“Kenar-ı Dicle’de Bir Kurt Aşırsa Koyunu,

Gelir de Adl-i İlahi Sorar Ömer’den Onu”

M. Akif ERSOY


 

Demokrasinin uygulandığı ülkelerde seçilmiş yönetimler, aynı yolla değişime razı olmak zorundadır.

Ülke yönetimlerinin değişiminde muhalifler, bazen sert üslup ve yöntem tercih edebilir.

Aslında muhalifleri buna zorlayan, yönetimde bulunanların yaptıkları veya yapmadıklarıdır.

Seçilmişleri korumanın yolu baskı değildir.

Demokrasiyi korumanın yolu, öncelikle özgürlükleri korumaktan geçer.

Özgürlüklerden kasıt, muhalefetin iktidara karşı can yakıcı söylemlerde bulunması da vardır.

Demokratik yoldan seçilmişleri korumak için özgürlüklerin sınırlandırılması ise, istisnalar dışında kabul edilemez.

Seçilmişler üzerinde ne atanmışlar, ne de seçilmiş çoğunluk baskı kuramaz.

Böyle bir kısıtlama ancak, anayasal kurumların bir veya birkaçının kararıyla gerçekleşebilir.

Bunları niçin yazdım?

'Erdoğan değişsin!' demek ve bunu istemek suç değildir.

Erdoğan'ın varlığını siyasi parti liderliğinden daha fazla anlam yükleyenler, aslında bu tutumları sebebiyle Erdoğan karşıtlığını kendileri beslemektedir.

Bu sebeple, 'Erdoğan gitsin!' arzu ve talebi demokratik sürece bağlı kaldığı sürece meşrudur ve 'Erdoğan gitsin!' demek demokratik haktır.

Mesele, bu hakkın nasıl kullanılacağıyla alakalıdır.

Bu hak, demokratik sistem ve teamüllerle olduğunda sıkıntı olmaz.

Erdoğan karşıtlığı olarak tanımlanan şey özünde demokrasi ve özgürlükçü hukuk devleti talebidir.

Biliyoruz ki, her fani ölümlüdür.

Kişinin kendini insanlardan üstün görmesi veya insanların onu kendilerinden üstün tutmaları bu gerçeği değiştirmez.

Erdoğan her fani gibi ölümlüdür.

Erdoğan'a karşı olmak, yönetim anlayışı ve kurduğu düzene karşı olmaktır.

Emri Hakk vaki olsa ve Erdoğan ölse muhalifler; özgürlük, demokrasi, adalet ve hukuk devleti talebinden vazgeçecek değiller.

Erdoğan'da simgeleşen, antidemokratik ve yandaşcı nepotist düzen, Erdoğan ölse bile sürdürülebilir.

Dünyada bunun örnekleri çoktur.

Sorunumuz yönetim biçimidir, kişiler değil.

Erdoğan'a parti liderliğinden daha fazla anlam yükleyenler; en başta kendileri olmak üzere topluma güvenmeyen anlayış sahipleridir.

Oysa sistemlerin, milletlerin ömrü ve mutluluğu kişilere bağlı değildir.

Demokratik toplumlar böyle düşünmez.

Bunun dışında oluşan düşünce ve talep daha çok ataerkil toplumlarda olur.

Bu bakımdan demokrasi beşeriyetin tarihte elde ettiği en büyük kazanımdır.

Bu kazanımı korumak, bireyler ve toplum olmayı becerebilmiş insanlar için çok önemlidir.

Yaşanılan uzun süreçler, ödenen bedellerle elde edilen kazanımları insanlar, lidere teslimiyet kolaycılığına sığınan yığınların fetişist arzularını terk edecek değildir.

İşte, tam olarak bu yüzden otoriter yenler, zihinleri bulandırmak için 'Yerlilik ve Millilik' gibi duygusal köpürtmelere ihtiyaç duyar.

Her otoriter düzen savunucusunun temel argümanı kesinlikle duygusal köpürtmedir.

Tarih bunun örnekleriyle doludur.

