Başbakan Erdoğan Münih Güvenlik Konferasının açılışında AB'ye ahlak dersi verdi:

Sözlerine ünlü Alman filozofu Hegel'in bir cümlesiyle başlayan Erdoğan, dünyanın içinde bulunduğu hali özetledi ve Türkiye'nin dünyayı tehdit eden bütün tehlikelerden en çok etkilenen kilit ülkelerden biri olduğunu hatırlattı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, terör örgütü olarak ilan edilmesine rağmen bölücü örgüt PKK'nın Avrupa'da ciddi destekler gördüğünü belirterek, ''İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan teröristler ne yazık ki Türkiye'ye iade edilmemekte ve bu teröristler Avrupa'da serbest bırakılmaktadır. Terör örgütü olarak ilan edildiği halde, bu teröristlerin serbest bırakılmasını anlamakta zorluk çekiyoruz'' dedi.

Erdoğan, bölücü örgüte yönelik operasyonların terör bitene kadar devam edeceğini de söyledi. Başbakan Erdoğan, 44. Münih Güvenlik Politikası Konferansı'nın açılışında bir konuşma yaptı. Yaptığı konuşmada, Türkiye ve dünyada meydana gelen gelişmeleri değerlendiren Erdoğan, günümüzde yerel sorunların inanılmayacak kadar kısa bir süre içinde uluslararası tehditler haline gelebildiğini söyledi.

Erdoğan, ''Siyasi, askeri, ekonomik alanlarda farklı güç merkezleri ortaya çıkıyor. Ünlü Alman Filozof Hegel'in tabiriyle, zamanın ruhu hızlı bir değişim geçiriyor. Değişimin hızı artıyor, ölçeği genişliyor. Artık birçok olay dünya ölçeğinde yansıma bulabiliyor. Sınırlar anlamını yitiriyor'' diye konuştu. Özellikle 11 Eylül terör saldırıları sonrasında yoğunluk kazanan medeniyetler çatışması senaryolarının, uluslararası gündemi artan oranda işgal ettiğini belirten Başbakan Erdoğan, iklim değişikliği, çevre kirliliği, yoksulluk ve yolsuzluk gibi sorunların güvenliği de ilgilendirecek şekilde dünya gündeminde önemli yer tuttuğunu kaydetti.

-TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-

Türkiye'nin 3 kıta, 3 deniz ve farklı kültürler arasında yer alan stratejik konumu nedeniyle bu gelişmelerden yakından etkilenen bir ülke olduğunu ifade eden Erdoğan, Türkiye'yi çevreleyen bölgelerde hem siyasi sorunların çözümü, hem de ekonomik iş birliğinin geliştirilmesi yönünde ciddi çabalar harcadıklarını ifade etti.

Türkiye'nin enerji alanında da önemli bir bölgesel toplama ve dağıtım merkezi olma yolunda da sağlam adımlarla ilerlediğini anlatan Başbakan Erdoğan, açılmış ve yapımı devam eden boru hatlarına ilave olarak, NABUCCO gibi mega projelerin hayata geçirilmesiyle Türkiye'nin enerji güvenliği alanında da çok önemli sorumluluklar üstlenmiş olacağını söyledi. Erdoğan, Türkiye'nin bu doğrultuda Avrupa'nın 4. büyük enerji ithalat güzergahı haline geleceğini de ifade etti. Enerji olgusunun, siyasi, ekonomik ve askeri rekabet alanlarının merkezi unsuru haline geldiği dünyada,

Türkiye'nin bir enerji koridoru haline gelmesinin stratejik önemine güç kattığını belirten Erdoğan, içinde bulunduğu coğrafyanın Türkiye'ye, Avrupa'nın Kafkasya, Orta Doğu ve Orta Asya ile ulaştırma bağlantısını sağlamak ve açık tutmak gibi bir görev yüklediğini dile getirdi. Asya ve Kafkasya'yı Avrupa'ya bağlayan Karadeniz Sahil Yolunun geçtiğimiz yıl açılışını yaptıklarını anlatan Erdoğan, Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projesini de başlattıklarını söyledi. Başbakan Erdoğan, bu projelerin Türkiye'yi ulaştırma noktasında da kilit ülkelerden biri haline getirdiğini vurguladı.

