Can Dündar / Milliyet

Baştan şunu söyleyeyim: Başbakan"ın Cumartesi Anneleri ile buluşmasını önemsiyorum.
Elbette bu bir ihsan değil. Yıllardır görmezden gelinen horlanan, coplanan ama yılmayan bir hareketin başarısı...
Zaferi demiyorum; zafer, ancak onlar kaybettikleri yakınlarının kemiklerine ve faillerine kavuştuklarında kutlanacak.
Yine de Başbakan"ın kabulü, devletin nihayet bu sese kulak vermesi açısından bir dönüm noktası sayılmalıdır.

Buzlu suda bir gece

Başbakan o görüşmede kendisinin de 1979"da, öldürülen iki arkadaşının cenazesine katıldığı için gözaltına alındığını söylemiş. Bir gece Metris"te kaldığını anlatmış. “Orada işkence gördüm” demiş.
Anlattığına göre soğuk bir hücrede Erdoğan"ın ayaklarını, dizlerine kadar buzlu su dolu bir kovada saatlerce tutmuşlar. Çıkarıldıktan sonra da eroin bağımlılarının bulunduğu sıcak bir odaya almışlar.

Başbakan"ın kayıp yakınlarının derdini dinlemesi çok iyi de, bu kadar acı çekmiş bir kitlenin önünde “Ben de işkence gördüm” deyip bir gece ayağını soğuk sudan sıcak suya soktuğunu anlatması biraz yakışıksız olmuş. Düşüncelerinden dolayı hapse girdiğini hatırlatsa yeterdi.
İsterseniz şu “işkence” olayına yakından bakalım:

1979 mu, 1980 mi?

Metris mi, Davutpaşa mı?
Sanırım doğru tarih, 1979 değil 1980 olacak.
Nisan ayı...
İstanbul"da Sıkıyönetim dönemi...
Erdoğan, Erbakan"ın MSP"sinin Gençlik Kolları Başkanı...
O günlerde solun kalesi olarak bilinen Kâğıthane"de Akıncılardan Necip Kural öldürülmüş. Gençlik Kollarına mensup gençler, Kanarya"daki cenazeden dönüyorlar. Aksaray"a varınca slogan atarak yürümeye başlıyorlar. Polis ve jandarma bu korsan gösteriye müdahale ediyor. Fatih"e geldiklerinde etrafları çevriliyor. O sırada akşam ezanı okunuyor. Gençler ceketlerini yola serip namaz kılmaya başlıyor. Namaz bitince hepsi askerler tarafından cemselere bindiriliyor ve Davutpaşa Kışlası"na götürülüyorlar.

Su dolu koridorda ayakta

Öykünün devamını Erdoğan, ”Bir Liderin Doğuşu” kitabında (Hüseyin Belsi, Ömer Özbay, Meydan, 2010) şöyle anlatıyor:
“Metris"teki ilk gecemizin büyük bir kısmını koridorda ve ayakta dikilerek geçirdik. Zaten istesek de oturamazdık, çünkü yerler su içindeydi. Vakit gece yarısına yaklaştığı halde hiçbir şey yememiştik. El ayak çekilip ortalık sakinleştiğinde bir onbaşı geldi yanımıza... Asker tayınından arta kalan bayat ekmekleri toplamış, bir kazan da çorba kaynatmış, bizi yemeğe çağırıyordu. Nasıl makbule geçti anlatamam. Bir süre sonra yatacak yer gösterdiler. Herkes bir köşeye kıvrılıp yattı.”
Erdoğan, daha sonra Selimiye"ye sevk edildiklerini, birkaç gün sonra savcıya çıkarıldıklarını, suçsuz oldukları anlaşılınca da serbest bırakıldıklarını söylüyor.
Daha 3 ay önce yayınlanan bu biyografide “işkence”den hiç söz edilmiyor.

“Kötü muamele yapılmadı”

Olayın bir tanığı daha var. Son dönem TV tartışmalarında sıkça rastladığımız bir isim:
Mehmet Metiner...
O ise anılarında (“Yemyeşil Şeriat, Bembeyaz Demokrasi”, Karakutu, 2008) şöyle anlatıyor olayı:
“Toplu namazdan sonra askerler tarafından derdest edilip Davutpaşa Kışlası"na götürüldük. Hiçbirimize kötü muamele yapılmadı. İfadelerimiz alındı. Ertesi gün hepimiz salıverildik. Bırakılmadan önce açık havada komutanın da bulunduğu bir esnada toplu bir görüşme yapıldı. Bu görüşmede Erdoğan muhatap kişi olarak ön plandaydı.”

Erdoğan-Komutan şakalaşması

2008"de yazdığı anılarında “Davutpaşa"ya götürüldük” diyen Metiner 2010"da Star"da, (11.11.2010) götürüldükleri yeri Metris diye yazdı. (Odatv de hatırlattı: Metris, 12 Eylül"den sonra açılmamış mıydı?)
Metiner, o yazıda Komutanla Erdoğan"ın ayrılış sahnesine ilişkin yeni ayrıntılar da verdi:
“Komutanın yanında Erdoğan gayet neşeli görünüyordu. Yanlış hatırlamıyorsam, ufak tefek şakalaşmalar da yapılıyordu. Meydanda da bazı gençlerimiz güreşe tutuşturulmuşlardı.”

Eeee? Hani işkence?

1980 döneminde “anarşist” olarak içeri düşüp de komutanla şakalaşarak, arkadaşlarla güreşerek salıverilmek kime nasip olmuş?
İşin aslı şu:
Solcular işkencede öldürülürken İslamcı hareketin sırtının sıvazlanacağı, önünün açılacağı, iktidara taşınacağı bir dönem başlıyordu.
Yine de askerle enseye tokat görünmemek, “Biz de işkence tezgâhlarından geçtik” diyebilmek gerekiyordu.
Bu efsane de o zamandan başladı.
Dün kütüphaneye girip Ruşen Çakır"la, Fehmi Çalmuk"un kitabında (“Bir Dönüşüm Öyküsü”, Metis, 2001) atıf yapılan habere baktık:
21 Nisan 1980 tarihli Sebil Gazetesi, olayları ele aldığı yazısına Erdoğan"ın fotoğrafını basmış ve şu notu düşmüş:
“Şehitlerin defin merasiminde zorla ihdas edilen hadiseler sebebiyle gözaltına alınıp sonra Örfi İdare Mahkemesi"nce serbest bırakılan MSP Gençlik Kolları Başkanı ve İslamcı gençliğin gerçek liderlerinden Tayyip Erdoğan...”
Ah Mehmet Metiner; hiç yazmayacaktın şu şakalaşma işini...