Aslında reçete Kongre üyesi Ilhan Omar’ın tweet’inde anlattığı kadar basit: “Sonu gelmeyen savaşlarımızı bitirip askerlerimizi geri getirelim… Dış politikanın merkezini insan hakları, adalet ve barış temeline oturtalım… Global olarak askeri üslerdeki silahlı varlığımızı sınırlandıralım… Diplomatik, ekonomik ve kültürel faaliyetlere yönelik fonları artıralım.

Fakat Amerikan dış politikasına topyekün “reset” atılmasını öneren Omar’ın global gündemi müesses nizama asla uymadığı gibi fevkalade radikal sol eğilimli bulunuyor. Omar, “Amerikan dış politikasına yabancı perspektifiyle yaklaştığını”, içerideki toplumsal refahın da bu adımların atılmasına bağlı olduğunu savunuyor. Sağ eğilimli medya her ne kadar Omar’ın tavrını küstahça bulsa da, kadın Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komitesi üyesi. İsrail politikalarına verilen Amerikan desteğini eleştirdiği için anti-semitizmle suçlanan Ilhan Omar, son çıkışıyla yine muhafazakar medyanın hedefinde; radikal sol bağlantıları olduğu; Küba ve Venezüela sosyalizmini destekleyen “aşırı sol” Barış Tanıkları örgütünden bir grupla iki yıl önce bu grupla Honduras’ı ziyaret ettiği yazılıyor. 

Partinin yükselen yıldızı Alexandria Ocasio-Cortez’in, iklim değişikliğiyle mücadele için ortaya attığı “Green New Deal” önerisine de taraf olan Omar, “İklim değişikliği partiler üstü bir sorundur. Gelin hep beraber bilimden yana olalım” diyor.



Ama bütün bunlar Demokrat Parti içinde sivrilen ilerici kanadın son derece zararlı “sosyalist” fikir ve hareketleri olarak görülüyor; Trump felâketinin 2020 ötesine geçmesi ihtimaline karşı Demokrat cephedeki en büyük tehlike diye niteleniyor sosyalizm. Çünkü Trump ve Cumhuriyetçi Parti cephesindeki sosyal medya trolleri, “Bunlar sosyalist” teranesini enine boyuna işliyor. Cumhuriyetçiler propaganda stratejilerini Demokrat Parti’yi sosyalistlik ve hatta komünistlikle "suçlamak" üzerine kuruyor. Trump'ın Birliği Durumu konuşmasında "Bu ülke asla sosyalist olmayacaktır" mesajı vermesi bu stratejinin işaret fişeğiydi.

“DEMOKRATLAR, SOSYALİZMİ REDDETMELİ”

Nitekim Demokrat adaylardan eski Colorado Valisi John Hickenlooper de yarıştaki bazı rakiplerinin kimilerince “sosyalizm” olarak nitelenen politikalara saptığını öne sürerek;  “Ben kapitalizmi kurtarmak için yarışa girdim, ya sosyalizmi topyekün reddederiz, ya da bu ülkenin gördüğü en kötü başkanı yeniden seçeriz” diyerek uyarıyor partisini.



Sosyalizmle “suçlanan” adayların başında kendisini “demokratik sosyalist” olarak tanımlayan Bernie Sanders geliyor. 2016 önseçimini Hillary Clinton’a karşı kaybeden Sanders’in hatırı sayılır desteği de var; Trump’ın dilindeki adı ise “Deli Bernie”.  Demokrat Parti adayları arasında eski Başkan Yarımcısı Joe Biden, yüzde 38’le önde gidiyor. Kayıtlı 5 bin Demokrat seçmen arasında her hafta yapılan nabız yoklamasında son duruma göre Biden’ı yüzde 20 ile Bernie Sanders takip ediyor. Senatör Elizabeth Warren ise yüzde 9’la hayli geriden üçüncü sırada. Aday bolluğunda sekizinci sıradan itibaren bütün isimler yüzde 1’lik dilimde kalıyor. New York Belediye Başkanı Bill de Blasio dahil dört aday da sıfır çekiyor.



EN BÜYÜK TROL: TRUMP

Amerikan siyasetindeki teamül gereği Başkan yurt dışındayken rakiplerince eleştirilmez. Buna karşılık Başkan da yabancı ülke topraklarında rakiplerine bulaşacak şekilde iç politikaya girmez. Ama Trump bu! Biden yarışa girdiği günden beri, 2020 seçimindeki en muhtemel rakibini Twitter üzerinden hırpalamaya girişen Trump, Japonya ziyareti sırasında sadece sosyal medyadan değil, Japonya Başbakanı Abe ile ortak basın toplantısına bile Biden’ı sürekli eleştirdi; “Başkan Obama ile ikisi, birer felaketti. (Kuzey Kore lideri) Kim Jong Un, Biden’ın ‘düşük IQ’lu bir birey’ olduğunu söylemişti. Sanırım ben de aynı fikirdeyim…” dedi.

