Soyadından da anlaşılacağı üzere Bakü doğumlu Nesrin Cavadzade. 11 yaşında ailesiyle birlikte İstanbul’a göçmüşler, üniversitede sinema eğitimi almış ama daha sonra oyunculukta karar kılmış. Onu ilk kez Ben Hopkins’in ‘Pazar: Bir Ticaret Masalı’ filmindeki eczacı rolünde görmüştük. Ardından Hüseyin Karabey’in ‘Gitmek’ filmiyle çıktı karşımıza. Ama dikkatleri Cemal Şan’ın yönettiği ‘Dilber’in Sekiz Günü’ ile çekti. Bu filmdeki performansıyla üç festivalde en iyi kadın oyuncu seçildi. Bu sezon ‘Al Yazmalım’ dizisinde Ayça karakteriyle televizyonda boy gösteren Nesrin Cavadzade, cuma günü vizyona giren ‘Yangın Var’daki ‘Asya’ karakteriyle sinemaya da konuk oldu. İlk defa bir komedi filminde rol alan genç oyuncunun hakkını vermek gerek. Rol arkadaşı Osman Sonant ile birlikte gayet iyi bir ikili oluşturmuşlar ve ikisinin oyunculuğu filmin en önemli artılarından birisi haline geliyor. Nesrin Cavadzade, ne olduğunu, nerede durduğunu ve nerede durması gerektiğini gayet iyi bilen oyunculardan. Konuşurken boşu yok! Bu nedenle uzun söyleşiyi kısaltırken oldukça zorlandım. Türkiye sinemasının ‘geleceği parlak’ oyuncularından biri olduğuna, olacağına inandığım Nesrin Cavadzade ile film, dizi ve sinema üzerine... 

Farklı bir kadın 
Filmdeki karakteriniz Asya’dan kısaca bahsetsek? 

Televizyon dizilerinde filmlerde çok nadiren Doğulu bir kadın resmedilirken belli bir kişiliğin dışına çıkılıyor. Doğulu ve kadınsa üstelik, töre mağduru, boynu bükük, daha kötü eğitimli, muhtaç resmediliyor. Bizim filmde bu tam tersine dönmüş bir vaziyette. Asya daha iyi eğitimli, daha özgüvenli, ayakları yere daha sağlam basıyor. Komik bir durumun içinde daha ciddi, maceraperest. Bir kadın olarak hiç tanımadığı bir adamla 1200 km. yola çıkabilecek kadar cesaretli ve bunun için ailesindeki diğer fertleri de ikna ediyor. Şöyle bir klişe yok yani Batı’dan bir adam gelir ve Doğulu kadını kurtarır.Tam tersine Batı’dan gelen adam Asya’ya nazaran kurtarılması ve önyargılarından sıyrılması gereken ve dünya hakkında bilinçlenmesi gereken; Asya her anlamda daha uyanık bir kadın. 

Biz de değiştik 
‘Yangın Var’ bir yol filmi. Ama insan her yolculuğun sonuna geldiğinda artık başladığı noktadaki insan değildir ya. Sizin açınızdan bakıldığında bütün bu yolculuğun başı ile sonu arasında nasıl bir yol kat edildi? 
Bizde çok değişik, dönüştük. Osman ömründe Doğu’yu görmemişti. Ben bütün şehirlerini gezdim ama Karadeniz’i görmemiştim tıpkı Asya gibi. Çok acayip şeyler yaşadık. Bu inceden inceye Türkiye’nin 30 yıldır kanayan yarasına parmak basan bir yol filmi. Karadeniz’e doğru yol alırken o inanılmaz, tarif edilemez coğrafyanın HES’ler tarafından nasıl talan edildiğini, çekim yaptığımız yerlerin belki de 5 sene sonra olmayacağını, sular altında kalacağını gördük. Her yerde farklı dokunmalar oldu. Ben filmi izlerken benim oyunumda da gittikçe organikleşen bir taraf gördüm. Hepsi bize değdi, hiç birşey teğet geçmedi. 

Bir hikâye iki kişi üzerinden yürüdüğünde iyi bir uyum yakalanması şart oluyor. Osman Sonant ile çalışmak nasıldı? 
Oyunculukta birçok temrin vardır. Gözlerini kaparsın ve arkanı göremeyecek biçimde kendini boşluğa bırakırsın. Partnerine bir güven çalışması olarak yapılır. Osman’la biraz öyleydi. Yani gözlerimi kapatıp kendimi arkaya doğru attım ve onun tutacağına emin olarak. Onun bana attığı pasların hiçbiri havada asılı kalmadı, hepsini karşılamaya çalıştım. Benim de ona attıklarım bir şekilde ona ulaştı. Oyunculuğumuz şöyle güzel bir noktada bence buluştu. Kendi oyunlarımıza konsantre olmaktansa hep karşındakini dinlemekle şekillendi. 

Filmde her iki tarafın da yaşadığı ağır dramlar da var. Bu bir tarafıyla da istismara çok açık bir mesele. Set boyunca bu bıçak sırtı durumun gerilimli halini hissettiniz mi? 
Yapımcımızla, yönetmenimizle, Osman’la sürekli konuştuğumuz ve en hassas olduğumuz konuydu. Çünkü eğer bir biçimde dediğin gibi çizginin öteki tarafına geçmiş olsaydık, kayıp bir deneyim haline de gelebilirdi. Murat Saraçoğlu bu konuda çok yardımcı oldu. Her sahne tek tek binlerce kez prova edildi. Ben kendi adıma şunu yaptım; Asya’ya bir geçmiş yazdım. Mesela Asya’nın babasından bahsettiği filmde iki yer var. Asya’nın babasına ilişkin senaryoda var olmayan bir geçmiş yazdım. O beni çok kararlı ve çok güzel bir noktada tuttu. 

