Sevda Tepesi olarak bilinen İstanbul'un son yeşil alanlarından biri daha imara açıldı. Suudi Arabistan Kralı Abdullah 28 yıl önce sudan ucuz bir fiyata sadece 27 milyon dolara satın aldığı bu alanda turizm tesisi yapmak için imar izni aldı. Bu hafta sonu tam da bu konuyu yazacaktım cuk oturdu bakın. İmar yasaklarını delmek için yeni yöntemin nasıl işlediğini anlamak için muazzam bir örnekle karşı karşıyayız. Normal şartlarda bir yere %15 imar izni verilmiş diyelim. Eğer uyanık bir müteahhitseniz buraya turizm tesisi yapmaya karar veriyorsunuz ve imarı bir anda 5 kat arttırıyorsunuz. Önce projelerde hızla bir plan tadilatı yapılıyor. Turizm Bakanlığı veya Şehircilik Bakanlığı yeni bir plan hazırlıyor. Bu yeni turistik imar izni ile bir anda arazinin fiyatını da beşe katlıyorsunuz. Zira normal şartlarda konut yapılması imkânsız bir bölgeye turizm alanı adı altında imar çıkarttığınız için imar artmakla kalmıyor izin de çıktığı için işiniz yasal bir kılıfa da bürünüyor. Bu plan tadilatları ilk Gökkafes ile başladı, sonrasında Taksim'in kalbindeki Taksim Rezidans, İstinye tepelerindeki turizm imarlı konut projeleri, Büyükada'daki sözde otel inşaatları ya da Bodrum'daki malum 'örnek' projeler geldi. Bu projelerin neredeyse tamamının ortak özelliği işe turizm tesisi olarak başlamaları. Bu yüzden "İzin aldınız mı" diye sorduğunuzda hepsinin kapı gibi izni var. İyi de o izinlerin pek çoğu turizm yatırımı için, daire ya da kat niyetine satmak için değil. Ne gam! Bu durum, şehirlerdeki yeşil alanların turizm izni kılıfıyla katledilmesi anlamına da geliyor. Pek çok projede Turizm Bakanlığı, turizm alanı ilan ettiği alanların (ne kadarının) turizm için kullanılıp kullanılmadığını takip etmiyor. İzni veriyor köşeye çekiliyor. Tabii turizm izni alınan bölgenin çok küçük bir bölümünü otele çevirip diğer kısımlarını konut olarak pazarlayan uyanıkları da unutmayalım. Bir nevi mimari takıyye! Şimdi son örnek karşımıza Kandilli'de Sevda Tepesi'nde çıktı. Şu an sit alanı olduğu için çivi bile çakılamayan Boğaz sırtlarında turizm adı altında imar izni çıktı diyebiliriz. Yakında kot farkını da göz önüne alıp Kandilli'de 3 katlı villalar görürsek "Bunlar nasıl turizm tesisi" diye şaşırmayın. Bu anlattıklarımın ne anlama geldiğini sanırım en iyi yıllarca İstanbul'un belediye başkanlığını yapan Başbakan Erdoğan anlayacaktır. Umarım Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da bu söylediklerim için birkaç lafı vardır. Konuşmaya içinde hiçbir turistik tesis bulunmayan Taksim Rezidans'ın turizm imar izni ile başlayabiliriz. Örnek o kadar çok ki... 'Pandora', Türk ordusunda geçen bir casusluk filmi Vizyona giren son casusluk filmini seyrettiniz mi? Adı Pandora olan filmde askeri casusluk için eskort kızlar kullanılıyor. Gözlerine kestirdikleri subayların arabalarını takip eden bu kızlar trafiğin içinde güya yanlışlıkla bu subayların arabalarına çarpıyorlar. Kaza sonrası telefon alışverişiyle başlayan görüşmeler eskort kızların subayları tuzağa düşürmeleri ile devam ediyor. Gizli çekilen görüntülerle bu subaylardan şantajla önemli bilgiler alınıp yabancı ülkenin istihbarat birimine satılıyor. Casusluk şebekesi işleri öylesine büyütüyor ki eskort kızların sayısı 52'yi buluyor. Neredeyse kadınlardan oluşan bir casusluk tümeni kuruluyor. Aralarında albay düzeyinde subayların da bulunduğu bu örgüt, ordunun bütün sırlarını yabancı ülkelere sistemli olarak satmaya başlıyor. Donanmanın durumu, gemilerin savunma sistemleri, savaş uçaklarının pilotları hakkında özel bilgiler... Casusluk şebekesi o kadar rahat çalışıyor ki eskort kızlar teğmen elbiseleriyle karargâhların içinde dolaşıyor. Müthiş bir film... Daha doğrusu ne yazık ki film değil gerçek. Olaylar Türkiye'de geçiyor. Başrolde ise ne yazık ki Türk ordusu var. Son yılların dünya çapında benzeri görülmeyen en büyük organize casusluk olayı ile karşı karşıyayız. Olayı ortaya çıkartan Türk ordusu içindeki karşı istihbarat birimi değil İzmir'deki özel yetkili bir savcı! Tam da bu olayın ortaya çıktığı şu günlerde internette bir efsaneye dönüşen Redhack grubu askeriyenin sitelerini hack'ledi. Ne kadar doğru bilmiyorum ama buldukları belgeler arasında benim ve Can Ataklı'nın 'sürekli izlenecek gazeteciler' olarak fişlendiğini iddia ediyorlar. Casuslar ordunun içinde nerede ise eskort tümeni kurmuşken ordunun derdi birkaç gazeteciyle ise kötü alışkanlıklar aynen devam ediyor demektir. Son yıllarda dünyanın hiçbir ordusunda görülemeyecek bu çapta bir casusluk skandalı hakkında ya da en azından biz gazeteciler hakkında herhalde birkaç satır söyleyecek sözleri vardır. Bildiğiniz gibi ben ketum gazeteci profilinin oldukça dışındayım. Haftada 5 gün CNNTÜRK'te canlı program yapan, haftada 4 gün Radikal'de yazı yazan, kendi internet sitesinde düzenli haber yayımlayan, Twitter'da yaklaşık 700 bin kişiye her gün onlarca şey twitleyen ve instagram'da binlerce kişiyle fotoğraf paylaşan bir gazeteciyi neden izliyorlar inanın ben de merak ettim! Sorular çok basit: Casusluk soruşturması sonrası TSK içinde bir soruşturma başladı mı, Redhack TSK'nın sitelerini hack'ledi mi, gazeteciler izleniyor mu? Söz TSK'da...