Herkesin bildiği bir söz vardır: "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar." Doğru olmakla birlikte başkalarının işine gelmeyen sözleri söyleyenlerin sevilmediğini anlatan bir sözdür.

Sanal ortamda sık kullanılan bir karikatür vardır, karikatürde sıraya girmiş insanlar "Mutluluk veren yalanlar" bölümünün önündedir. "Acı veren gerçekler" bölümünün önünde ise kimse yoktur. Yalan ruhumuza o kadar çok işlemiş ki; "Doğruyu söylemek gerekirse" diye başlayan bir cümle kalıbımız bile vardır. Tatlı bir yalan söylerseniz çoğu insan sizi alkışlar, acı gerçeklerden söz ederseniz bu kez çoğu insan size karşı tavır alır.

Her ne kadar söylenen tatlı yalanlar hoşumuza gitse de unutmamamız gereken konu yalanların geçici, gerçeklerin ise kalıcı olmasıdır.

Eskiden de vardı, kendi çıkarı için çabalayan kişiler, şimdilerde çıkarlarını düşünen insanların çoğaldığını çıplak gözle görebiliyorsunuz. Nedense toplum olarak yaşadığımız yozlaşma sonucu yalan, dolan, hile, ahlâksızlık artmakta ve insanlar iki yüzlü davranmaya başlamış durumdadır. Böyle bir ortamda doğru sözlü olan, sözünü esirgemeyen ve sakınmadan herkesi eleştiren kişiyi sevmezler. Herkes onu kınar, yanından ve yöresinden uzaklaştırmaya çalışır. Çünkü bu kişi doğru sözleriyle ahlâksızlık üzerine bina edilmiş menfaat düzenini bozmaya çalışır ve bu durum çok kimseyi rahatsız eder. Dolayısıyla doğruyu söyleyenler çıkarları zedelenen, kusurları yüzüne söylenen, ikiyüzlülükleri yüzlerine çarpılan insanlar tarafından hor görülüp kovulurlar. Böylece yalancılarla dolmuş dokuz köy doğruculardan temizlenmiş olur.

Dokuz köyün yalancıları işini iyi bilir. Her kişinin nabzına göre şerbet verirler. İki yüzlülük onlar için sıradanlıktır. Her rolün ustası tiyatrocular bile onların eline su dökemez. Kaos onlar için olmazsa olmazdır. Bir bakarsın meyhanede sarhoş muhabbeti yaparlar, bir bakarsın camide imamın hemen arkasına dururlar. Bir bakarsın amerikancı olurlar, bir bakarsın en sıkı devrimci. Bin bir surat gibidirler, yalanla beslenirler, doğru söze tahammül edemezler. Onlara göre çıkar için her yol denenir ve elde edilir. Çıkarı yoksa kılını bile oynatmaz.

Çevremiz ne yazık ki bu tür kişilerle çevrili. Siyasetçiler, kamu görevlileri ve daha niceleri arasında oldukça sıkça görülürler. Belgesel yapılsa izlenme rekoru kırabilecek dizi ortaya çıkar.

Siyasilerde oturdukları veya oturmak istedikleri koltuk ne kadar büyükse o kadar çok kişilik değişimi yaşanır, o kadar çok yalan üretilir. Hile ve Oyun kurmada üstlerine yoktur, şeytan bile bunlardan dayak yer.

İki örnekle durumu açıklayalım.

Adam kasabanın birinde belediye meclis üyesi olmak ister ama gittiği parti geçmişinden dolayı aday adaylığını bile kabul etmez. Hemen istifa edip başka bir partiye gider ve belediye başkanlığı için ücretini yatırıp aday adaylığı başvurusunda bulunur. Aday yapılmayacağı kesindir ama adı duyulsun yeter onun için. Adaylar belli olduktan sonra tekrar eski partisine döner ve "Beni ilk sıralardan meclis üyesi aday yaparsanız karşı partiden oy getiririm, benim orada da bir kitlem oluştu" der. İstediğini de alır.

Adam belli bir makam sahibidir. Bulunduğu yerde yaşanan çevre sorunları için sesini iyice yükseltir. Çevreyi kirletenlere karşı amansız mücadele verir. Gel zaman git zaman bu mücadelede sesi birden kesilir. Sonradan ortaya çıkar ki bu işlere çıkar sağlamak için gitmiştir ve karşılığını da fazlasıyla almıştır.

Bunlar en masum oyunlarıdır. Dokuz köyde hüküm sürseler de doğruların yaşadığı onuncu köy onların kabusudur. Onuncu köyde yaşamanız dileğiyle.

"Yalan söylemek, gizlenmek, şikayet etmek ve kendi sorumluluklarından kaçmaya yeltenmek; hayata ve bölünmeye düşmüş kişilerin, varoluş nedenini unutan insanların taşıdıkları yara izleridir." (Stefano E. D'anna