Kürtçe Taraf çıkması zor. Her şeyden önce tek bir merkeze dayanan iktidar ve meşruiyet ağı var. DTP de, PKK da parti içinde eleştiriliyor ama kamuya açık bir platformda buna izin verilmiyor.

Yıldıray Oğur, “Kürtçe bir Taraf çıksaydı” diyerek çok haklı ve yerinde sorular soran bir yazı yazdı. Türkiye"de Taraf"ın aldığı tavrı Kürtçe üstlenecek bir gazetenin olması durumunda, Kürt sorununun çok daha çabuk çözüleceğini söyledi. Oğur"un gerekçesi kısaca şöyle: “Kürt sorununun çözümündeki en büyük engellerden biri de Kürt cephesindeki tek seslilik, kol kırılır yen içinde kalırcılık, mutlak haklılık iddiasıdır.”

Yıldıray Oğur"un önerisi kesinlikle haklı ve Türkiye"de daha önce “Bir Kürt muhalefeti aranıyor” başlıklı yazıya konu olmuştu.

Oğur, daha somut ve pratik davranarak alternatif bir ses için, bir siyasi organizasyonu değil, "zengin, cesur ve biraz da çılgın bir Kürt işadamı" ile "cesur, zeki, itibarlı Kürt gazetecilerin" biraraya gelmesini yeterli görüyor.

Kürtçe Taraf imkânsız mı?

Peki, Kürtçe bir Taraf gerçekten de imkânsız mı? Ne yazık ki öyle görünüyor. Bu imkânsızlığı Oğur"un önerisindeki Kürt işadamı ve Kürt gazetecilerin vasıflarından başlayarak tartışabiliriz.

Zengin ve cesur Kürt işadamları elbette var. Ancak Oğur"un ima ettiği anlamda biraz çılgın Kürt işadamı bulmak gerçekten zor. Çünkü özellikle son yıllarda bölgede işadamı olmanın kesin bir kuralı var: ya devlete yaslanıp merkezî ihalelerden pay alacaksınız, ya da DTP/PKK"ya yaslanarak belediye ihalelerine gireceksiniz.

Bu ikisinin dışında kalan işadamları yok değil. Ancak onlar daha steril bir hayat kurmak zorundalar. Aksi takdirde iki taraftan da baskı görme ihtimalleri var.

Bu baskı Türkiye kamuoyunun bildiği anlamda işadamlarına kesilen astronomik vergi cezaları ile sınırlı değil. Yerel seçimler öncesi Diyarbakır"da ölüm tehditleri alan işadamlarının sayısı hiç az değildi.

Ayrıca iş dünyası açısından muhalif tutumun bir getirisi de yok zaten. İki taraftan birine yaslanma durumunda bir sonraki seçim için vekillik ya da belediye başkanlığı adaylığı kesin iken, "Taraf" pozisyonunun Kürt işadamlarına getirisi sadece etiketlenmek olur. Bu etiketlemenin seçenekleri çok değil. Ya "terör örgütüne yardım ve yataklık" ya da "hainlik, işbirlikçilik" oluyor.

Oğur"un ikinci şartı olan cesur, zeki ve itibarlı Kürt gazeteciler için de benzer çıkmazlar var. Cesur ve zeki Kürt gazeteciler elbette var. Bunun ispatı için Türkiye medyasına bakmak yeterli. Ama Kürtçe çıkacak bir gazetedeki itibar başka bir algıya dayanıyor.

Özellikle DTP/PKK çizgisi için itibar, kendi ideolojik merkezlerine yakınlıkla ilgili.

Kürtlerde muhalefet

"Kürtçe bir Taraf önerisi" yapılacaksa, önce "hangi Kürtler için" diye sormak gerekiyor. Bilinenin aksine Kürtler, tek tornadan çıkmış, homojen bir topluluk değil. Farklı değerler silsilesine sahip, değişik hayat türlerini benimsemiş heterojen bir halk olarak Kürtler, Türkiye"nin farklı coğrafyalarında farklı ufuklara sahip.

29 Mart seçim sonuçlarını hatırlamak bu heterojenliği görmek için yeterli aslında.

Böyle bakınca Oğur"un önerisi Doğu ve Güneydoğu"da yaşayan Kürtler için geçerli oluyor. Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde, DTP ve AKP"nin aldığı oy oranları bölge açısından da bir tek tiplilik olmadığını gösteriyor.

Kürt milliyetçiliği ile arasına mesafe koymuş, DTP dışındaki Kürtler açısından Taraf"ın “Êdî Bese PKK” manşetine yansıyan tutum daha fazla olsa, bu işlevi zaten görebilir.

Bu durumda Oğur"un önerisi Kürt milliyetçiliğinin etkisindeki Kürtler için geçerli oluyor.

Peki, PKK"nın iktidar alanının dışında DTP"ye mesafeli Kürt milliyetçileri yok mu? Aslında bu alan epeyce zengin. HAK-PAR, KADEP gibi siyasi partilerin dışında Marksist Kürtçüsünden, Kürt İslamcısına; mutlak PKK karşıtından, Barzanicisine kadar pek çok siyasi hareket bölgede aktif.

Peki bu kadar dinamiğin olduğu bir siyasi konjonktür neden bir Kürtçe Taraf çıkaramıyor? Bence soru bu olmalı.

