Zaman Gazetesi Yazarı Şahin Alpay, bugünkü köşe yazısında "Gazete buzdolabı değildir" diyor.
 
İŞTE ALPAY'IN YAZISI:
 
Gazete buzdolabı değildir
 
Zaman zaman "Gazete buzdolabı değildir..." hatırlatmasını yapan yazılar kaleme alma gereğini duyuyorum. Söz konusu hatırlatmayı şöyle özetleyebilirim: Medya işi herhangi bir ticari faaliyet değil. Zira bağımsız medya, özgürlükçü demokrasinin en önemli kurumlarından biri. Neden? Çünkü:
 
1) Yurttaşların siyasi konularda sağlıklı tercihler yapabilmeleri için, doğru haber ve güvenilir bilgiye; olayların ardındaki gerçeği aydınlatmaya yönelik, nitelikli yorumlara ulaşabilmeleri gerekir.
 
2) Siyasi, iktisadi, idari ve kültürel güç sahiplerinin hukuka ve ahlaka uygun davranıp davranmadıklarının denetlenmesinde en büyük rol medyaya düşer.
 
Peki, medyanın demokratik işlevini gereğince yerine getirebilmesinin koşulları nelerdir? Kısaca şunlar:
 
1) Yasalar ifade ve basın özgürlüğünü güven altına almalıdır.
 
2) Medyada çoğulculuk, rekabet hakim olmalıdır. Bunun için yasalar medyada devlet tekeline veya özel mülkiyet temerküzüne, yani aşırı büyük şirketlerin ya da kurdukları kartellerin egemenliği altına girmesine izin vermemelidir.
 
3) Üniversiteler için akademik özerklik ne ise, medya için editoryal bağımsızlık da odur. Gazetelerin meslekle ilgili yönetimi gazetecilere ait olmalıdır.
 
4) Gazete çıkarmak, buzdolabı üretmeye benzemez. Medya patronluğu demokratik sorumluluk yükler. Patronlar ellerindeki medyayı öteki alanlardaki ticari çıkarlarını geliştirmek ya da reklamlarını yapmak için kullanamaz.
 
5) Gazeteciler meslek ilke ve ahlakını içselleştirmeli, bunları gerek devlete gerekse patronlara karşı korumak için örgütlenmeli ve dayanışma içinde olmalıdır.
 
Bu defaki hatırlatmayı hangi vesileyle yaptığımı biliyorsunuz: Doğan Medya Grubu'nun (DGM) Milliyet ve Vatan gazetelerini satması ve duayenimiz Hasan Cemal'in "Satıldık ey halkım!.." mealindeki feryadı... İkisini de hayırlı buluyorum. Umarım, birincisi medyada çoğulculuğa yarar; ikincisi de, gerek medya patronlarına, gerekse "gazeteci milleti"ne sorumluluklarını hatırlatır.
 
Her ne kadar DMG patronu Aydın Doğan'ın kızlarından biri, "Büyük bir medya imparatorluğu etiketi üzerimize yapıştırıldı. Biz kendimizi öyle görmedik..." diyorsa da, herhalde "onlar" dışında kalan herkes, medyanın yaklaşık yarısına ve reklam gelirlerinin yaklaşık yüzde 60'ına sahip olan DMG'nin fazla büyüdüğünün, vesayet düzeninin kalelerinden biri haline geldiğinin, hükümetlerle patronaj (havuç-sopa) ilişkileri içine girdiğinin, editoryal bağımsızlığa pek saygısı olmadığının, medya-dışı çıkarlarla fazla içiçe olduğunun, vs. yeterince bilincindeydi. Bu nedenlerle DMG'nin daha da küçülmesi muhakkak ki demokrasimiz açısından daha da iyi olacaktır.
 
Gazete çıkarmak buzdolabı üretmeye benzemediği için, demokrasiler medyada çoğulculuğu korumak amacıyla (öteki iş alanlarıyla ilgili olanlardan farklı) özel önlemler geliştirmiştir. Bunlardan biri medyada mülkiyetin sınırlandırılmasıdır. Evet, AB müktesebatı medyaya diğer üretim dallarından farklı bir rekabet rejimi öngörmüyor. Ama Avrupa Konseyi'nin üye hükümetlere (pek uyulmayan) tavsiyesi, medyada pazar payının yüzde 10 ile sınırlandırılması. (Bkz. Recommendation No. R (99) 1 on measures to promote media pluralism.) Birçok ülkede, özellikle de Anglo-Amerikan demokrasilerinde (son yıllardaki gevşetmelere rağmen) çapraz mülkiyet (yani hem gazete, hem radyo-tv sahibi olamama) yasağı uygulanıyor.
 
Türkiye'de patronların ellerindeki medyayı hükümetlerle patronaj ilişkileri amacıyla kullandıkları bilindiğinden, RTÜK Kanunu'nda mülkiyet sınırlaması ve kamu ihalelerine girme yasağı vardı. Ne var ki DMG'nin son koalisyon hükümeti üzerinde kurduğu baskı sonucunda sınırlama gevşetildiği gibi, kamu ihalelerine girme yasağı da kaldırıldı. Evet, AB'nin rekabet mevzuatında medya patronlarına ne mülkiyet sınırlaması, ne çapraz mülkiyet, ne de kamu ihalelerine girme yasağı var. Ama bunların hepsi Türkiye gibi, demokrasiyi yerleştirme mücadelesi içinde olan bir ülke için kesinlikle gereklidir.- yenişafak