocukları da bilir. RTÜK kanunu 1994'te çıktı, 17 sene sonra biz bu kanunu yeni baştan değiştirdik, aslında çok geç kalmış bir işi yaptık, bundan dolayı da ayrıca mutluyum. Bu yetki sadece bir kez Cemil Çiçek Bey tarafından, o da bir gün sonra kaldırılmış. Milli güvenliğin gerektiği hallerde kullanılabilir, acil konularda bu kullanılabilir. Ancak biz bu yetkiyi yargı denetimine bağladık. Üstünü alıp da altını almamak bazı siyasetçilerin çok büyük özelliğidir, 'Bu yetki kullanılır' diyor ama altında da hemen ikinci cümle 'Danıştay'a hemen dava açılabilir ve Danıştay iki gün içerisinde bu konuda kesin karar verir' diyor. Yani bu yetkiyi sınırsız kullanmasın hükümetler diye yargısal denetimi de hemen getiriyoruz. RTÜK kanunu en azından 10 yıl önce değişmeliydi, geç kalmış bir işi büyük bir başarıyla yaptık. Maddenin kaldırılması uygun görülmedi, varlığından bugüne kadar şikayet olmamışlardı.

ŞİVAN PERVER'LE BİRBİRİMİZİ KUCAKLADIK

Almanya'ya gitmiştim, ikinci gün akşam bazı arkadaşlarım Şivan Perver'in beni ziyaret etmek istediğini söyledi. Kendisini hiç tanımıyordum, bazı türkülerini dinlemiştim, geçmişteki siyasi hayatıyla ilgili bilgilerim vardı. Çok iyi bir ozan, Türkiye hasretiyle yandığını söyleyen bir insan, bizim müşterek kültürümüzün yetiştirdiği çok önemli bir kişi. Kaldığım otele gece 12.00'de geldiler üç arkadaşıyla birlikte, birkaç saat çok güzel bir sohbet yaptık, birbirimizi kucakladık. Türkiye hasretini ifade etti, demokratik açılımın başarıya ulaşması gerektiğini ve bunun Türkiye'nin bir şansı olduğunu söyledi. Kendisine bir görev düşüyorsa... Almanya'da bir konser tertipleyebileceğini, konserde Türkiye'den gelen dostlarıyla birlikte türküler okuyabileceğini, bunun bir flarmoni orkestrasıyla olursa çok daha güzel olabileciğini aktardı. Ben de memnuniyetimi paylaştım. Bu dönüşte haber oldu, sonrasında örgütün de, Türkiye'de bazı siyasetçilerin ve bir iki tane gazetenin hedefi haline geldi. O gazeteleri siz de çok iyi bilirsiniz, orada Kürtlere ihanet eden adam olarak gösterildi. Sanki hükümetle pazarlık yapmış bir insan olarak görüldü. Düne kadar adeta taptıkları insanı, söylediği olumlu cümleler sebebiyle, TRT 6'daki üç beş dakikalık konuşması sebebiyle düşman haline getirdiler. Buna hepimizin karşı çıkması lazım. Şivan'ı korumak, Türkiye'ye dönüşünü temin etmek her yurtseverin bir görevi. Başbakan yardımcısı veya siyasetçi etiketlerini taşımasaydım da aynı mücadeleyi verirdim. Başta medya olmak üzere Türkiye'nin yetiştirdiği büyük değer Perver'e sahip çıkmamız lazım. Şivan'a Kürtler de Türkler de bu coğrafyada yaşayan milyonlarca insan da bir kardeşi olarak sahip çıkmalı.

HAKİKAT KOMİSYONUNA BENCE GEREK YOK

'Hakikatleri Arama Komisyonu' veya 'Kayıp Komisyonları'yla ilgili önerileri somut olarak söylerseniz bunları cevaplandırırım. Meclis'in çalışmalarını yakından takip ediyorum, samimiyet testine kimseyi tabi tutamam, kalbini açıp bakamam. Ancak ben Diyarbakır'a veya Şırnak'a birkaç defa gittim. Diyarbakır'da 48 sivil toplum örgütünün temsilcileriyle konuştum, aralarında şimdi CHP'ye katılan Sezgin Tanrıkulu da vardı. Orada bir tanesi dedi ki, 'Böyle bir komisyona gerek yok ama keşke kurulsa da PKK'nın cinayetleri de ortaya çıksa.' İşin o tarafını düşünmüyor onlar. Bunu söylerken sadece belki geçmişte yaşanan travmaların araştırılmasını istiyorlar, haklı olabilirler. Ama bu bir İmralı veya örgüt söylemiyse arkasındaki samimiyete baktığımızda o Diyarbakırlı kardeşimizin söylediklerini hatırlıyorum. Keşke böyle bir komisyon kurulsa da örgüte ihanet etti diye yakılan, çocukları gözleri önünde öldürülen, dağa kaçırılan olaylar da ortaya çıksa.

Bunu söylediğinizde bir kısmının 'Tamam tamam, orada kalsın' diyeceklerini biliyorum. Böyle bir komisyon kurmaya gerek yok, 8 yıldır iktidardayız, dönemimizde 55 çete ve mafya çökertildi. Bizden önceki dönemlere baksınlar, 91'den 95'e kadar şu kadar cinayet var, hiçbirinin faili bulunamadı, 2002'den geriye gidersek hiçbir toplumsal olayla, Kahramanmaraş veya diğerleriyle hiçbir siyasi parti ilgilenmedi.

8 yıldır faili meçhulleri konuşuyoruz, 8 yıldır kuyular kazılıyor, 8 yıldan bu yana toplu cesetlerin bulunduğu yerler araştırılıyor. 8 yıl önce bunları kimse konuşamıyordu, kimse itiraf edemiyordu. Bugün kurmay albaylar bile bu cinayetler sebebiyle mahkemelerde yargılanabiliyor. Belediye başkanları yargılanabiliyor. Şırnak olaylarıyla ilgili bağlantılı olarak söylüyorum. İlk defa bizim dönemimizde herkes yaşadığı acıları anlatmaya başladı, bu olayların üzerine gidiyoruz.

TÜRK BAYRAĞI ÖNÜNDE POZ VERENE CEZA VERİLMELİ

30 yıl işlenmiş cinayetleri araştırmak için komisyon kurulabilir mi, kurulabilir. Meclis araştırması icrai bir sonuç ortaya çıkarmaz, sadece tespitle ilgili kalır. Ben Meclis başkanıyken TBMM lojmanlarında işlenen bir cinayetle ilgili bir komisyon kurdurdum, belli bir sonuca ulaşıldı ancak tavsiyeden öteye geçmiyor. Faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonu 91'de kuruldu ancak o dönemdeki hükümetler bunların çalışmalarına izin vermedi. Hazırlanan raporu bile bastırmadı. 8 yıldan bu yana bir tek faili meçhul Hablemitoğlu cinayetidir. Onun dışındaki bütün failler 36 saat içinde bulunmuştur. Yargı kararını vermiş veya vermemiş. Elbette yakalandıktan sonra Türk bayrağı önünde kahraman gibi poz verenlerin de cezasını vermek gerekiyor, bunlar ayrı şeyler. Hükümet olarak biz faili meçhul cinayetlerle ilgili dört başı mamur çalışıyoruz, ayrıca araştırma komisyonu da kurulabilir, komisyon hükümete yön verecek durumda değil."

Ntvmsnbc