Hafta içinde Manisa ve İstanbul merkezli iki depremle sallanmıştık.

Verilen bilgilere göre bu depremlerin ardından 45 artçı deprem daha meydana geldi.

Yaşanan bu depremler henüz sıcaklığını kaybetmeden geçtiğimiz Cuma akşamı 20.55'te Elazığ ilimizde meydana gelen 6.89 şiddetinde depremle sarsıldık.

Elazığ ve Malatya depreminde maddi hasarların ötesinde can kaybımız da oldu.

Deprem sonrası milletçe acılarımızı sarmak için yine seferber olduk.

Acıyı paylaşan ve sarmak için gayret gösterenlerden Allah razı olsun.

İlimizden de Büyükşehir belediyesinin yanısıra ilçe belediyelerde yardım tırları hazırladı.

Bunlar güzel tarafı.

Arada sevgisiz, saygısız, merhametsiz ve edepsizce davrananlar da yok değil.

İnsan böyle zamanlarda haklı olsa bile susmasını bilmelidir.

Sosyal medyada bazılarının yaptığı paylaşımlar hoş görülecek cinsten değildir.

Hele bunların sanatçı ve aydın gibi sıfatlarının olması daha üzücüdür.

Sanatçıların görevi böyle zor zamanlarında insanları duygusal olarak motive etmek olmalıdır.

Araya hakikat diye fitne sokmak değil.

Maalesef bizde böyle olmuyor.

Herşeyi siyasi hesaplaşma malzemesi yapmayı marifet sananlar var.

Bu yüzden meselelerimizi konuşarak çözmeyi beceremiyoruz.

Evet, bu deprem canımızı yaktı, tıpkı öncekiler gibi.

Marmara depreminin üzerinden 20 yıl geçti.

O günden bugüne depremin sebep olduğu zararların etkisini azaltmaya yönelik yapılanlar yok değil.

Elbette, tedbir olarak alınan önlemler var.

Marmara depreminden sonra hayatımıza, DASK (Zorunlu deprem sigortası) Yapı Denetim yasası ve firmalarının yanı sıra Kentsel Dönüşüm Yasası ve uygulamaları da girdi.

Bütün bunlar olumlu işler.

Yeterli mi?

Elbette hayır!

Özellikle Kentsel Dönüşüm konusunda daha fazla yol almamız lazım.

TOKİ marifetiyle yeni binalar yapmak yerine, riskli şehirlerde Kentsel Dönüşüm üzerinden eski ve çürük yapılar yıkılıp yenileri yapılmalıdır.

Devlet bunun için yasal yetkisini kullanmalı, belediyelerle işbirliği yapmalıdır.

Ayrıca bu konuda ortaya çıkan eksikliklerden dolayı vatandaşların hesap sormasından rahatsızlık duymamak lazım.

Yeri vakti ve zamanı geldiğinde hesap sormak demokratik toplum olmanın gereğidir.

Bu arada merak ettiğim bir şey var.

Malum yapı stokumuz sorunlarla dolu.

Geçmişten kalan birçok binamız kaçak.

Sorunlu ve riskli yapıların sayısı da az değil.

Hükümetin çıkardığı İmar Barışına yapılan müracaatlardan yapı stokumuz içindeki kaçak oranını devletimiz bilmektedir.

Acaba diyorum.

Hükümet İmar Barışı yasasıyla bir sorunu çözerken başka bir sorunu mu besliyor?

Bilmiyoruz.

Acaba İmar Barışından faydalanan hukuksuz yapıların depreme dayanıklılık durumu dikkate alındı mı?

Doğrusu hiç ihtimal vermiyorum.

Geçtiğimiz günlerde harita mühendisi bir arkadaşım İmar Barışından sonra Çevre Bakanlığının Valiliklerden deprem konusunda riskli bina stoku hakkında rapor istediğini ve

geçen yıl Yapı Denetim Yasasında yapılan değişiklikle 2019'dan önce denetime göre yapılan yapıları da riskli olarak değerlendiriliyormuş.

Doğrusu duyduğumda şaşırmıştım.

Bir tarafta Yapı Denetim yasasında yapılan değişiklikle birçok bina riskli hale getirilirken, diğer tarafta İmar Barışıyla ruhsatlandırılan denetim dışı yapılmış binalar.

Sizce çelişki yok mu?

Yaptığımız işleri daha ciddi yapamaz mıyız?

Depremi önleyemeyiz ama doğuracağı kötü sonuçları değiştirebiliriz.

Depremle yaşamak kader.

Doğuracağı sonuçları değiştirmekte kader.

Kaderin tecellisini belirlemek bizim çabamıza bağlı...

Bilimsel çalışmalar ve jeofizikçilerin çalışmaları bize doğacak sonuçlardan korunma yollarını söylemektedir.

Allah kainatta yerleştirdiği yasaları bilme yükümlülüğünü insana yüklemiştir.

Tabiatta var olan yasaları bilenler, hem o yasalardan faydalanır, hem de korunmasını bilir.

Bilimsel çalışmalar yapmak, dini ilimlerde çalışmaktan asla daha değersiz değildir.

Kitabı indiren de, alemleri yaratan da aynı iradedir.

O irade insan için gerekli olan bilgiyi eşyaya yerleştirmiş ve öğrenmesi için uyarısını yapmıştır.

Depremden korunmanın yolu, tabiatın yasasını bilmekten geçer.

Artık elimizi çabuk tutmanın vakti geldi.

İnsanlarımızın büyük çoğunluğu riskli yapıların çok olduğu şehirlerde yaşamaktadır.

İşin ciddiyeti açıktır.

Yapılması gerekenlere hemen başlamalıyız.

Daha fazla canlar yanmasın.