Uluslararası Para Fonu (IMF), küresel ekonomiyi istikrara kavuşturmak için çalışan, 189 üyeden oluşan bir kuruluştur. IMF, küresel çapta ekonomik büyümeyi ve finansal istikrarı destekler, uluslararası ticareti teşvik eder ve yoksulluğu azaltmak için çeşitli çalışmalar yapar.

1944’te  Bretton Woods sisteminin bir parçası olarak kurulmuştur. Daha sonra BM yapısının bir parçası haline gelmiştir. Dünya Bankası ile bağlantılı olarak IMF de savaş sonrası ekonomik ilişkilerin yönetimi için en temel kurumlardan biri olarak görülmektedir.

İsminden de anlaşılacağı üzere IMF,  ödemeler dengesinde güçlükler yaşayan üye devletlere uluslararası likidite sağlamak amacı taşımaktaydı. Buna ek olarak Fon, bir istikrarlı (sabitten ziyade) döviz kurları sistemi yürütmekle yükümlüydü. Spesifik bir para birimi, dolarla ifade edilen bir ‘nominal değere’ sahip olacaktı. Eğer bir devletin dış ödemeler dengesi, ‘köklü bir dengesizlik’ içerisindeyse Fon’un da onayıyla bu oranda bir değişiklik yapılabilecekti.



Daha da önce belirtildiği gibi döviz kuru rejiminin denetimine ek olarak Fon, ödemeler dengesi güçlükleri yaşayan üye devletlere borç para vermektedir. Alıcı devletin parasal otoritelerinin bu tür dengesizlikleri düzeltmek için birtakım uygun önlemler alması her zaman varsayılmaktadır ve aslında bu varsayımlar IMF borçlanmasının öyle bir niteliği haline gelmiştir ki ‘koşulluluk hükümleri’, ‘kurtarma paketi’nin bir parçası olmuştur. Bu tür koşulların öne sürülme hakkının tanınması, alıcı hükümetin IMF’ye vereceği bir ‘niyet mektubu’nda belirtilir. Mektupta kabul edilen bu koşulların öne sürülmesini içeren bu süreç, açıkça devlet egemenliğinin ciddi bir yıpranışıdır. Her ne kadar IMF idaresinin kabul edilen ve beklenen bir özelliği ise de tartışılmamış değildir.

IMF’nin, borçları karşısında alıcı devletlerde ortaya çıkan dengesizliği düzeltmek için yapısal düzenlemeler gerçekleştirme geleneği vardır. Buna göre vergileri ve faiz oranlarını artırmak, sübvansiyonlar dahil olmak üzere kamu harcamalarını kısmak IMF’nin tipik politikaları arasında yer almaktadır.





İlk Bretton Woods düzenlemesinin kilit unsuru ABD dolarıydı. 1934’te altın/dolar kambiyo kuru ons başına 35 dolara sabitlenmişti ve bu kambiyo kurunun, bütün niyet ve amaçlarda sabit ve dokunulmaz olacağı varsayılmaktaydı. Savaş sonrası yeniden inşa döneminin ilk zamanlarında dolar hakkındaki en temel kaygı, onun açık vermesiydi. Her ne kadar ABD ödemeler dengesi 1950’lerde açık vermeye başladıysa da bunun ciddi olduğu düşünülmemiştir. Dolar açığı devam ettikçe sistemdeki diğer devletler de Amerika Birleşik Devletleri’nin dolar ihracatı ile finanse ettiği açıkları vermeye devam ettiğini görmek istemekteydiler.

Aslında IMF sistemi, doların ‘altın kadar iyi’ olarak görüldüğü bir altın kambiyo standardıydı. 1944 sonrasındaki sistemin temel bir ilkesi olarak kurulan IMF sabit döviz kurları sistemi, 1960’ların sonuna doğru ciddi bir biçimde sorgulanmaya başlamıştır. 1961’e gelindiğinde ortaya çıkan en büyük problem ABD’nin açıklarıydı. Açık yaparak Amerika Birleşik Devletleri, sisteme fon sağlamaktaydı; ancak aynı zamanda güvenin çökmesi halinde zorunlu bir dolar devalüasyonunun gerekli olacağı riskini de göze almaktaydı. Dolara olan güven nihayet 1971’de yıkıldığında bu hem görülmeye değer hem de çok ciddi bir andı. Dolara yönelik spekülatif saldırılar, altın ile dolar arasındaki bağın askıya alındığını veya tamamen sona erdiğini ileri süren bir dizi ticaret figürü tarafından teşvik edilmekteydi. Ağustos 1971’de ABD Başkanı, doların altına dönüştürülebilirliğinin geçici olarak kaldırıldığını ilan etti. Bir yıl kadar sonra Onlar Grubu (G10) ve Fon’un yönetim kurulunun gerçekleştirdiği bir ortak toplantıda doları, Grup’taki diğer para birimleri karşısında yüzde 10 devalüe etme kararı alındı. Bu kararlar, Bretton Woods sabit döviz kuru sistemini tamamen çökertmiştir.



Şubat 1973’te ikinci bir dolar devalüasyonunun ardından sistem terk edilmiş ve yeni bir ‘dalgalı’ kur dönemi eski sistemin yerini almıştır. Bu değişikliklerin ihtiyatlı ve düşünülmüş müzakereleri, 1973-74’te ilk petrol krizinde azalmıştır. Devletler bir anda, ödemeler dengeleri üzerinde alacaklı veya borçlu hale geçmeye başlamıştır. Her türlü yapısal reform olanağı terkedilmiş ve dalgalı sistem gelecekte de devam etmiştir. Ocak 1976’da Jamaika Antlaşması, dalgalı sistemi yasallaştırmak için Fon’un Anlaşma Maddelerini tadil etmiştir. Gerçekte, o zamandan beri başlıca G10 devletleri merkez bankası yetkililerince oldukça iyi bir dalgalanma ‘yönetimi’ gerçekleştirilmiştir. Jamaika Antlaşması aynı zamanda gelecekte Özel Çekme Haklarının (SDR) Fonun başlıca rezerv değeri olacağını teyit etmiştir.

1980’lerin borç krizi IMF yönetim stratejilerinde önemli bir çalışma alanı olmuştur. Kasım 1982 tarihli IMF Meksika kurtarma paketi, Meksika hükümetinin bütçe açığını ve sübvansiyonları azaltması gibi yapısal düzenlemeler karşısında IMF kredi limitini neredeyse 4 milyar dolara çıkartmıştır. Daha sonra IMF koşulları, IMF kredilerini karşılamak için ticari bankalardan 5 milyar dolarlık bir kredi içermiştir. Meksika anlaşması, diğer IMF kurtarma paketlerine model oluşturmuştur. Borç krizi yöntemlerindeki bu girişimler birçok alıcı için bir Faust pazarlığı olmuştur. Büyüme oranları borçlara ayrılan GSMH oranı yükseldikçe, düşmüştür. IMF yapısal düzenleme talepleri, muhalif gruplardan gelen parti politikası saldırılarının nesnesi olmuştur.

Daha sonra Brady Planı olarak adlandırılan yeni bir girişim, faiz ödemelerinin azaltılması için borçların yeniden görüşülmesine ve bazı vakalarda, borcun tamamen silinmesine imkan tanımaktaydı. IMF, borcun hafifletilmesi için koşul olarak yapısal düzenlemeler üzerinde ısrar etmeye devam etmiştir.





IMF'nin başında 2011 yılında beri Christine Lagarde bulunuyor. Fransız bir avukat olan Lagarde, Forbes dergisi tarafından dünyanın en güçlü 17. kadını seçildi.