-''HALKI MÜSLÜMAN, DEMOKRATİK VE LAİK BİR ÜLKE''-

Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu: ''Türkiye enerji, ulaştırma, bölgesel iş birliği gibi unsurların yanı sıra bölgesel istikrar konusunda da kilit ülke, merkez ülke konumundadır. Türkiye, yeryüzünün çalkantılı coğrafyalarından birinin merkezinde bir istikrar adası olarak kalmayı başarmış, çevresine güven ve istikrar yaymıştır. Halkı Müslüman, demokratik ve laik bir ülke olarak medeniyetler arasında iletişim kurulmasında önemli bir rol oynayabileceğimiz bir gerçektir. Avrupa Birliği'nin, Avrupa ülkelerinin ve Avrupalı dostlarımızın Türkiye'nin bu önemli rolünü iyi değerlendirmeleri gerektiğine inanıyorum. Türkiye'nin, Avrupa Birliği'ne katılım süreci sadece Avrupa ve Türkiye tarafından değil, çok daha geniş bir coğrafyada ilgiyle izleniyor. Türkiye'nin önüne çıkarılan her engel, her zorluk sadece Türkiye sınırları içinde değil, başta Müslüman ülkeler, Türk Cumhuriyetleri olmak üzere geniş bir coğrafyada yankı buluyor. Eğer dünya genelinde barışı hedefliyorsak, ki bu toplantının en önemli amacı bana göre barıştır, dünya barışıdır. Huzuru hedefliyorsak, refahı hedefliyorsak, Türkiye'nin yer aldığı bu coğrafyada istikrarı, gelişmeyi, iş birliğini desteklemek zorundayız. Medeniyetler arasında diyaloğun kurulması ve geliştirilmesi, Türkiye'nin Avrupa Birliği katılım sürecinin desteklenmesi ile mümkün olacaktır.''

-AVRUPA ÜLKELERİNİN BÖLÜCÜ ÖRGÜTE VERDİĞİ DESTEK-

Medeniyetler İttifakı Projesi'nin önemini vurgulayan Başbakan Erdoğan, 2009 yılında Türkiye'de yapılacak ikinci foruma kadar bu sürecin daha da ileri götürülmesi gerektiğini söyledi.

Dünyanın en önemli sorunlarından birinin de terörün küreselleşerek ekonomik, siyasi ve toplumsal düzenimizi bozabilecek bir tehdide dönüşmesi olduğunu belirten Erdoğan, şöyle devam etti: ''Türkiye, teröre on binlerce insanını kurban vermiş bir ülkedir. PKK terör örgütünün Irak'ın kuzeyindeki mevcudiyeti, hala Türkiye açısından ciddi bir güvenlik sorunu durumundadır. PKK'nın Kuzey Irak'taki varlığı, Türkiye'deki masum insanların can ve mal güvenliğine açık bir tehdit teşkil etmektedir. Son olarak Diyarbakır'da gerçekleştirilmiş olan saldırıda eğitim kurumlarından çıkmış olan masum çocuklar katledilmiştir. Türkiye, uluslararası hukuktan aldığı güç ve yetkiyle bu tehdidi ortadan kaldırmak amacıyla harekete geçmiştir. Irak'ın Kuzeyine düzenlediğimiz operasyonların hedefi kesinlikle ve kesinlikle Irak halkı, sivil halk değildir. Altını çizerek bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Türkiye'nin Irak'a ait toprakların tek bir karışında dahi gözü yoktur. Esasen, Irak'ın toprak bütünlüğünün, ulusal birliğinin korunmasına en güçlü desteği veren ülke de Türkiye'dir. PKK ile mücadelemiz, çok açık net... Zaman zaman bize soruyorlar (Ne zaman bitecek bu operasyonlar?) diye, terörle mücadeleyi kazanana kadar, sona erdirinceye kadar. Çünkü hiçbir ülke terörde sonucu almadan mücadeleyi noktalamamıştır. Bizim de noktalamamız mümkün değildir. Son noktaya kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Çünkü insanımızın güvenliği, can güvenliği bizim için en önemli hedeftir. Sorumluluk makamında olan herkesin de yapması gereken de herhalde budur.''

