Gözler geçen hafta üç gün süreyle(28-29-30 Kasım) ADÜ Atatürk Kongre Merkezi salonlarında efe ya da efelikten geçinenleri aradı.

O üç günde:

Ağzını açtığında övünçle Efeler Diyarı Aydın diye efelenenlerin…

Efelik, zeybeklik deyince mangalda kül bırakmayanların…

Siyasette efelikten, efelik figürlerini kullanmaktan fayda umanların…

Efe söz konusu olduğunda özeleştiriye bile hindi gibi kabaranların sınavı vardı.

Aydın’a dıştan ve içten çeşitli üniversitelerden Kuvayı Milliye’yi ve Yörük Ali’yi konuşmak, tartışmak için gelenler şahit olduklarına ne not verdiler bilinmez ama boş koltuklar karşısında hayal kırıklığına uğradıkları kesin.

Sempozyumu düzenleyenler ve sunum yapan Aydınlı bilim insanları buna millet olarak tarih bilincimizin zayıflığı dışında üretecek mazeret bulamadı.

Sanki üzerimize ölü toprağı serpilmişlikte Estonya Gemisi Sendromu’na tutulmuşlara benziyoruz.

1980 yılı yapımı bir Estonya Feribotu 989 yolcusuyla 28 Eylül 1994 günü Estonya’nın başkenti Tallin’den İsveç’in başkenti Stockholm’e gitmek için hareket eder.

Gemi belli bir müddet sonra su almaya başladığında 137 yolcu denize atlayarak kurtulmayı denerler ve hayatta kalırlar.

Geride kalan 852 yolcu kaptanın “bize güvenin çünkü en güvenli gemidesiniz” sözüne güvenerek gemiyi terki düşünmezler ve gemiyle birlikte denizin dibini boylarlar.

Üstelik yüzde 80’nin yüzmeyi biliyor olmasına rağmen…

Bu tartşmalı konu literatüre olayın yaşandığı Estonya Gemisi Sendromu adıyla geçmiştir.

Geçtiğimiz haftaki üç günde sempozyuma karşı vatandaştaki kayıtsızlık da bize bu olayı hatırlattı.

ADÜ Kuvayı Milliye Teşkilatının 100.kuruluş yıl dönümü anısına teşkilatın önemli simalarından Yörük Ali Efe Uluslar arası Halk Kültürü Araştırma Sempozyumuna ev sahipliği yaptı.

Üniversite’nin bu girişimi halk kahramanı bir figür olan Yörük Ali Efe üzerinden kuruluşundan bu yana halk-Üniversite kaynaşması adına atılmış en önemli adımdır.

Bu üç gün içersinde İtalya, Pakistan, İngiltere, Katar, Kosova, Azerbaycan gibi ülkelerden gelen misafir uzmanlar boş koltuklara sunum yaptılar.

Yurt içinden de Ege, Dokuzeylül, Muğla Sıtkı Koçman, Denizli Pamukkale, Kastamonu, Iğdır, Giresun, Afyon Kocatepe, Kars Kafkas, Ankara Hacı Bayram Veli, Edirne Trakya, Konya Selçuk, Çankırı Karatekin üniversitelerinde görevli 105 akademisyen boş salonlarda bir elin parmakları kadar izleyiciyle bilgilerini paylaştılar, tezlerini tartıştılar.

Bizim insanımız böyle boş salonlarda konuşmanın yabancısı değiller o nedenle pek mahcubiyet duymazlar, der, avunabiliriz.

Yabancılara bu durum yüz kızarmadan nasıl açıklanacak?

Sempozyumda açılış konuşması yapan konuk Merkez Valisi Kayhan Kavas Dedesi Yörük Ali’nin uğruna canını ortaya koyduğu öz yurdu Aydın’daki ilgisizlik karşısında şaşkındı.

Ama buna teşebbüs eden bir avuç insana da her sözünün başında teşekkür etmeyi de nezaketen ihmal etmedi.

Sempozyumdan son günde haberdar olduğunu söyleyen ve davet üzerine kısa bir konuşma yapan Muğla Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı da bir hastalığımızı dile getirdi.

Geçmişteki belediye başkanı Hüseyin Aksu ile devrin ADÜ rektörü Cezmi Öncüer arasındaki kavgayı hatırlatarak bir üniversitenin gelişmesinde kurumlar arası ahengin şart olduğunun dolaylı yoldan altını çizdi.

Fığlalı Hoca bu sözler sanki iki gün önceki açılış törenindeki dağınıklığa kinaye için söylemişti.

Ne iktidar ne muhalefet açılışa katılan hiçbir milletvekili ve il başkanı yoktu

Sadece Ak Parti’den Efeler İlçe Başkanı Çağatay Gülaştı ve ekibi gelmişti.

Valiliği temsilen de kimse olmadığı gibi destekçi kurumlar arasında da Valiliğin adı geçmedi.

Konuşmalar arasında verdiği desteğe teşekkür edilen Büyükşehir belediyesini temsilen Kültür Daire Başkanı Tahir Olçum katılmıştı.

Ev sahibi konumundaki rektör Prof. Dr. Osman Selçuk Aldemir’in bulunmama nedeni Ankara’da olması dendi.

Protokol gelmeyince basından da rağbet eden az oluyor sonuçta sempozyum ne yerel ne de ulusalda hak ettiği şekilde yer aldı.

Bilim insanlarının boş koltuklara konuşmalarının birinci nedeni protokolün bu ilgisizliğidir, ikincisi de Üniversite’nin tanıtım ve basınla olan iletişiminin zayıflığıdır.

Hedef katılımı artırmak olduğuna göre kitlere ulaşmak ve program hakkında bilgilendirmek de en az sempozyum düzenlemek kadar önem taşır.

Bu amaçla basın toplantıları düzenlenebilirdi, kent içi reklam panoları ve kitle taşıma araçları duyuruda aktif olarak kullanılabilirdi.

Protokol davetiyeleri daire amirlerine bir yetkili tarafından elden ulaştırılır, katılımları yanında destekleri de istenebilirdi.

Reklam aracı olarak sabahın erken denebilecek bir vaktindeki Türkmen Dernekleri yürüyüşü tanıtımda beklenen etkiyi yapmamıştır.

Özet olarak söylenecek olan son söz salonların boş kalmasında halkın kayıtsızlığı varsa da olaydaki asıl sorumlu idareci konumundaki görevlidir.

Bu demek oluyor ki, Rektör Osman Selçuk Aldemir “şeytan taşlamaktan” tanıtım konusunu organize edecek yetenekteki kadroyu kurma zamanı bulamamış.

Sonuç olarak katılımcıların ortak görüşü Üniversite’nin halkın iştirakini sağlayacak cinsten toplumun bütünü ilgilendiren programlar yapmada ısrarcı olmaktır.

O zaman her programa halkın katılımının bir öncekinden daha fazla olduğu görülecektir.

Bu mücadele hem halkla üniversiteyi buluşturacak hem de milleti üzerine serilen ölü toprağının yol açtığı uyku sersemliğinden kurtaracak yegâne yoldur.