Düz ovada siyasi mücadele verilmiyor, neredeyse savaşılıyor
 
Van’dan ayrılmama birkaç saat kala Şırnak’ın Uludere ilçesi dağlık alanında çıkan çatışmada 12 PKK üyesinin öldüğü haberi geldi. Kara haber tez ulaşır, derler. Tam da böyle oldu. Çarşı merkezindeki Ehmedî Xani Parkı’nda önceki günlerin gürültüsünden eser yoktu. Parktaki küçük kürsülerde kümeler halinde toplanan insanlar sessizce çaylarını yudumluyordu. Arada da fısıltıyla karışık konuşuyorlardı. Yüzlerinden acı ve öfkeden daha çok çaresizlik okunuyordu.
 
Gelen ölüm haberleri kalan son ümitlerini de sanki yerle bir etmişti. Bu ruh halini Diyarbakır ve Batman’da da gözlemiştim; defalarca hayal kırıklığına uğrayanlarda rastlanabilecek bir karamsarlıkla bakıyorlar artık her soruna. Zira savaşa en çok kurbanı, barış laflarının en çok edildiği zamanlarda verdiler. Birkaç gün önce polisler, bugün de dağdaki Kürt gençleri öldü. Bu ölümler durmaz, devam eder bilirler. Artık barışı da savaşı da tanıyacak kadar tecrübeye sahipler. Yalancı baharlara kolayca kanmıyorlar. Boşuna umut beslemiyorlar. Onları ne devletin/AK Parti’nin ‘çözümü’, ne PKK’nın ‘barışı’ heyecanlandırıyor; toprağa düşen evlatlarının acısı hepsinden daha gerçek.
 
Devlet ve PKK’nın kesiştiği yer
 
Aslında bu tablo, devletin de PKK’nın da Kürt meselesindeki çözümsüzlüğünün resmidir.
 
Toplumsal sağduyu, 40 binden fazla insanın ölümüne neden olan bu iki savaş düşkünü iradeyi biraz frenlemeyi başardı. Ancak onlar barış için gerekli aklı göstermekten, adımları atmaktan hala acizler. Mızıkçılık yapan çocuklar gibi her fırsatta oyunu bozmaktan geri durmuyorlar; türlü bahanelerle yeniden silaha sarılıyorlar.
 
Küçüklüğümün geçtiği Van’ın ara sokaklarında dolaşırken aklımda “ölüm”e dair sorular uçuşuyor. Kendi kendime “bir işlevi olmalı” diyorum, bu ölümlerin.
 
Öldürmek bu topraklarda hâlâ geçerliliğini koruyan ilkel bir iktidar kurma biçimi. Ölmek de öldürmek de bir işe yarıyor; yani “güç” üretiyor, iktidar sağlıyor.
 
Merkezinde insan olmayan devlet ile siyasi hedefine insanı yerleştiremeyen PKK’nın yolları burada kesişiyor. İkisi de halka sadece “büyük savaş” vaat edebiliyor; bu daha çok ölmek ve öldürmek anlamına geliyor.
 
PKK dışlananları kazandı
 
Diyarbakır, Batman ve son olarak geldiğim Van’da bariz biçimde ilk göze çarpan insanların diken üzerinde, tedirgin halleriydi. Kimse yarınından ümitli değildi. Her an daha büyük bir felaketle karşılaşmaya kendilerini hazırlıyorlardı.
 
Van’a gelişimin ilk günü aynı gergin havayı hissettim.
 
Sokak çatışmalarından dolayı partiler ertelenen seçim çalışmalarına yeni başlıyordu. Esnaflar, birkaç gün önce dükkânlarının taşlanmasına varacak kadar ileri giden sokak çatışmalarının verdiği korkuyu yeni yeni atlatıyordu. BDP’nin seçim otobüsü, şehrin merkezindeki Cumhuriyet Caddesi’nin tam ortasında bulunan Belediye Parkı (yeni adıyla Feqiye Teyran Parkı)’nın önünde müzikle toplanan kalabalığı coşturmaya çalışıyordu.
 
Sarı-kırmızı-yeşil fistanlar giyen yaşlı kadınlar kafileler halinde yola dizilmişlerdi. Uzaklardan, devletin onları yok saydığı arka/öteki mahallelerden akın akın, seçim otobüsünden yükselen müziğe doğru geliyorlardı. AK Parti’nin ihmal edilen Anadolu‘yu keşfi gibi PKK da varlığı kabul bile edilmeyen, devletin dışladığı bu insanları kazanmayı başarmış durumda.
 
PKK seçime girseydi
 
Seçim otobüsünden yükselen müziği dinlerken PKK’nın neden hâla yasadışı olduğunu ve seçimlere giremediğini düşünmeye başladım. PKK olsaydı nasıl bir seçim kampanyası yürütürdü acaba?
 
Bir adaya hapsedilmiş olan liderlerinin mağduriyetini ön plana çıkararak daha fazla oy toplamaya çalışırdı.
 
taraf