Pek farkında değiliz ama hem kendi hem de milletimizin yakıcı kaderini kendi ellerimizle hem de ölümüne değer verdiğimiz varlıklarımız üzerinden örüyoruz.

Yaptığının hata olduğunu mutlaka bilen, üzerinde düşünen var ama çoğunluk ya duygusallıktan ya da çevredeki örneklerine sığınıp kıyamamaktan faturanın ileride nelere mal olacağından habersiz.

Cemil Meriç’in dediği gibi milletçe küçük gerçeklerden kaçıp büyük hayallere sığınıyoruz.

Ta ki, yakıcı sonuçlarıyla yüzleşinceye kadar.

Ama ne çare, sel köprüyü yıktıktan sonra son pişmanlık fayda etmiyor, ahu figanlar sonucu değiştirmiyor, keşkeler bir işe yaramıyor, diz dövmeler fayda etmiyor, koparılan çığlıklar boşlukta kalıyor.

Suçu eğitime, öğretmene, sisteme atma da gerçekleri değiştirmiyor.

Velhasıl mızrak hangi çuvala sokulmaya çalışılsa sığmıyor.

Ama yetkili, yetkisiz kimse de sesini çıkarmıyor, herkesin gözü önünde tehlike katlanarak büyümeye de devam ediyor.

Sanki ‘yer demir, gök bakır’.

Herkes en değerli varlıkları üzerinden bilir, bilmez kendi sonunu hazırladığı yetmiyormuş gibi milletin de geleceğini karartıyor.

Bir şehir içi toplu taşıma aracında şahit oldum.

Duraklardan birinde bir anne, ilköğretim çağındaki kızıyla araca bindiğinde üniversiteli olduğunu tahmin ettiğim bir delikanlı nezaket gösterdi, yerini verdi.

Genç buna mecburmuş gibi bu hareketine kadın teşekkür dahi etmeden oturması için kendine ikram edilen o koltuğa gayet sağlıklı görünen çocuğunu oturttu.

Yaptığı insanlık karşısında o gencimizin neler hissettiğini bilmiyorum.

Ancak gördüğüm manzara bana geçtiğimiz ay (15 Aralık) öğrencileri tarafından katledildiği iddia edilen Ödemiş-Kaymakçı Çok Programlı Anadolu Lisesi Müdürü olayının müfettişi “Doğan Ceylan’ın” çığlığını hatırlattı.

İşte o feryat:

Hayatın gerçeklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor.

Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar.

Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar.

Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor.

Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında, izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.

Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek.

Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar.

Kendileri için yapılan fedakârlıkların hiç farkında değiller.

Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar.

Herkesi kendilerine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar.

İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı.

Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.

Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor, atalarına karşı vefasızlar.

Dedelerinin canları, malları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyata verecek kadar maneviyattan yoksunlar.

Vatan onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.

Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum.

20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana- baba olacak?

Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek?

Evlerini nasıl idare edebilecek?

Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim.

Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık. Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi.

Çocuklar hayattan bihaber.

Açlık nedir, bilmiyorlar, yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz.

Öyle ki, yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar.

Susuzluk nedir, hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar.

Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz.

Çocuk daha susadım demeden ağzına suyu dayıyoruz.

Çocuklar hiç üşümüyorlar.

Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz.

Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar.

Çocuklar hiç ıslanmıyorlar, evden arabaya kadar bile üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz.

Bu nedenle çocuklar ıslanmak nedir, bilmiyorlar.

Yorgunluk nedir, bilmiyor çocuklar.

İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz, onları yorulmasınlar, diye.

Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz.

Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar.

Yokluk nedir, bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz.

Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.

Onlar bir yanığın ya da bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar.

Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne de ocak yaktırıyoruz.

Çocuklar hissetmiyor yaşamı, açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor.

Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar.

Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan, ölen insanları umursamıyorlar.

Acımıyorlar…

Kıymetini bilmiyorlar, ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın…

Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize…

Bu sorunu devlet derinden hissetmeli. Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlemeli.

Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli.

Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı.

Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli.

(Yoksa) bu sorun çözülmezse ülke çözülecek…

Bir müfettişin kaleminden düzenlenen raporda yer alan uyarılar bunlar.

Acı hem de son derece yakıcı ama maalesef gerçek…

 

 


Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA