Filmlerinde geleneksel sanatlara yer veren, köklerinden beslenen Zaim, "Sinemanın yaşadığı çağa ilişkin sorular sorabilmesi, ona ilişkin fikir yürütmesi kendi değerini belirler. Ben sinemayı nihilizmin futbol sahası olarak görmüyorum" şeklinde konuşuyor.

Tabutta Rövaşata'nın çekildiği Rumelihisarı'nda bulunan mekândayız. Ankara'dan gelecek olan yönetmeni bekliyoruz. Gölgeler ve Suretler filmine dair merak ettiklerimizi ilk ağızdan öğrenebileceğiz. Cenneti Beklerken, Nokta ve son olarak Gölgeler ve Suretler filmlerini çeken Derviş Zaim ismiyle müsemma biri. Kıbrıs'ta 1960'lı yıllarda Türklerin yaşadığı sıkıntılara kamerasını çeviren yönetmen vicdanlı işler yapmanın peşine düşmüş. Bu yolda biriktirdiklerini seyirciyle paylaşmaktan çekinmiyor. Sineması milliyetçi çizgiye kaydı diyenlere ise gülüp geçiyor. Zaim'le gölgelere ve gerçeklere dair bir söyleşi oldu bu. İyi okumalar...

Gölgeler ve Suretler filmi artık vizyonda. Filmde geleneksel sanatlardan olan gölge oyunu var. Buna ek olarak sizin de Kıbrıslı olmanız var tabi. Filmi sadece Kıbrıslı olduğunuz için çekmediniz değil mi?

Şahsi bakımdan beni ilgilendiren bir konuydu tabi. Bu yüzden işin içerisine girdim. Ama bunun yanı sıra makro ölçekte bir takım şeylerden bahsetmek de mümkündür. Bir tahakküm ve bu tahakkümün sessiz bırakılması gibi bir durum söz konusuydu. Daha önce yaptığım filmler, arada başka türlü tahakkümlerin de söz konusu edildiği dönemlere ilişkin filmlerdi. Gölgeler ve Suretler de 1960'lı yılların sessiz kalmamasına, bu yaşananların dile getirilmesine yarayacaktı. Çekilen bir acı varsa bu acının dile getirilmesi gerekliydi. Sinemanın buna cevap vermesi bağlamında yapmam gereken bir iş gibi geliyordu bana.

14 yıllık bir hayal bu film. Neden bunca sene beklediniz?

Ben konusunu Ada'dan alan ve Ada'da çekilen bir iş yapmak istiyordum. Bu bir hayaldi, gerçekleşti. Tabutta Rövaşata'dan sonra Via Beyrut isimli bir senaryoyu çekmek için çok uğraştım, ama olmadı. O film de adını Ada'dan alan ve orada geçen bir hikâyeydi. Bir anlamda bu çok uzun süreden beri peşine düştüğüm bir hayalin gerçekleşmesiydi.

Senaryo ne zaman şekillenmişti kafanızda?

Bildiğim bir konuydu, gerçek olaylardan hareket etmeye çalıştım. Baf köylerinden birinde geçen bir olayı esin kaynağı olarak kullandım. Esin kaynaklarım sadece o köyle sınırlı kalmadı. Çok anı, kitap okudum. Filmin içerisinde kullanma ihtimalim var diye not aldığım anıların çok küçük bir kısmını kullandığımı da itiraf etmem gerekiyor. Esin kaynakları bakımından ne kadarını kullandınız derseniz buz dağının suyun üzerinde görünen kısmı, suyun altındakinden çok daha az. Bu gerçek olaylardan esinlenen anekdotların kurmacayla beslenmesine ayrıca gayret ettim.

KIBRIS ÜZERİNDEN DÜNYAYI ANLATTIM

Suyun altında kalanları kullanmayı düşünüyor musunuz?

İnşallah esin kaynaklarım gürül gürül akmaya devam eder de eskileri çekmeceden çıkarmaya gerek kalmaz.

Sözlü kaynaklarınız var mıydı, yakınınızda bu olayları yaşayanlar mesela?

Gerçek olaylardan esinlenmeler sadece kitaplardan, anılardan okuduklarım değil, sağımda solumda gördüğüm insanların bana anlattıklarıdır. Esin kaynağı olan hikâyeyi Selanik Film Festivali'nde bir arkadaştan dinlemiştim örneğin.

Filmde anlattığınız yalnızca Kıbrıslıları ilgilendirmiyor aslında. Savaşın acımasızlığı evrensel bir boyut kazandırmış filme. Sizin yola çıkış noktanız neydi?

Yola çıkarken Kıbrıs'ı anlatırken dünyayı da anlatmak istiyordum. Galiba bu gerçekleşti. Çünkü buradaki isimleri Sırp ve Boşnak isimleriyle değiştirin, Filistinli ve İsrailli isimlerini koyun yerlerine, bu hikâye oradaki insanlara da hitap edecektir. Bunu gerçekleştirmiş olmaktan dolayı keyif duyuyorum.

