Sağlık Bakanı Recep Akdağ, çocukluk yıllarını anlatırken, “Çocukluğumda iki dişimi de berbere çektirmiştim. Hatta birinde çok ağır apse olmuş; enfeksiyon nedeniyle penisilin yaptırmışlardı” açıklamasında bulundu.


Bakan Akdağ, Yayın Danışma Kurulu'nda TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Cevdet Erdöl, Yıldırım Yıldırım Beyazıt Üniversitesi (YBÜ) Rektörü Prof. Dr. Metin Doğan, Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Rektörü Prof. Dr. Murat Tuncer, Sağlık Bakanlığı eski Müsteşarı ve Ak Parti Adana Milletvekili Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın da bulunduğu Sağlık-İnsan Dergisi'nin ilk sayısı için Bakanlık İletişim Koordinatörü Osman Güzelgöz'e verdiği özel röportajında, çocukluğu, ailesi ve özel hayatıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Erzurum'un eski mahallelerinden Yeğenağa'da 8 Mayıs 1960'da dünyaya gelen Akdağ, röportajında üç erkek kardeşin aileleriyle birlikte yarı ahşap, yarı taştan bir evde oturduğunu, alt katta 2 üst katta 2 aile olarak yaşadıklarını belirtti. Yaklaşık 12 metrekarelik bir odada ikamet ettiklerini ifade eden Akdağ, evin en büyük çocuğu olduğunu ve ilkokul beşinci sınıfta Milliyet Gazetesi'nin bilgi yarışmasında birinci olduğunu; liseyi Ankara Atatürk Lisesi'nde okuduğunu ifade etti.
“Hiç ikmal imtihanına girmediğini” anlatan Akdağ, o döneme ilişkin şunları anlattı:
“Ankara büyükşehir olarak bana o zaman çok zor gelmişti. Biraz da o zaman anarşi ortamı vardı, 12 Eylül öncesi dönemler, Ankara çok zor gelmişti doğrusu. Ama üniversite sınavlarında da yüksek puanlar aldım, o zaman yeni yeni dershaneler vardı Ankara'da. Büyük Dershane vardı, oraya gidiyordum. 'Bir şeyler yapar' denilen bir kişi olmuşumdur. Bu insanı motive ediyor, biraz da baskı oluşturuyor.

"İKİ DİŞİMİ BERBERE ÇEKTİRMİŞTİM" 

Çocukluk dönemindeki sağlık şartlarının çok ağır olduğunu vurgulayan Akdağ, “O zamanlar mahalle ebesi doğumu yaptırırdı. Sağlık şartları açısından ben çocukluğumda iki dişimi de berbere çektirmiştim. Hatta birinde çok ağır apse olmuştu. Enfeksiyon nedeniyle penisilin yaptırmışlardı. Çok ağrılı bir iğneydi, hiç unutmuyorum” dedi.

O dönemde ilkokul çağında olduğunu belirten Akdağ, duygularını şöyle ifade etti:
“İlkokul çağlarındaydım, çünkü arka azı dişler onlar, o yaşlardan sonra değişiyor. Onun dışında biraz da ilk çocuk olmamızın da özelliğiyle ailem bana iyi bakmış. Beni, çocuk doktoruna götürürlermiş para vererek, özel bir muayenehaneye götürürlermiş. Sağlık açısından hatırladığım bunlar. Eskiden çok önemli bir hastalık olmayınca doktora gidilmezdi. Sağlık sistemini ben tıp fakültesine başladıktan sonra fark ettim, tanıdım ve öğrendim.

AKDAĞ GENÇLİK HAREKETLERİNİN İÇİNDE... 

Babası Yahya Akdağ'ın Milli Nizam ve Milli Selamet Partisi'nin Erzurum'daki kurucuları arasında olduğunu dile getiren Akdağ, “Özellikle Milli Nizam kapatıldıktan sonra tabii herkes o tarafla siyaset yapma hususunda korku içindeyken onlar o işleri yaptılar, yaşları da gençti, 38 falan. Sonra 1973'te milletvekili oldu babam, bir dönem milletvekilliği yaptı. Erbakan Hoca'dan o zaman bir anlaşmazlığı olan 14 kişilik bir grup vardı, onlarla beraber ayrıldı partiden ve siyasetten. Daha sonra aktif siyasete pek geri dönmedi. Rahmetli Özal döneminde çok ısrar ettiler, dönmedi” diyerek babasının siyasetçi kimliği hakkında bilgi verdi.

