Kurban Bayramı tatilinin son gününde, son seferimizi Bozcaada’ya gerçekleştirdik. Antalya’dan başlayan yolculuğumuza sırasıyla Muğla ve İzmir’den devam ettik. Çeşme ve Alaçatı’daki kalabalık görüntüler sonrasında bizi de virüs korkusu sardı. Yol boyunca Ayvalık, Sarımsaklı, Edremit ve Altınoluk girişlerinde de müthiş yoğun trafiğe şahit olduk. Araçlar çok küçük hareketlerle ilerleyebiliyordu. Bu durumu görünce sözü geçen tatil beldelerine uğramaktan vazgeçtik.

TEDBİRLER UNUTULDU

Ve sonunda Bozcaada’ya ulaşıyoruz. Adaya geçmek için kullandığımız feribot bir hayli kalabalıktı. Adaya yanaştıktan sonra vahim bir tabloyla karşı karşıya kaldık. Çok büyük bir ağırlığını yerli turistin oluşturduğu kalabalık, adanın sokaklarına doğru akın etmeye başladı. İlk olarak Bozacaada’nın ünlü ‘çınar altındaki kafesini’ gördük. Oturacak yer yoktu. Yine kalacak yer bulmak için harekete geçtik. Burada da yer bulmak için bir hayli mesai harcadık. Sonunda kalacak yerimizi ayarlamıştık. Ancak neredeyse her yıl geldiğimiz Bozcaada’da kalacak yere ödediğimiz ücret geçen yıla göre neredeyse iki katına çıkmıştı. Ortalama oda fiyatları 300 TL’den başlıyor 700 TL’ye kadar çıkıyordu. Kalacağımız yere doğru ilerlerken adaya gelen turistler Bozcaada’nın muhteşem sokaklarında fotoğraf çekme yarışına girmişti. Virüse karşı alınması gereken önlemler fotoğraf çekme yarışı esnasında unutulmuştu.
BİR FOTOĞRAF 100 TL

Akşam saatleri yaklaştıkça yemek yemek için mekan aramaya başladık. Yeme-içme mekanlarındaki fiyatları görünce şaşırmamak elde değildi. Eğer güzel bir mekanda alkollü bir yemek yemek istersek kişi başı en az 150-200 TL ödememiz gerekiyordu. Mekana göre fiyatlar değişiklik göstermekle birlikte daha yukarı çıkıyordu. Böyle bir mekanda yemek yemektense Bozcada’da güneş batarken Polente’ye çıkmayı tercih ettik. Burada da bizi ilk karşılayan tabii ki ‘kalabalık’ oldu. Turistlere sosyal medyalık çok güzel fotoğraf imkanı sunan Polente’ye giderken, alkollü içecek almak istedik. Geçen yıl 25 TL’ye aldığımız içeceğin fiyatı 50 TL olmuştu. İçinde kuru kayısı ve peynir çeşitlerinin olduğu tabağın fiyatı da 50 TL’ydi. Biz kendi aracımızla yolculuk yaptığımız için minibüs kullanmadık. Minibüs ücreti ise gidiş-dönüş 20 TL’ydi. Yani bir kişi güzel bir doğa olayına şahit olmak ve Instagram için güzel bir fotoğraf çekmek isteyenlerin 100 TL’yi gözden çıkarması gerekiyordu.

AYAZMA PLAJI ERKENDEN DOLDU

Günün bitmesiyle birlikte dönüş için kalacağımız pansiyona doğru yola çıktık. Kalabalık azalsa da hala sokaklarda gezen, mekanlarda oturan insanlar vardı. Ertesi gün, günün ilk ışıklarıyla birlikte Ayazma Plajı’na gitmek için hazırlandık. Amacımız erken gidip plajda sosyal mesafeli bir yer bulmaktı. Ama başaramadık. Çünkü plaj çoktan dolmuştu.

FERİBOT İÇİN KİLOMETRELERCE KUYRUK OLDU

En büyük sürprizi ise dönüş yolunda yaşadık. Aracımıza bindik, iskele yoluna doğru yola çıktık ki hemen durmak zorunda kaldık. Çünkü önümüzdeki araçlar ilerleyemiyordu. İskeleye kadar neredeyse 3 kilometre uzunluğunda araç kuyruğu oluşmuştu. Yolda araçlara su dağıtımı bile yapılıyordu. Bir feribotun yaklaşık 70 araç aldığı düşünülünce trafikte bekleme süremizin çok uzun olacağını da tahmin etmemiz zor olmadı. Saatler süren beklemenin ardından feribota ulaşıyoruz. Gelişimizde olduğu gibi dönüşümüzde de insan kalabalığından bir an olsun kurtulamıyoruz.