Sessiz muhalefet

Kürtçe Taraf çıkamıyor, doğru. Ama Kürtçe muhalefet fazlasıyla yapılıyor. Cami cemaatlerinden internet cemaatlerine geniş bir zeminde, tam da Oğur"un bahsettiği kapsamda, DTP/PKK"nın tek tipliğine itiraz eden, "ekolojik, katılımcı, cinsiyet özgürlükçü öz yönetim modeline" muhalefet eden bir kesim zaten var. Ancak sesleri duyulmuyor.

Muhalif Kürtlerin seslerini duyuramamalarının iki önemli nedeni var İlki, Türkiye kamuoyu sol terminolojinin ezberlerinden kaynaklanan bir rahatlıkla sadece "DTP/PKK ne dedi" sorusuna kilitleniyor. Alternatif seslere kulaklarını tıkamış durumda.

Örneğin, HAKPAR Genel Başkanı Bayram Bozyel"i ya da KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi"yi politik değerlendirmeleri için dinlemiyor. Ancak Öcalan ve PKK ile ilgili bir demeç verdikleri zaman kulak kabartıyor.

Aksi takdirde, Türkiye medyasının 29 Mart seçimleri öncesinde, DTP diğer Kürt partilerini "sistemin maşaları, AKP"den daha tehlikeli piyonlar" olarak hedef gösterdiği zaman sahip çıkması gerekmez miydi?

Muhalefetin demokrasi için bir zorunluluk olduğu, demokrat olmanın erdeminin başka sesleri de dinlemek olduğunu söylemez miydi? Oysa Taraf"ta dahi bu hataya düşen yazarlar var.

Örneğin Taraf"ın genç yazarlarından biri periyodik olarak "PKK lideri Abdullah Öcalan" yerine, "Kürtlerin lideri Abdullah Öcalan" tanımlamasını kullanmıyor mu?

Muhalif Kürtlerin seslerini duyuramamalarının ikinci nedeni Kürt aydınlarla ilgili bir çıkmaz. Bu aslında Cumhuriyet"in ilk yıllarından itibaren Türkiye"nin iyi bildiği bir konu.

Organik aydın modeli

Türkiye"de devletin organik aydınları nasıl olmuşsa, Kürtlerde de örgütün organik aydınları bugün bir gerçeklik olarak varlar.

Özellikle DTP"nin dinamik propaganda söylemleri Kürt entelektüellerini bu çıkmaza sürüklüyor.

Emine Ayna"nın "Kürt olmanın ölçütü DTP"dir" ifadesini eleştirmek yerine, tespite riayet edip, safları sıkıştırıyorlar. Aksi takdirde "hain" ilan edilerek, "düşkün ve kaçkın" olarak etiketlenmek hepsi için an meselesi. Oysa hepimiz biliyoruz ki özellikle siyasette doğru eleştiri yapmak, önemli desteklerden biridir. Çözüm ihtimallerinin olmadığı bir ortamda DTP"ye vurup, açılım süreci başladığında safları sıkıştırmak "hain" olmaktan kurtulmayı getiriyorsa da, "işini bilen aydın" kategorisini oluşturduğu da unutulmamalı.

Aynı şeyi sağ, yıllar önce Necip Fazıl örneğinde tartışmıştı. “Entelektüellerle politikacılar arasındaki ilişkinin omurgası, Necip Fazıl ve DP arasındaki münasebetten bu yana aynı minvalde devam ediyor” diyen yazar haklı.

Grilere ne oldu?

Kürt açılımı tartışmalarından önce medyada sıklıkla gördüğümüz siyah ile beyaz arasındaki griler birdenbire ortadan kayboldular. Bunun başlıca nedeni Türkiye kamuoyunun bilmediği meşruiyet farklılığı.

Örneğin Taraf, Dağlıca ya da Aktütün"de askerî ihmaller nedeniyle öldürülen gencecik çocukların hesabını sorarken, yarım yamalak bile olsa bir hukuksal alana dayanıyor.

Peki, Kürtçe bir Taraf çıkması durumunda hangi alana dayanacak?

Bu noktada PKK eksenindeki Kürt siyasetinin meşruiyet ölçülerini yeniden değerlendirmek gerekiyor. DTP/PKK zihniyetinde, Türkiye kamuoyunun bildiğinden daha sert tartışmalar yaşanıyor zaten, ama bu tartışmalar Kürtçe bir Taraf için altyapı oluşturacak zemini teşkil edemiyor.

Çünkü her şeyden önce tek bir merkeze dayanan iktidar, otorite ve meşruiyet ağı var. DTP de, PKK da parti içinde eleştiriliyor ama kamuya açık bir platformda buna izin verilmiyor.

Bu durumu daha anlaşılır kılmak için 1924 sonrası TBMM"deki tartışmaları hatırlamak yeterli olur. İstiklal Mahkemeleri"nin sınırsız idam yetkilerine itiraz eden mebuslar vardı, ancak talimat bizzat Mustafa Kemal"den geldiği zamanlar bu muhalif sesler birdenbire kesiliyordu.

Son olarak şunu da kabul etmek gerekiyor; Taraf"ın doldurduğu alana, Cumhuriyet"in ilk yıllarından itibaren ihtiyaç vardı. Ama bu ihtiyaca rağmen Taraf, ancak 2008 yılında yayın hayatına başladı.

Bugün Kürtçe bir Taraf önerisinde Oğur"un hayaline katılmakla beraber, daha çok yolumuzun olduğunu da görmemiz gerekiyor./haber 7