Ülkemiz büyük felaketler yaşıyor.

Yaşadığımız felaketler canımızı yakıyor.

Akdeniz ve Ege bölgesi yangınlarla mücadele ederken, Van ilimizde sel felaketi yaşanıyor.

Sel önüne kattığı her şeyi sürüklüyor.

Acılar yüreğimizi yangın yerine çevirdi.

Bütün bunlar yaşanırken ülkemizin merkezi diyebileceğimiz Konya'dan vahşet haberiyle sarsılıyoruz.

İnsan her gün uyandığında yüzünü gördüğü komşularının hayatlarını nasıl kast edebilir?

Yedi cana nasıl kıyabilir?

Anlamaya çalışıyoruz.

Geçtiğimiz Ramazan ayında bayrama bir iki gün kala aynı ailenin hanesine yine aynı komşu aile ve kışkırttığı elli altmış kişilik grupla: 'Sizi burada yaşatmayacağız!

Defolup gideceksiniz!

Burada Kürtleri istemiyoruz!' ve benzeri sözlerle saldırdıkları, canlarına kast ettiklerini ilgili haberlerden öğreniyoruz.

Olay bu kadar vahim iken, tutuklananların periyodik bir şekilde tahliye edildiklerini öğrenmek ise şaşkınlığımızı bir kat daha artırıyor.

Yani bir yerlerden cesaret bulduklarını söyleyebileceğimiz saldırgan aile, komşu aileden yedi kişiyi acımasız bir şekilde katlediyor.

Konya'da felaket geliyorum demiş ama güvenlik ve yargı kurumu mağdur tarafın beyanlarını hiç ciddiye almamış.

Böylece geliyorum diyen felaket gelmiş.

Ailevi veya sair sorunlarını çözmek için bazı insanların güç devşirmek adına 'ırkçı, ayrımcı, ötekileştirici' söylemlere sığınması ülkemizde ilk değildir.

Dünyada da bu yönteme başvuran ahlaksızlar hep olmuştur.

Konya'da meydana gelen bu felakette de saldırganların, pis emellerine ulaşmak için bu kötü yolu tercih ettikleri anlaşılıyor.

Olaylarla ilgili bilgilerde müphemlikler, belirsizlikler var.

Anlaşılıyor ki, olayı normal bir komşu kavgası gibi gören güvenlik ve yargı mensupları tehlikeyi görmemişler.

Devletin koruması altında olan insanların can güvenliğini sağlayamayanlar hakkında acilen soruşturma açılmalıdır.

Hatta yönettiği kurumda, sorumluluk içinde doğru tavrın ortaya çıkmasını sağlayamayan, başta İçişleri ve Adalet Bakanları istifa etmeli, görev kusuru bulunan memurlar hakkında da idari işlemler başlatılmalı, soruşturma açılmalıdır.

Ülke yönetmek ciddiyet ister ve olayların etki analizlerini yapabilme yeteneği gerektirir.

Bunun için geçmişte vuku bulan benzer olayları bilmek ve elde edilen bilgiler ışığında analizler yaparak tedbir almak gerekir.

Kayıt altına alınan olaylar, kurumsal hafızayı da besler ve vakti geldiğinde istifade etmeyi sağlar.

Konya'daki memurlar maalesef olayın ciddiyetini fark edememişler.

İhmalin gereğini yapmak idarenin ve seçilmiş siyasetin sorumluluğundadır.

Siyaset; oyun, eğlence değil, toplumun meselelerine duyarlı olmaktır.

Seçilmiş siyasetçiler, milletin işlerini görmek, sorunlarını çözmek için vardır.

İktidar ve muhalefet olarak başımıza gelen büyük acı ve felaketler hakkında siyaset kurumunun söz söylemesi öncelikli görevidir.

Oluşabilecek felaket ve acıların tedbirinin önceden alınmasını istemek, almayanlara soru sormak ise muhalefetin asli görevidir.

Siyaset bunun için yapılır.

Yaşadığımız acı ve felaketleri engellemek için müşterek hareket gerekiyorsa eğer, bu ağıt yakmanın ötesine geçmeli, acıların tekrarını engelleyecek tedbirler üzerine fikir üreterek çare aranmalıdır.

Zamanında ve gerektiği anlarda görüşülmeyen, görüşülmesi duygusal sebepler ileri sürülerek engellenen şey, kusurları örtme çabasıdır.

Birlik ve beraberlik içinde olmak, olaylar karşısında aciz bir şekilde susmakla değil, cesur bir şekilde yol aramakla ve sorumluları görevlerini hatırlatmakla olur.