Oyuncuların bir kısmı Rum. Yerli oyuncularla çalışma fikri, o atmosferi daha iyi aktarma derdinden mi çıktı?

Bu projede yerel insanların, yerel renklerin, oraya ait yüzlerin filmin içerisinden akmalarını sağlamak gibi bir düşüncem vardı. Bu nedenden ötürü böyle bir oyuncu seçimi yaptım. Evet, havayı, atmosferi vermek bağlamında enerjimi daha idareli kullanmak ve daha iyi sonuçlar almak gibi bir getirisi olacağını düşündüm. Ama Settar Tanrıöğen ve Buğra Gürsoy gibi yine orayı bilen dışarıdaki oyuncuları da katmayı ihmal etmedim. Kasttan çok memnundum.

Bazı yönetmenlerin vazgeçemedikleri oyuncuları vardır. Sizinki Settar Tanrıöğen mi?

Settar çok iyi oyuncu bir kere. İnsan olarak da çok seviyorum. Bir yönetmen daha ne ister ki. Kendisi adam gibi adam. Settar'la çalıştığın zaman çok iyi performans alacağını bilirsin. Karşında konuşacağın, paylaşacağın ve bir şeyler öğreneceğin bir adam olduğunu görürsün. Ee bir genç kız başka ne ister ki? (Gülüyor)

Karakterleri oluştururken hayatta var olan kişilerden beslenir misiniz? Mesela en son filmdeki Ahmet, Ruhsar, Hristo kimlerdir?

Esin kaynaklarının her film için farklı olabilme durumu var. Mesela Tabutta Rövaşata'da bir karakterden hareket ederek filmin senaryosunu yazmıştım. Bazen bir karakterdir sizi esinleyen, bazen bir olay. Bazen gördüğünüz bir manzara, kitapta okuduğunuz bir paragraftır. Bazen insana dair bilgi verme talebi sizi bir filmi yapmaya iter. Karıştıktır bunlar. İnsan çoğunlukla bunun farkına varmayabilir. Karmaşık, psişik bir mekanizma vardır burada. Bende bu mekanizma işlevini korudu. Esinlendiğim olayla, insanlığın belli bir durumuna ait bilgi verme, ahlaki durumu üzerine söz söyleme talebi beraber gitti. Sonunda armoni oluşturma itkisiyle gitti ve film son halini aldı.

ÇARŞAFLAR BİR METAFOR

Minyatür, hat ve en son gölge oyunu. İkinci filmin tek planda çekilmesi hat sanatını işaret ediyordu bize. Bu filmde gölge oyunu neyi işaret ediyor?

Bu filmde gölge insanın karanlık tarafıyla ilişkilendirilmiş geliyor bana. İrrasyonel, karanlık, güce tapan, kemiren, hakim olmak isteyen tarafını simgeliyor gibi geliyor bana. Geleneksel sanatların sinemaya nasıl akacakları, sinemanın içerisinde nasıl bir ilişki içerisinde belirecekleri filmin kendisi tarafından da belirlenir.

Sürekli beyaz çarşaf vardı perdede. Çarşaflar bir metafor muydu?

Bu filmde ise gölge oyununun oynatıldığı perdenin kendisine baktım. Perdenin sonsuz bir potansiyel barındırdığını düşündüm. Perdenin içerisinde aslında perdede oynanacak oyunun her anı bulunuyor. O perdenin içerisinde geçmiş gelecek ve şimdi aynı anda yan yana var olabilir. O perdenin sınırsızlığı ve boşluğu böyle bir ihtimali barındırır. Filmin içerisinde buna işaret eden bazı yerler var.

Siz filmlerinizde genel olarak gerçekle kurmacayı iç içe geçiriyorsunuz.

Evet, bunu yapmaya gayret ederim. Gerçekle kurmacayı iç içe geçirmeyi her zaman yapmaya gayret ederim. Çünkü böylelikle yazmaya çalıştığım işin enerjisinin daha yüksek olacağını, enteresan durumlar yakalayabileceğimi düşünürüm.

YÖNETMEN OLARAK ÇAYIN İÇİNDE ŞEKERİM

Kendinizi ne kadar dahil ediyorsunuz filme?

Filmlerimi kendime ait bazı soruları yanıtlamak yada daha iyi sorular sormak için yaparım. Gerçekle kurguyu harmanlama çalışmasında ben varım. Ama varlığımı mümkün olduğu kadar çayın içerisinde şeker gibi saklamayı da kendime bir görev bilirim. Varlığımın açık olmaması lazım seyirci bunu pek hissetmeli. Bu senaryo ve yazma sanatı kuralların askıya alınması sanatıdır. Sizin kural olarak gördükleriniz, yazmaya çalıştığınız bağlam içerisinde bir kenara bırakılır, hatta bırakılmalıdır.

Filmlerimde vicdan var diyorsunuz. Şimdi söyledikleriniz benim aklıma da vicdanla film yapmayı getirdi.