Terör örgütünün, bölgesel barış ve düzeni tehdit eden, bölgeyi istikrarsızlaştıran bir unsur olduğunu kaydeden Erdoğan, ''Irak'ın Kuzeyindeki terör yuvalarına düzenlenen operasyonlar konusunda Avrupa'daki dost ve müttefik ülkelerden gördüğümüz destek bize güç vermiştir. Şimdi yapılması gereken, terör örgütünün paravan kuruluşlarının kapatılması, mali kaynaklarının kesilmesi, propaganda imkanlarının ortadan kaldırılması, teröristlerin iade edilmesi gibi konularda daha süratli ve etkin işbirliğine gidilmesidir'' diye konuştu. Bu adımları atamayan ülkelerin terörle mücadeleye bilerek veya bilmeyerek büyük zarar vermekte, dayanışma ruhunu zedelediklerini ifade eden Başbakan erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Burada bir konuyu özellikle vurgulamak istiyorum. O da şudur: Avrupa Birliği, PKK terör örgütünü, terör örgütü olarak ilan etmiştir. Terör örgütü olarak ilan edilmesine rağmen hala farklı isimler altında Avrupa'nın birçok ülkesinde PKK terör örgütü ciddi destekler görmektedir. Örneğin, Türkiye'de bir Kızılay'ımız vardır, onlar da kendilerine böyle bir kuruluş tesis ederek Avrupa'da ciddi parasal kaynaklar elde etmektedirler. Sadece bir ülkeden elde ettiği bu tür topladığı para 5 milyon Avrodur. Ve bununla bizim ülkemizde yapılan terör eylemlerine destek sağlamaktadır. Aynı şekilde, bakıyoruz ki İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan teröristler ne yazık ki Türkiye'ye iade edilmemekte ve bu teröristler Avrupa'da serbest bırakılmaktadır. Terör örgütü olarak ilan edildiği halde bu teröristlerin serbest bırakılmasını anlamakta zorluk çekiyoruz. Ve bunlar bize iade edilmiyor. Ben burada bu ülkelerin ismini vermeyeceğim. Burada hep birlikte bir hassasiyetimizin olması lazım. Çünkü terör, ulusal bir sorun değildir. Uluslararası bir sorundur. Bu uluslararası soruna karşı eğer hep birlikte dayanışma içerisinde olmazsak unutmayalım ki terör örgütleri zamanı geldiğinde kendilerini besleyen, kendilerini koruyan, kollayan tarafları da bir bumerang gibi hedef olarak görecek, buralara zarar vermeye başlayacaktır.''

-''TERÖRLE MÜCADELEDE İSTEKSİZ DAVRANAN ÜLKELER..''-

Terörle mücadelede isteksiz davranan ve terör örgütlerine karşı açık tavır alamayan ülkelerin zaman içinde terörün olumsuz sonuçlarına hissedar olacaklarını belirten Erdoğan, bölücü örgüt PKK'nın en önemli finans desteğinin uyuşturucu ve insan kaçakçılığı olduğunu ifade etti. Avrupa ülkelerine bölücü örgüt eliyle teslim edilen uyuşturucunun Avrupalı gençleri hedef aldığını ve bu ülkelere zarar verdiğini kaydeden Başbakan Erdoğan, bölücü örgüte ve onun Avrupa'daki örgütlenmelerine karşı duyarsız kalan bazı ülkelerin bilerek ya da bilmeyerek aslında kendi toplumlarına, kendi gençlerine ciddi zarar verdiklerini görmeleri gerektiğini vurguladı.

"İMTİYAZLI ORTAKLIK SİYASETEN ÇİRKİN BİR İFADE"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bazı AB üyesi ülkelerin yöneticilerinin, Türkiye için zaman zaman ''İmtiyazlı ortaklık'' gibi ifadeler kullandıklarını belirterek, ''Bunu siyaseten bir çok çirkin buluyoruz'' dedi.

Başbakan Erdoğan, 44. Münih Güvenlik Politikası Konferansı'nın açılışında yaptığı konuşmada, Türkiye'nin her zaman terör olaylarına karşı küresel işbirliği süreçlerinin bir parçası olduğunu ve elinden gelen katkıyı sağladığını söyledi. Afganistan, Bosna, Kosova ve Lübnan gibi ülkelerde Türk askerinin insani amaçla ve dayanışma anlayışının bir gereği olarak görev aldığını belirten Erdoğan, ''Türkiye, dünya barışı için gösterdiği hassasiyetin, yardımlaşma duygusunun ve duyarlılığın bir benzerini dost ülkelerden de haklı olarak beklemektedir.

Aksi halde terörle mücadele konusundaki inandırıcılık ve samimiyet ciddi şekilde zarar görür'' dedi. Türkiye'nin tarihi ve bölgesel misyonunun bir gereği olarak, Filistin ve İsrail arasındaki barış sürecine de başlangıçtan bu yana güçlü destek verdiğini kaydeden Erdoğan, bugün de taraflar nezdinde iyi niyetli girişimlerin sürdürdüklerini ifade etti.

Orta Doğu'daki sorunların çözümü konusunda artık uygulama safhasına geçilmesi ve somut sonuçlar alma zamanının geldiğini vurgulayan Başbakan Erdoğan, bunun çatışma ve gerilimlerden bezmiş durumdaki bütün Orta Doğu halklarının ortak beklentisinin bu olduğunu dile getirdi. Orta Doğu barış süreci çerçevesinde, İsrail ile Suriye ve Lübnan arasındaki sorunların çözümü yönünde de yeni bir hareketlenmeye ihtiyaç olduğunu kaydeden Erdoğan, çözümlerin daha fazla geciktirilmemesi gerektiğini söyledi.

