Mustafa Karaalioğlu/ Star
 
Kürt sorunundan terör sorununa
 
Türkiye birkaç hafta önce seçim yaptı ve Kürtçü parti BDP’nin adayları o seçimden tarihteki en büyük sayı ile çıkmayı başardılar. Bağımsız girdikleri sandıkta hedefe ulaşırken kimse; özellikle devlet ve iktidar “eski Türkiye”de olduğu gibi centilmenlik dışı yollara tevessül etmedi. Kürtçe propaganda yapılabilen bir seçimden başarıyla çıktılar ve oylarının neredeyse tamamı Meclis’e mükemmel bir başarıyla yansıdı. 
 
Kimse sonucu da yadırgamadı. Aksine Kürtçü siyasetin Ankara’da temsilinden dolayı mutluluk da duyuldu. 
 
Ne var ki arkasındaki güç o partinin Meclis’te temsil edilmesine izin vermedi. Fantastik ve fazlasıyla otoriter bir siyaset yapma biçimiyle Kürt seçmenin iradesi ülkenin gözü önünde rehin alındı. 
 
En sonunda, BDP kendi çabasıyla Meclis’e dönmek için yol ararken PKK kanlı bir saldırıyla masayı da dağıttı. BDP’yi taca attı ve zaten zayıf olan siyasal çarpan değerini bitirdi. BDP bundan sonra Meclis’e girse de girmese de Kürt sorununda muhatap olamayacaktır. Olmasına da izin verilmeyecektir. 
 
Mesele bu değil... 
 
Konuştuğumuz konunun adı “an itibariyle” artık Kürt meselesi de değildir. Yani, PKK’nın Silvan saldırısı üzerine yapılacak analizin içine Kürt meselesinin hallini, bu meselenin sevk ve idaresini koyabilmek imkansızdır. 
 
Bu konuda yapılmayanları yapmış ve bedel ödemiş bir hükümetin karşı karşıya kaldığı duruma bakalım da neden böyle, anlayalım. 
 
Kimse aksini söyleyemez, hükümet geçen yıllar içerisinde bu yolda önemli ve zor adımları art arda atmıştır. Konu gelip, Anayasa’nın 66. maddesinde yer alan ve tek bir etnik kimliğe dayalı kimlik tanımının kaldırılmasına gelmiştir. Ki herkes biliyor bu da Erdoğan’ın zihninde kaldırılmış bir maddedir. 
 
Demokratik adımlar atıldıkça görüldü ki “silahlı/silahsız Kürt siyaseti” için hedef aslında Kürt meselesinin çözümü değildir. Bölgeye ve Kürtler’e demokrasi geldikçe PKK sertleşti ve BDP yalpaladı. Bu kez, PKK terörü doğrudan savaş amacından çıkıp demokratikleşmeyi sabote eden ve Türkiye’nin geri kalanında itibarsızlaştıran bir yol izlemeye başladı. 
 
Adını açıkça koyalım... Demokratikleşme arttıkça Kürt sorunu azaldı, terör boyutu hızla belirmeye ve büyümeye başladı. Bugün siyasal skalaya vurulduğunda görülecek olan budur: Önemli bir kısmı çözülmüş ve küçülen bir Kürt sorununa karşı gün geçtikçe büyüyen bir terör sorunu.
 
O yüzden saldırı haberi gelir gelmez akla ilk gelen “Bu saldırı demokratikleşmeye yöneliktir. Bölge için daha fazla demokrasi üretilsin” cümlesi durumu izaha yetmemektedir. Evet, hiç şüphesiz doğru bir cümle... Ve hiç şüphesiz PKK’nın tam da hedefi bu cümlenin ruhudur. 
 
Ancak, unutmayalım ki Kürt sorununun çözüm kalitesi zaten epeydir silahlı mücadele seçeneğini dışlayacak bir seviyede seyretmektedir. 
 
Kürtlerin demokratik, etnik ve siyasal hakları şiddeti hak etmeyen bir seviyeye ulaştı. Soğukkanlılık kaybedilmeden demokratikleşmeye devam da edilmelidir. 
 
Ama, çözümün tek yolunun bu olmadığını söylemenin zamanı gelmiştir. 
 
Demokratikleşmenin PKK’yı ve paralelindeki siyaseti yatıştırmayacağını aksine daha fazla şiddete sevk edeceğini kabul etmeliyiz. Son dört-beş yıla bakınca da başka bir şey görünmüyor zaten... 
 
Her olumlu adımın zıddına öfkesi giderek artan ve kendi iktidarı için bütün ülkeyi ve bölgeyi yakmaya hazır bir PKK gerçeği belirmiştir. 
 
Türkiye’nin bütün alanlarda Türkler ve Kürtler için “tabiatı gereği” adımları elindeki silahın gücüyle ilişkilendiren bir anlayışın şımarıklığı yaşanmaktadır. Kürt sorunu giderek erirken, amacı ve fonksiyonu sadece “terör” olan başka bir sorun belirmekte ve ortada ne kadar makul ses varsa hepsini diskalifiye etmektedir. 
 
Silvan saldırısı sadece BDP’yi taca atmadı, sadece “Daha fazla kan akmasın” diye kendisini her türlü hakaretin hedefine koyan aydınların da elini kolunu bağladı.