Biraz korktum 
‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ ile bağlantı kurarar yeni Asya’yı şekillendirmek gibi bir kaygı taşıdınız mı? 
Ben o güne gelene kadar güzelliğinin altı çizilmiş bir karakter oynamadım. Ne ‘Dilber’in 8 Günü’nde ne ‘Acı’da ne de oynadığım dizilerde. Hiç güzel kadın formu üzerinden ve bunu altı çizilerek bir şey oynamak durumunda kalmadım. Bir kere dış görünüşüm ile ilgili algım çok zayıf. Hep çocuk olarak kalmamın bir sebebi de bu olabilir. Bununla ilgili algımı kuvvetli hale getirdiğimde belki de daha güvenli bakacağım vizöre, kamerayla ilişkim değişEcek belki. ‘Selvi Boylu Al Yazmalım’ benim Türkân Şoray’ın en hayran olduğum filmlerinden bir tanesidir. Diğeri de ‘Vesikalı Yârim.’ Sonra seçmeler için gidip gelmeye başladığımda önce şöyle bir Asya tarif edildi. “Bizim Asyamız öyle bir Asya ki tıpkı ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’daki gibi. Belki 5 sene sonra geriye dönüp bakıldığında ayakları yere sağlam basan bir kadın kahraman” olsun. Bu beni korkuttu açıkçası.”Siz beni oynatmak istediğinizden emin misiniz, bir insan bütün bu beklentilerinizi nasıl karşılayabilir” dedim. Sonra filmde ürktüğüm o şeyin olmadığını görüp rahatladım. Film sadece aşkı naif yaşayan bir kadını anlatıyor. 

‘Güzel Günler Göreceğiz’ ile Altın Portakal’da ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ seçildiniz. Ödül nasıl bir motivasyon? 
Ödül çok ego okşayıcı bir şey. Çok tatlı geliyor insana ama çok kısa sürüyor. Almadan önce ben alsam diyorsun. Alıyorsun ve ertesi gün unutuyorsun. Çünkü bir oyuncuyu iyi yapan, büyük yapan aldığı ödüller değil de bıraktığı performanslar olduğu için yeniden başka şeyler peşinde koşmaya başlıyorsun.Türkiye yılda 70 film çeken küçük bir endüstri. Bu 70 filmde benim Nesrin olarak yer almak isteyeceğim film sayısı yedi. Diğer 63 filmde ben kendimi görmüyorumdur. Kalan 7 film içinde yer almak için deli gibi çaba sarf etmen gerekiyor. Kendini geliştirmen, kendine yatırım yapman gerekiyor. Dünyada bir oyuncu ödül aldığında bu iki şeye yol açıyor: Kaşesi yükselir ve fazla talep görür. Türkiye’de zaten bu belli. Seneye de öbür sene de muhtemelen 70 film yapılacak. 

Peki pazar bu kadar küçük olunca oyuncular arasında da bir rekabet söz konusu oluyor mu? Rekabet baskısı hissediyor musunuz? 
Hissediyorum tabii hissetmez miyim. Asya için ben şirkete gittiğimde benden önce düşünülen insanların fotoğraflarını gördüm. Bu baskı altında da bir şekilde Asya’nın seçmelerine girip çıkmaya devam ettim. Oyunculuğun doğasında bir izlenme, bakılma, rekabet, birilerinden daha iyi olma çabası zaten var. Eğer bakılmıyorsan, tanınmıyorsan yoksun. Demek ki seni izlemiyorlar. İzlenmediğin zaman kendini var edemiyorsun ve üretemiyorsun. Rekabet içindesin ama bunu nasıl yaşadığın çok önemli. Ben bunu kendimi çok iyi koruyabilecek şekilde yaşıyorum. Tabii ki umutsuz olduğum, “Ah keşke olsaydı” dediğim anlar oldu. 

Oyuncular Sendikası’na üye misiniz? 
Üye değilim. 

Neden? 
Hâlâ aydınlanmamış, oturmamış bir iki soru kaldı. Ama sürekli iletişim halindeyim. Kısa bir süre sonra olacağım. 


Asya olmasaydı Ayça da olmazdı 
‘Al Yazmalım’ dizisinde böyle hafif fettan, işini bilir bir kadın olan Ayça’yı oynuyorsunuz? Bu dizi de ilginç bir biçimde ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ ile bağlantılı... 
Ayça’nın şöyle bir organik bağı var Asya’yla: Eğer ben Asya’yı oynamasaydım Ayça’yı da oynayamayacaktım. Birbirini çok tetikledi. Oradaki kadın olma hali genç kızlıktan yavaş yavaş başka bir şeye evrilme hali Ayça’da bir adım ötesine götürdü. Çünkü Ayça, kadınsı özellikleri ön planda olan, bir bakışta üç erkeği idare eden bir karakter. Biri ötekinin içinden çıktı. 

Film çekmek için henüz erken 
Üniversite eğitiminiz sinema üzerine. Kamera arkasına geçmek var mı planlarda? 
Daha önce oldu aslında böyle çabalarım. Senaryo yazdım Kültür Bakanlığı’na yolladım. Destek alamadı. Onunda bence kendi zamanları var. Ana motivasyonum hep oyunculuktu. Şimdi ufak ufak adım atmaya başladım. O da başka bir özgüven galiba. Kameranın arkasına geçip 70 kişiyi idare edebilme gücü. Önceden desteklenmediği için üzülmüştüm ama henüz kişisel olarak buna hazır değilim.

radikal