Protokol devlet olmanın bir gereğidir. Devlet görevlileri arasındaki ilişkiyi düzenler. Statüyü korur ve herkesin devletteki konumunu belirleyen  bir yapıdır.

Resmi tören ve kutlamalarda bir kurumu tek kişi temsil eder.Eşler beylere kokteyllerde  ve yemeklerde eşlik eder.

Protokolün özü saygı ve nezakete dayalıdır.

Hal böyleyken bizde protokol krizleri eksik olmaz nedense her bayramda ya da resmi törende gündem belirleyici bir ayranı kabaran biri bulunur.

Hem de sudan bahanelerle…

Kimisi oturduğu sandalyeyi beğenmez hırgür çıkarır…

Kimisi önündeki sehpaya su konmamıştır ona atarlanır…

Kimisi ilçe başkanıdır falanca parti temsilcisinin arkasına düşmüştür onun kavgasını yapar…

Kimisi geç gelmiş yerini kaptırmıştır sandalyesini geri almanın cengini yapar…

Kimisi bir şeyi bahane eder efelenir, çevresine tehditler savurur…

Kimisi siyaset üretme aracı olarak kullanır, istismar eder…

Ama bu cengâverliği yaparken hepsinin sığındığı ortak gerekçe temsilcisi oldukları kurumun onurunu korumaktır.

Bunların hepsi bize özgüdür, Batılı Ülkelerde bizdekilerin örneğine pek rastlanmaz. Yoksa ayıplanır.

Bizde ise kavga etmek, savaşmak,gözünü budaktan esirgememek kültürümüzle biraz da genetik yapımızla alakalı bir konudur.

Ne de olsa ekseriyetimiz “fizik merkezlidir”.Bizim felsefemizde sadelik,sükunet garibanlıktır.Külhanbeyliğin, gösteriş, şatafat ve azametin bizi yücelttiğine inanırız. .

“Yıl 1988 yer Berlin

Berlin Avrupa Kültür Başkenti seçilmiş, Dünya’nın en ünlü senfoni orkestralarından biri konser verecek.

Başlama saati 20.30…

Salon ağzına kadar dolu, iğne atsan boş yer yok.

Cumhurbaşkanı ve eşinin oturacağı ön sırada iki koltuk ayrılmış.

Konserin başlamasına 2-3 dakika kalmış ama Cumhurbaşkanı teşrif etmiş değil..

Bu arada ayakta kalan iki kişi geldi onlara ayrılan yere oturdu.

Daha sonra Cumhurbaşkanı kapıda göründü.

Koşuşturma yok, telaş yok.

Koltuğun dolu olduğunu görünce eşi bir yana kendisi bir yana boş buldukları koltuğa oturdular.

Ama hiç de sorun olmadı”.(M.Tınaz Titiz)

Başka bir örnek…

“Lisenin küçük sınıflarında iken evden okula gitmek için bindiğim şehir otobüsüne civarda oturan zamanın (İsviçre) Cumhurbaşkanı Motta da binerdi.

Otobüs bir gün dolu idi. Oturacak yer kalmamıştı.

Motta bindi kimse kımıldanmadı.

Ayağa kalktım, yerimi kendisine vermek istedim.

O da nazik bir tavırla “istemez evladım, şimdi ineceğim”, dedi.

(…) Başka bir gün de Motta durağa varmadan evvel vermesi gereken durma işaretini, devlet işlerine daldığı için olsa gerek, geç verdi.

Şoför buna sinirlendi, biraz mırıldandı, fakat otobüsü durdurttu.

Cumhurbaşkanı Motta da şoförün mırıldanmaları için de mahcup mahcup otobüsten indi.”(Sadece Diplomat, Zeki Kuneralp, s.19)

Örnekler bize gösteriyor ki,“Sadelik en gelişmiş uygarlık düzeyidir,” sözü elin memleketi için boşuna söylenmiş değildir.

Protokol krizi bize özgüdür, biraz da kültürle alakalıdır dememi açıklamaya bu iki örnek yeterlidir, sanırım.

Kültürle ilişkilendirmekten kastım protokol krizine neden olanların tahsille, meslekle, aydın olup olmamasıyla ilgili değildir, toplumdaki yerleşik algıyla alakalı bir konudur.

Yörüklükten gelmiş olmaktan kaynaklı olacak ara sıra ayranımız kabardığı olur, yalın kılıç cenk edesimiz tutar.

Yoksa 19 Mayıs kutlama törenlerinde yaşanan hem de ikisi de aynı kuruluşun üyesi Avukat Efeler Belediye Başkanı Fatih Atay ile Baro Başkanı Gökhan Bozkurt arasında yaşanan kriz meydana gelmez ve arkası da bu güne kadar sürdürülmezdi.

Hâlbuki Gökhan Bozkurt olay sonunda Fatih Atay’ı kınama mesajı yayınlamak yerine ironi yaparak “Bu gün Atamızın Samsun’a çıkışının 100.yıl dönümü kutlamalarında şahsıma ayrılan protokol koltuğunda Aydın Barosunu Fatih Atayı’ın zarif, emekli öğretmen eşi Güney Hanım temsil etmiştir”, deseydi bir de ironisini teşekkürle süsleseydi, kubbede hoş bir seda bırakmaz mıydı?

Böylelikle hem tepkisini daha şık bir şekilde dile getirmiş olurdu hem de en azından bundan sonra düzenlenecek törenler için Fatih Atay’ı daha özenli davranmaya davet etmiş olurdu hem de eşleri işgalci konumuna düşmüş olmanın mahcubiyetini yaşamazdı.

Fatih Atay da 23 Nisan da yaşanan ama gündeme gelmeden geçiştirilen  olayın önüne geçmek adına tören öncesinde protokol sorumluları ile temasa geçerek koltuk sorununu baştan çözebilirdi.

Ayrıca Fatih Atay’ın olay sonrası yaptığı açıklamada “taciz” gibi duyanda negatif çağrışımlar yaptıran sözcükler kullanmasının da yenilir, yutulur tarafı yoktur.

Konuşulması, tartışılması gereken bunca sorunu olmasına rağmen bir haftadır Aydın hiç gereksiz yere ikili arasında karşılıklı suçlamaya yönelik polemikle vakit geçiriyor.

Gönül isterdi ki, gerek Efeler Belediyesi gerek Baro Başkanlığı hiç yere enerji harcayacaklarına 19 Mayıs’ın 100. Yılının tarihi ve felsefi önemini anlatan aktivitelere öncülük etsinler.

Ama ne var ki, kızmak için pireyi bahane edenin öfkesi aklının önüne geçiyor ve kavgadan, cenkten başka gözü bir şey görmüyor.

Karşılığında da zararla oturan sadece öfkeyle kalkan olmuyor, Aydın da kaybediyor.

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!