FETÖ Terör Örgütünün Belediyeler İmamı olduğu iddiası ile yargılanan Erkan Karaaslan şüpheli sıfatıyla iki davanın ilki 25 Nisan’daki(2019) Aydın 2.Asliye Ceza Mahkemesinde ikincisi 14 Mayıs’taki 1. Ağır Ceza Mahkemesinde verdiği ifadelerde bazı isnat ve iddialarda bulundu.

O iddialarda yerel seçimler öncesinde ziyaretin sıkı kurallara bağlı olduğu Sincan Cezaevi’nde kurallar dışında kendini ziyaret eden Aydınlı bir gazeteci için “Özlem Çerçioğlu ve Ekrem İmamoğlu hakkında aleyhte ifade verirsen tahliye olursun”, tehdidinde bulundu, dedi.

İkinci duruşmasında da başka bir iddia ileri sürdü ve bazı bakanların da gerek kendisine gerek ailesine ulaşarak aynı telkinlerde bulunduklarını ifade etti.

O böylece hem İstanbul seçiminin iptaliyle yeterince ısıngın siyasetin ateşini daha da yükseltti hem de bu iki isim üzerinden dikkatleri üzerine çekerek Türkiye gündemine oturdu.

Peki, Erkan Karaaslan’ın bu ifadelerinden ne anlamalıyız, çıkaracağımız sonuçlar ne olmalı?

BİR: Erkan Karaaslan bilinen kadarıyla sözlerini ölçmeden, tartmadan sarf edecek bir kimse değildir.

O nedenle birinci duruşmada ifade vermediği iddiası da dikkate alındığında bu duruşmadaki her bir sözünün birilerine mesaj niteliğindeki sözler olduğu muhakkak.

İddia ettiği şekilde bakan seviyesindeki devlet görevlileri “Özlem Çerçioğlu ve Ekrem İmamoğlu hakkında karşı ifade ver kurtul” dedilerse bu yöndeki telkinleri reddetmesinden onun itirafçı olmayı kabul etmediği sonucu çıkar.

Bu da her iki aday hakkında seçim öncesi sonucu etkilemede müessir olacak bir polemiği önlediği anlamına gelir.

İKİ: Erkan Karaaslan’ın duruşmada adını verdiği yerel gazeteci Özlem Çerçioğlu’nun yabancısı olduğu bir şahıs değildir.

2014 seçimlerinde kendilerince muhalif basını takiple ve kontra önlemler almakla görevli, sonrasında da belirli bir süre büyükşehirle muhabbeti devam eden bir kimsedir.

ÜÇ Erkan Karaaslan’ın iddia ettiği gibi bazı bakanlar hırslarına yenik düşerek “milli iradeyi” manipüle etme girişiminde bulundularsa onlar ileride yüzleşmede zorlanacakları bir iş yapmış demektir.

Örneği de 1946 seçimlerinde yaşananlardır.

Çok partili dönemin tek dereceli ilk seçimi tarihe adı “açık oy, gizli tasnif” olarak geçen 21 Temmuz 1946’da yapılan milletvekilliği seçimleridir.

Öncesindeki seçimlerde seçmen ilkönce temsilci delegeleri seçer, onlar da milletvekillerini belirlerdi.

Ayrıca öncekiler gibi 1946 seçimleri de her ne kadar adı çok partili seçim olsa da mülki amir ve CHP’li parti müfettişlerinin gözetim ve denetiminde yapılan bir seçimdi.

Yargı denetimindeki çok partili dönemin ilk seçimi Demokrat Parti’nin zaferiyle sonuçlanan İzmir Bağımsız Milletvekili Halide Edip Adıvar’ın Meclis’e “Demokrasi Bayramı” olarak kutlanması teklifinde bulunduğu 14 Mayıs 1950 seçimleridir.

Demokrat Parti’nin bu başarıyı elde edeceğine pek ümit yoktu. Onu güçlendiren 21 Temmuz 1946 seçimlerinde CHP’li memurların, bakana varıncaya kadar CHP’li parti temsilcilerinin hazımsızlıktan sandıkta Demokrat Parti’nin hakkının gaspına alet olmaları, göz yummalarıydı.

Çoğu yerde oylar açıktan atılmış, sayımlar gizli yapılmış nihayetinde kazanan kapalı kapılar ardında belirlenmişti.

Bu arada da İstanbul’da seçime hile karıştırdıkları gerekçesiyle üç DP’li milletvekilinin mazbataları verilmemişti ve ülke genelinde bunun yaşanan örnekleri bir hayli çoktu.

İradesinin bu şekilde iç edilmesini sindiremeyen seçmen de 14 Mayıs 1950’de tepkisini sandıkta göstermiş,1946’da yaşananların sorumlusu kabul ettiği CHP’yi 27 yıllık iktidarından etmişti.

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ve CHP ileri gelenleri uzun süre 1946’daki  “demokrasi ayıbının” mahcubiyetiyle yaşamak zorunda kalmışlar, yüzleşmekten çekinmişlerdi.

Ta ki,1967 yılına kadar.

O yıl yapılan bir parti toplantısında Milli Şef İnönü 1946 seçimleri için:

 “Bir talihsizliktir… Demokratik rejime girmek kararı verdiğimiz zaman bazı zekâlılar ehemmiyetli ölçüde bu seçim mekanizmalarına ne ölçüde hile karıştırılabilir bunu keşfetmeye gayret sarf etmişlerdir.

Biz 1946 seçimlerinde İstanbul’daki marifet yüzünden zedelendik, bütün Ülke lekelendi,” diyebilmiştir.

Yaşanan olumsuzluklardan da dönemin Başbakanı Recep Peker’i ve bakanlardan Cevdet Kerim İncedayı’yı sorumlu tutmuştur..

Bu arada İstanbul Parti Müfettişi Sadi Irmak 14 Mayıs akşamının bir yarısında İsmet Paşa’yı aramış Ordu Komutanı Orgeneral Kurtcebe Noyan’ın “Paşa emrederse komünistlerin hile karıştırdığı varsayımıyla seçime müdahale edebilecekleri,” mesajını iletmiştir.

Karşılığında ise İsmet İnönü “Milli irade nasıl tecelli etmişse buna tüm devlet birimleri başta da kendileri saygı göstermeli,”diyerek teklifi reddetmiştir.(Yıldıray Oğur, Karar. 13.05.2019)

DÖRT: Milli Şef İnönü 14 Mayıs’la ilgili tarihe milli iradeye saygısıyla geçerken baş sorumlu Recep Peker de hem “1946 demokrasi ayıbıyla” hem de 1947 yılı bütçesini eleştiren Demokrat Partililer için söylediği  “psikopat” nitelemesiyle geçmiştir.

İkinci sorumlu Cevdet Kerim İncedayı da 1949’da Meclis Kürsüsü’nde sarf ettiği seçmeni hiçimsereyen “Milleti şimdi serbest bırakırsak oylarını ya Hasso’ya ya Memo’ya verirler” sözleri ve Neyzen Tevfik’in:

“Rızk için Allah Kerim, fısk için Cevdet Kerim”,taşlamasıyla tarihteki yerini almıştır.

Sonuç olarak Erkan Karaaslan’ın ifadelerinde dile getirdiği iddiaları ne derece doğru ne derece yanlış olayları içlerinden anlatan biri çıkarsa hep birlikte öğreneceğiz.

Eğer Erkan Karaaslan’ın anlattıkları gerçekse olayla ilgili Cevdet Kerim’e, Recep Peker’e özenenleri tarih nasıl kaydedecek onu da zaman gösterecek.

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!