Peki, böyle mi davranılıyor?

Hayır!

Ya ne yapılıyor?

İktidar kibirli bir dille meseleye yaklaşıyor ve sayısal çoğunluğuna güvenerek muhalefeti yok sayıyor, her itirazı, yol göstermeyi, çözüm önermeyi, eleştiriyi düşmanlık olarak görmeyi sürdürüyor.

İktidar doğru yaklaşımda bulunmadığı için de siyaset birleştiricilik vasfını kaybediyor.

Yaşananlara baktığımızda bu imkânın kaybolduğu görülecektir.

Kabul edelim!

Birlikte çözüm arayamamanın müsebbibi iktidarın kibirli tavırdır.

Bu kibir öyle bir düzeye gelmiştir ki, sadece muhalefetle değil, milletle duygudaşlığını da kaybetmiştir.

Devletin en tepe noktasının ortaya koyduğu 'laubali, lakayt' tavır felaket yerlerine gittiğinde vatandaşlara çay dağıtması buna örnektir.

Felaket alanlarında çay dağıtmak nedir yahu?

Gerçekten anlamakta zorlanıyorum.

Tekrar söylüyorum.

Artık devleti yönetenlerin milletle duygudaşlığı kalmamıştır.

Cumhurbaşkanının felaket bölgelerinde çay dağıttığı yerde; Bakanların yardım kampanyası başlatması, THK başkanının düğüne gitmesi gibi rezaletlerin yaşanması, yedi insanın hayatını yitirdiği olayı 'kedi, köpek' anlaşmazlığı diyerek bir bakanın olayın vahametini görmemesi olağan sayılır olmuştur.

Yok artık!

Anlaşılmıştır ki, iktidar ülkeyi yönetmemektedir.

İmkânlarını ve aklını milletin hizmetinde kullanma kabiliyetini ve sorumluluğunu kaybetmiştir.

Bu hafta ülkemizin maruz kaldığı göçmen istilasını yazacaktım ama yaşananlar buna engel oldu.

Şu kadarını söylemek isterim ki, 'göçmen, sığınmacılar, mülteciler' sorunu toplumumuzda ciddi sorunlar üretmeye adaydır.

Göçmen meselesi, varlığıyla büyük riskler taşımaktadır.

Ülkede yaşanan 'yönetememe' sorunu maalesef bu konuda da kendini göstermektedir.

'Göçmen, sığınmacı, mülteci' sorununun; güvenlik, ekonomik, sosyal, hukuki, siyasi vb. birçok yönü vardır ve her bir yönü dikkate alınarak çözüm aranmalı, toplumsal dinamikleri tahrik eden yönleri absorbe edilmeli, düşmanlaştırma ve ötekileştirici üsluptan dikkatle uzak durmak gerekiyor ama nerede o özen?

Doğrusu göremiyoruz.

Hala mesele, Ensar-Muhacir açısından bakılmak isteniyor veya ucuz işgücü katkısından bahsediliyor.

Oysa mesele çoktan Ensar-Muhacir boyutunu aşmış, Ensar-Muhacir söylemi sempatik olma özelliğini kaybetmiş, antipatik çağrışımlara sebep olmaktadır.

'Göçmen, sığınmacı, mülteci' sorunun çözümünde; derhal ve sükûnet içinde 'Millet vicdanı ve Devlet aklı' devreye sokulmalıdır.

Ülkenin kötü yönetilmesi, toplumda sıkışmışlık duygusunu artırmakta, insanları karşılaştıkları sorunlar karşısında suçlu aramaya sevk etmektedir.

Toplum, sorunlarını çözecek iradeyi bulamazsa eğer, kendi işini kendinin görmesine sebebiyet verebilir ki, bu risk gözardı edilmemelidir.

Toplum bu yolu düşünmeye başlar, uygulamaya sokarsa, felaketin boyutlarını tespit etmek mümkün olmaz.

Son söz olarak; milletlerin hayatında fetret dönemleri olabilir, büyük milletlerin büyüklüğü böyle dönemleri en az bedelle aşmakla ortaya çıkar.

Ben milletimizin feraset, basiret ve birikiminin bu zor zamanları suhulet ve sabırla aşacağına inanıyorum.

Daha doğrusu inanmak istiyorum.

Yeter ki, sağduyumuzu yitirmeden, sükûnetimizi muhafaza ederek, aklıselim ile hareket edelim.

Allah milletimize sabır versin ve yardımcımız olsun.