Alman faşizmi ve İtalyan Nazizm’inin insanlığın başına ne belalar açtığını, nelere mal olduğunu ağır bedeller ödeyerek tecrübe ettik.

Bu yüzden otoriter rejimler, meşruiyetlerini sağlamak için taraftarlarını söylem bakımından beslemek amacıyla medya ve kalemşorlar edinirler.

İktidarın 19 yıllık süreçte medya üzerinde yaptığı operasyonlara baktığımızda bunu görmemiz mümkün.

Bir zamanlar Doğan medyanın kontrol altına alınması için Petrol ofisinin Doğan medyaya verildiğini, ancak istenen sonuç alınamayınca da Doğan medyaya nasıl 'çöküldüğünü' dönemin aktörlerinin itiraflarından öğreniyoruz.

Bugün ülke medyasının %80'inden fazlasının iktidar borazanlığı yapması boşuna değildir.

Ülke medyası, sadece sermaye olarak değil, beşeri olarak da aynı durumda ve

İktidarın emir komutası altındadır.

Bizler özgür basın dedikçe iktidar, baskısını artırmakta, muhalif basını 'gayri millilikle' suçlamakta, dışarıdan fonlandığını söyleyerek baskısını meşrulaştırmak istemektedir.

Gazetecilik ordu mensupluğu ve devlet memurluğu değildir.

Gazetecilik, kamunun bilgilenme hakkını savunmak, ülkede ve dünyada yanlış giden işlerden kamuyu haberdar etmek; eşitlik, adalet, özgürlük taleplerinin sözcüsü olmak ve hukuk devletinin işlemesini, ülkede semiren çıkar odaklarına karşı kamu kaynaklarının doğru kullanılmasını sağlamaktır.

Bunun için 'Yerli ve Milli' olması değil, hak ve hukuktan yana cesaretli olması gerekir.

Gazeteleri susturmak veya kontrol altına almak, toplum nazarında gayri meşru işlere tevessül edileceğine işaret eder.

Şurası muhakkak; ‘Yerlilik ve Millilik' işlenen suçları örtmek için sıkça kullanılan elverişli aparattır.

Meseleleri bu temel prensip ve uygulamalar üzerinden bakmak icap eder.

Ülkeler, insanların ortak değerlerini geliştirmek ve işbirliğini artırmak için her türlü ilişkiyi kurar ve geliştirir, bunun için fon da oluşturabilir.

Ülkelerin kalkınması için; sermaye, teknoloji, lojistik transferler ne kadar meşru ise, sosyal alanlar ve diğer alanlarda yapılan güç birliği de böyledir ve meşrudur.

(Bu arada ülkenin Afganistan'da asker bulundurma kararını düşünelim!)

Meşruluğun gerekçesi, yapılan işlerin şeffaf ve hukuki olup olmasıyla ilgilidir.

Bu türden işbirlikleri, ihanet olarak görülmeyeceği gibi, bazen gerekli de olabilir.

Üzerinde durulması gereken husus; işbirliği değil, doğurduğu ve doğuracağı sonuçların topluma sağlayacağı fayda ve zarardır.

Ortada ülkenin yasalarına aykırı bir suç varsa eğer, iktidarın görevi durumu yargıya havale etmektir.

Maaşlı memurları aracılığıyla şikâyet ve jurnalcilik değil.

Şurası kesin:

Ülke yönetimlerinin, hem içeride hem dışarıda şeffaf ve hesap verebilir olması öncelikle yönetilen kesimlere fayda sağlar, yönetenlere değil.

Bilelim ki; kim hesap vermekten kaçıyorsa, kirli işler yapmaktadır.

Kirli işler ise, mutlaka adalet çiğnenip, kamudan gizli yapılır.

Bu sebeple;

Bazı dostlara hatırlatmak isterim.

Yazının başına koyduğum M. Akif Ersoy'un şiirinde geçen mısra üzerine düşünmelerinde fayda görüyorum.

Unutmayalım; karşıtına adil davranmak erdemdir.

Devlete dedikodu yapmak yakışmaz.

Vesselam...