Akdağ, Meclis'e ilk kez babasının milletvekili olduğunda girdiğini belirterek, o zamanlar bir gün kendisinin de Meclis çatısı altında olacağını düşünmediğini söyledi. “Babamın, o büyük ideallerle başlayıp sonra biraz hayal kırıklığıyla biten siyaset macerası, bende siyasete karşı biraz soğukluk oluşturdu” açıklamasında bulunan Akdağ, şöyle devam etti:
“Gençlik hareketlerinin içinde oldum. Mesela, Ankara'da Milli Türk Talebe Birliği'ne (MTTB) gidiyordum, dergi çıkarıyorduk o zaman. Okulda başka gruplarca baskı vardı. Erzurum'a gittiğimde de yine gençlik hareketi içinde oldum.

Lise çağlarında Necip Fazıl'ı takip ettim. Bana, 'senin ilk gençliğini şekillendiren ideoloji ya da düşünce akımı ne olmuştur?' derseniz, 'Necip Fazıl ve Büyük Doğu' derim, hiç düşünmeden. Onun kitaplarını, raporlarını, makalelerini okudum; onun yönlendirdiği ideolojik taraf bana daha cazip geldi. Ne bulmuştuk Necip Fazıl'da? Kendime bakıyorum, kendi inanç değerleri sürekli baskıda olan bir Anadolu insanının (kendimiz için söylüyorum) önde giden birinin cesareti, kararlılığı, pervasızlığı ve inancı, derin imanı, tasavvufla ilgisi de o zaman bizi çok etkiliyordu. Böyle şekillendi. Ben Marx'ı da okudum, ona benzer ideolojilerle ilgili başka kitaplar da okudum ama ana yol göstericimiz o zaman Necip Fazıl'dı.”

"MECLİS SİGARALARINDAN BİR AY KADAR CEBİMDE TAŞIDIM..." 

Sigara ile mücadelede birçok ülkenin takdirini toplayan Akdağ, babasının da 60 yaşlarındayken geçirdiği ağır enfarktüse kadar sigara kullandığını anlattı. Akdağ, o yılları şöyle dile getirdi:
“İçme, babacığım' derdim, O da '40 yıllık arkadaşını insan bırakabilir mi?' derdi. Enfarktüs geçirdikten sonra 'Bu çok vefasız arkadaşmış, ben onu bıraktım ama o beni bırakmadı' dedi.

Üniversiteye başladığım zamandı, babam yeni bitirmişti milletvekilliğini ama Meclis sigaraları vardı, itibarlı sigaralardı onlar, piyasanın en kaliteli sigaralarıydı. Herkes alamazdı, Meclis'le bir ilişkisi olan alırdı. O sigaralardan bir ay kadar cebimde taşıdım, arkadaşlarıma ikram ettim falan, biraz da belki statü sembolü olarak. Ben de o zaman içtim. Erzurum'da ağız keyifçisi derler, içime çekmezdim dumanı. Sonra hoşuma gitmedi, devam etmedim, iyi ki etmemmişim.”

"KOLAYCA FAŞİST DİYE DAMGALANABİLECEK ÖZELLİKLERİMİZ VARDI" 

Akdağ, çocukluğunda dedesinin aldığı Tercüman Gazetesi'ni okuduğunu, yazılarının kısa olduğu gerekçesiyle Rauf Tamer'i daha sonra Ergün Göze'yi, Ahmet Kabaklı'yı takip ettiğini belirtti.