Vicdan ve ahlak meselesiyle ilgili olarak filmlerimde devam eden temalar var. Cenneti Beklerken, Nokta, Gölgeler ve Suretler üçlemesi daha çok plastik taraflarıyla bilindi ve konuşuldu. Kötünün bir ejderha olarak ortalıkta salındığı dünyada, ahlaka ilişkin sorular sormak her zamankinden daha fazla gerekli. Sinemamın bunun için bir araç olması beni sevindirir.

Köklerinizden kopmadan sinema yapıyorsunuz. En büyük beslenme kaynağınız geçmiş ve gelenek mi?

Bir görüntü bombardımanı altındayız. Bu bombardıman tekdüzeleştiriyor bizi. Sonuçta kendi potansiyellerini gerçekleştiremediğin geniş, çok geniş tekdüzelikler okyanusu karşısında duruyorsun. Yaşadığın çağı resmederken yanına aldığın boyaların, kalemlerin senin coğrafyandan beslenmesi lazım ki o renkleri kâğıda aktardığın zaman kendinden başka bir şey aktarabilesin. Başkalarının sana dikte ettiği şeyleri söyleyen bir suflör olmaktansa, kendi meseleni kendi sözlerinle, kendi söyleme biçiminle anlatman seni daha özgür kılacaktır.

Size geleneksel film yapan bir yönetmen desek yanlış olur mu?

Gelenekten yararlanan ama geleneği başka bağlamlarda yeniden üreten bir adamım ben. Geleneği sürekli yeniden üreten bir deneysel çaba demektir bu. Değerli olan da budur. Geleneksel olarak addettiğiniz bazı şeyler bağlamından kopar, eskir vs. Geleneksel yönetmen değilim. Gelenekten nasıl yararlanacağınızı belirleyecek olan birkaç yöntem vardır. Bir tanesi kes yapıştır yöntemidir. Gelenekten bir diyalog alıp oyuncularınızın ağzına verirsiniz bu da aynı yönteme çıkar. Benim daha fazla ağırlık verdiğim ikinci şey ise, geleneğe bakıyorum geleneğin kimi yapılarını ele alarak onlardan metafor üretmeye gayret ediyorum. Bu yapıları farklı bağlamlarda sinema sanatının uçbeyliğini nasıl daha öteye götürebileceğime ilişkin olarak kullanmaya gayret ediyorum.

Sinemanızda siyaset, politika mutlak var. Bundan sonra sizin gözünüzden başka türlerde filmler de izleyebilecek miyiz?

Belki bundan sonra bir çiçekler böcekler filmi yaparım. Çiçekler böcekler filmi de politiktir. Hayatta her şey politiktir. Bundan uzaklaşamazsınız. Bu filmin merkezden politikayla bağlantısı var. Aynen Filler ve Çimen'de olduğu gibi. Sinemanın yaşadığı çağa ilişkin sorular sorabilmesi, ona ilişkin fikir yürütmesi kendi değerini belirler. Ben de bunun farkındayım ve buna ilişkin sorular sormaya gayret ediyorum. Sinemayı bir değer üretme aracı olarak görüyorum. Sinemayı nihilizmin futbol sahası olarak görmüyorum. Bundan sonrası için ne yapacağımı bilmiyorum. Bu da bana heyecan veriyor.

Size sürekli derviş yönetmen diyorlar. Sadece adınızla ilgili bir gönderme değil bu sanırım.

Meseleleri ele alma biçimim, bu meselelere ilgi duymam insanların böyle tanımlamasına yol açmış olabilir herhalde diye düşünüyorum. Her tanımlama gibi bunun da pozitif ve negatif tarafları vardır. Çünkü tanımlama seni belirli bir alanın içine koyar ve orada bırakır. Onun dışında senin başka taraflarının telaffuz edilme ihtimalleri daha da düşmeye başlar. Benle ilgili söyleyenleri düzenlemeye kalksam iş yapamam. Bunları yaptığım işin bir parçası gibi kabul edip yola devam ediyorum.

HAYATTA HER ŞEY KURGU İŞİ

Bundan sonra nasıl bir film çekmeyi düşünüyorsunuz?

Hayatta her şey bir kurgu ve esin işidir. Bugüne dek böyle kurguladık, esinler de bizi oradan buraya getirdi. Bunda sonra ne şekilde devam edeceğini tahmin edemiyorum. İnsan bu yolda yürürken bilinçli yada bilinçsiz yaptığı işten etkileniyor. Bu yordam okuma biçimi, etme eyleme biçimi sizi bir şekilde tetikte ve hazırlıklı kılıyor. Bunların bir çırpıda ortadan kalkmasını beklemek de çok gerçekçi olmayabilir. Ama hep aynı şeyi yapmak gibi bir niyet içerisinde değildim. Söz gelimi on tane geleneksel sanattan etkilenen film yapmam herhalde.

Çarşaflar bir metafor

Bu filmde gölge insanın karanlık tarafıyla ilişkilendirilmiş geliyor bana. İrrasyonel, karanlık, güce tapan, kemiren, hakim olmak isteyen tarafını simgeliyor gibi geliyor bana.

yenişafak