Biden cephesi, cevap için Başkan’ın ABD’ye dönmesini bekledi ve “Yabancı topraklarda, eski Başkan yardımcısına karşı eli kanlı bir diktatörün yanında yer almak, bulunduğu makamın onuruyla bağdaşmaz” denildi. Trump durmadı, daha da ileri giderek tweet attı: “Ben esasen Uyuşuk Joe Biden’ın hakkını savunmuştum. Başkan Kim aslında ‘IQ’su düşük budala’ demişti, ‘IQ’su düşük birey’ diye yumuşattım. İnsan buna kızar mı hiç?”





Trump, Tokyo’da da eleştirdiği üzere, 1994 tarihli “şiddet içeren suçlarla mücadele yasası” üzerinden hedef alıyor Biden’ı. 2016 başkanlık yarışında da rakibi Hillary Clinton’a karşı aynı argümanı kullanmıştı. Başkan Bill Clinton’ın first lady’nin desteğiyle imzaladığı bu yasa, özellikle siyahların aleyhinde işlediği ve ıslah yerine cezalandırmayı esas aldığı gerekçesiyle çok tartışılmış, nitekim Hillary Clinton da kampanyada yasanın problemli olduğunu itiraf etmişti. Yasa Kongre’den geçerken Senato Adalet Komitesi Başkanı olan Biden’ın o dönem verdiği destek, şimdi baş ağrısı oldu. Yorumculara göre Trump, federal cezaevlerini tıka basa dolduran yasanın siyahlar aleyhindeki işleyişini öne sürerek, Demokratlara oy veren kitleyi sandıktan uzak tutmaya çalışıyor.

Gerçi hiç kimse, Trump’ın “Siyahlar, Biden’dan çok bana oy verecek” iddiasını, beyaz milliyetçiliği yücelten ırkçı yaklaşımları nedeniyla akla ve gerçeğe yakın bulmuyor ama Biden açısından tehlike gerçek. 2016 seçiminde Trump’ın sözde siyahlardan yana yürüttüğü demagoji etkili olmuş ve Obama’ya oy vermiş 4.6 milyon seçmen oy kullanmayıp Hillary Clinton’ın kaybetmesinde rol oynamıştı.



CİNSİYETÇİLİK VE KADIN ADAYLARIN GÖRÜNMEZLİĞİ

Biden’ın kadın muhataplarıyla sarılmak ve öpmek suretiyle normalden fazla fiziksel temasa girdiği eleştirileri de ayrı bir handikap. Kimse Biden’ı cinsel tacizle suçlamıyor, ancak liberal medya “tacizciliği tescilli Trump, bu eleştirileri de rakibi aleyhinde kullanacak kadar ikiyüzlüdür” diye yazıyor. Cinsiyetçilik açısından Biden’ın esas yumuşak karnı, yıllar öncesine dayanan Anita Hill vakası. Yargıç Hill, halen Yüksek Mahkeme üyesi olan yargıç Clarence Thomas’ı o dönem cinsel tacizle suçladığında, Biden başkanlığındaki Senato Adalet Komitesi’nin 14 erkek üyesi karşısında ifade verirken yerin dibine batırılmış, büyük skandal kopmuştu. Biden 28 yıl bekledikten sonra, adaylığını açıklamadan önce Anita Hill’i arayarak özür diledi. Hill dahil, hiç kimse bu özrü özürden saymadı.



Biden’ın bu dezavantajları nedeniyle Demokrat Parti’nin kadın aday çıkarması yönünde bir görüş var ama nasıl? Karizmaları yerinde, Kongre üyesi olarak ustalıkları tescilli ama görünmez durumdalar. Kadın adaylar medyada erkek rakipleri kadar yer bulamadıkları gibi çoğunlukla olumsuz haberlere konu oluyorlar. Ya da Elizabeth Warren’ı "Pocahontas" diye alaya alan Trump'ın diline dolanıyorlar.

Uzun süredir siyasette olan, halkın da yakından tanıdığı Biden ve Sanders’in medyada daha geniş yer bulması olağan. Ancak önseçim yarışındaki tek gey aday olmaktan başka özelliği bulunmayan South Bend Belediye Başkanı Pete Buttigieg bile deneyimli senatör kadınlardan daha fazla ilgi görüyor haber kanallarında. Tek siyah aday Kamala Harris anket ve bağışlarda yükseldiği halde görmezden geliniyor. Konu dönüp dolaşıp yine aynı noktaya geliyor: MeToo çağında kadınların halen cinsiyetçi önyargılara maruz kalması, medyadaki erkek egemen düzenden kaynaklanıyor.

Son Gallup anketine göre Amerikan halkının yüzde 40’ı Trump’ın başkan olmaya layık karakter ve liderlik vasıflarını taşıdığını düşünüyor. Bu destek 2017’de yüzde 33 oranındaydı. Her ne kadar yüzde 58’lik kesim başkanlığa layık olmadığını düşünse de desteği artıyor. Kadın aday ihtimalinin azaldığı ortamda Amerikalıların şu snapchat filtresiyle başkanlara uyarlanan kadın başkan çehreleriyle yetinmesi gerekiyor.