1977 yılında okumaya başladığı İstanbul Teknik Üniversitesi'ne Tercüman Gazetesi ile giremediğini, “ideolojik tarafı ağır bir gazete olmadığını, ancak o günlerde ortanın sağında bir gazete” olduğunu aktaran Akdağ, birinci sömestrinin sonunda okulun bir yıl tatil edilmesiyle birlikte kendisinin de okulu bıraktığını anlattı. Akdağ, şunları kaydetti:
“Orada okuyamayacağımı anladım, beni okutmayacaklardı. Babamın kimliği, okuduğum lise, Erzurumlu oluşum, hepsi dezavantajlarım oldu. Kolayca 'faşist' diye damgalanabilecek özelliklerimiz vardı. Bir de hayatım boyunca hiç böyle susmamış, herhangi bir müdahale ile karşılaştığımda sürekli itiraz edebilmiş bir kişi olarak orada bunu yapamıyorduk, bu imkanımız yoktu. Esir gibi okula gidip gelmek zorundaydınız. Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne 78'de başladım.”
Eşi Şeyma Akdağ'ın da aynı üniversitenin İlahiyat Fakültesi'nde okuduğunu, ancak yarım bıraktığını anlatan Akdağ, “12 Eylül sonrasındaki başörtüsü meselelerinden dolayı okuyamadı. Nişanlandığımızda okulu bırakmak zorunda kalmıştı” dedi. Akdağ, yıllar sonra kızı Cemile'nin de benzer gerekçelerle okumak için Amerika'ya gittiğini anlattı.

"BİRAZ ŞEFKAT GÖSTERİN BANA" 

Kendisini “duygusal” olarak niteleyen Akdağ, bazen çocuklarına “biraz şefkat gösterin bana” dediğini dile getirdi. Büyük çocuklarının il dışında olduğunu belirten Akdağ, mümkün olduğunca onlarla birlikte olmaya çalıştığını ve “arayın, sorun” dediğini ifade etti. Çocuklarının yaşlarının birbirinden ayrı olduğunu, farklı dünyaları bulunduğunu ve bu nedenle ayrı takılmak istediklerini anlatan Akdağ, bu durumda kendisinin duygusallaştığını vurguladı.

"PROFESYONEL BİR KAMU YÖNETİMİNE GEÇEBİLMİŞ DEĞİLİZ" 

“Türkiye'de hala profesyonel bir kamu yönetimine geçebilmiş değiliz” eleştirisinde bulunan Akdağ, şöyle devam etti:
“Kamu yönetiminde hala insanlara profesyonelce yüksek ödemeler yapamıyoruz, özellikle üst yöneticilere. Üst yönetim büyük ölçüde idealist insanların omzunda taşınıyor. Biz de böyle yaptık. Daha ziyade idealist insanlarla çalışıyoruz. Kamuda ödenen üst yönetici rakamlarıyla bizim sektörümüzde üst yönetici istihdam etmek çok zor.”

"MUAYENEHANEMDE BU ÇOCUKLARLA İLGİLİ OLARAK 5 KURUŞ ÖDEYEN KİMSE YOKTUR" 

Akdağ, yaklaşık bir sene kadar muayenehane hekimliği yaptığını, ardından da politikaya atıldığını anımsatarak, şunları kaydetti:
“28 Şubat dönemiydi ve bize üniversitede hayat yoktu, yöneticilik yapma imkanımız pek yoktu o dönemde. Çocukların kan hastalıkları ve kanserlerle ilgileniyordum. Muayenehanemde bu çocuklarla ilgili olarak 5 kuruş ödeyen kimse yoktur. Bu bölgede bu işi yapan tek hoca benim, o zaman bu alandaki hastaları muayenehanemde kabul edemem. Onlar, muayenehaneye gelmiş bile olsa o zaman, ben onları hastaneye davet ediyordum ve kendilerinden herhangi bir ücret talep etmiyordum.”

Kendisinin de muayenehaneye gidip para ödediğini ifade eden Akdağ, “Ben eşim için bir kadın doğum uzmanına para ödedim. Beni üzen bunlar değildi. 'Nasıl oluyor da meslektaşlar arasında böyle bir iş olur?, beni bu üzüyor. İnsanların bu meseleden dolayı çok ağır biçimde mağdur olduklarını yaşadık. 'öküz sattıran falanca' diye bir doktora lakap takılması, beni bir hekim olarak çok rencide ediyordu” diyerek duygularını ifade etti.