-''KOŞUŞTURMAYI DEVAM ETTİRME KARARLIĞINDAYIM''-

Lübnan'da cumhurbaşkanlığı konusunda bir süredir yaşanan tıkanıklığın krize dönüşmesi işaretlerinin görülmesinin de ayrı bir endişe kaynağı haline geldiğini belirten Erdoğan, ''Bizzat ilgilendiğim bu konuda umutlarımı kaybetmiş değilim. Bu konferanslardan sonra, döner dönmez yine bu konudaki bir koşuşturmayı devam ettirme kararlığındayım'' dedi.

Türkiye'nin, komşusu İran'ın nükleer çalışmaları konusundaki tartışmaları da yakından izlediğini anlatan Başbakan Erdoğan, son zamanlarda yaşanan bazı gelişmelerin bu sorunun barışçıl yollardan çözüme kavuşturulabileceği konusundaki iyimserliği de arttırdığını söyledi.

Bu konuda İran'a düşenin, kaygıları azaltmak amacıyla gereken şeffaflığı sergilemek ve yeni soru işaretleri oluşmasına yol açacak tutumlardan kaçınmak olduğunu belirten Erdoğan, Türkiye olarak bu sorununun diplomatik açıdan çözülmesi yönünde üzerlerine düşen katkıları sağlamaya hazır olduklarını dile getirdi. Günümüzde güvenliğin salt siyasi ve askeri konulara indirgenmesinin artık mümkün olmadığını vurgulayan Erdoğan, ekonomik, sosyal ve hatta kültürel nitelikte sorunların da küresel güvenliği yakından etkiler duruma geldiğini söyledi.

''Yoksulluğun, işsizliğin, gelir dağılımındaki eşitsizliğin kol gezdiği yerlerde kalıcı istikrar ve güvenlikten söz etmek mümkün değildir'' diyen Erdoğan, buralardaki istikrarsızlığın yerinde ve zamanında müdahalelerle giderilemediği veya kontrol altına alınamadığı takdirde çeşitli kanallardan dalga dalga dünyanın başka yerlerine de yayıldığını ve tüm ülkeleri etkisi altına altığını ifade etti.

Erdoğan, şöyle devam etti: ''Terörün, çatışmaların istikrarsızlığın temelinde yatan sebeplere inmeden, cehaleti, yoksulluğu, haksızlıkları gidermeden küresel bir barış ortamına ulaşmak mümkün değildir. Bu gerçekler ışığında kalkınma sorunlarıyla karşı karşıya bulunan zor durumda bulunan halklara yardım ve dostluk elinin uzatılması, küresel güvenliğin olmazsa olmaz şartı haline gelmiştir. Türkiye olarak gelişmekte olan ülkelere teknik ve kalkınma yardımlarımızı her yıl biraz daha arttırıyoruz. Savaş veya iç çatışma geçirmiş ülkelerin yeniden inşa çabalarına da güçlü destek veriyoruz.''

-NATO VE BM'YE DESTEK-

''NATO ittifakının, Türkiye'nin güvenlik politikasının belkemiğini oluşturmaya devam ettiğini'' belirten Erdoğan, soğuk savaş sonrası politikalara başarıyla uyum sağlayan NATO'nun, artık sadece kendi üyelerinin değil, tüm dünyanın güvenlik ve istikrarına hizmet eden bir kuruluş haline geldiğini söyledi.

NATO'nun, ''açık kapı prensibi'' çerçevesinde kriterleri karşılamaları kaydıyla yeni üyelerle genişlemesinin bölge ve dünya barışına önemli katkılar sağlayacağını kaydeden Erdoğan, Türkiye'nin NATO'ya verdiği katkının önümüzdeki dönemde de süreceğini dile getirdi. Erdoğan, Birleşmiş Milletler bünyesindeki barışı koruma operasyonlarına Türkiye'nin verdiği desteğin süreceğini de ifade etti.

-AB SÜRECİ-

Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu: ''Türkiye'nin, Avrupa Birliği'ne katılım sürecinde olan bir müttefik hüviyetiyle, AB'nin güvenlikle ilgili misyonlarının karar oluşturma süreçlerinde etkin suretle yer alması gerektiğine inanıyoruz. Esasen bu süreçte Türkiye'nin karar mekanizmalarında söz sahibi olması mantık ve hakkaniyetin bir gereğidir. Bu, AB tarafından da Türkiye'ye taahhüt edilmiş bir husustur. Bizim bu noktadaki haklı beklentimiz sürüyor. AB'ye katılım sürecimiz bizim açımızdan istikrarlı bir temele oturmuştur. Zihnimizde bu sürecin amacı, hedefi, sonucu, bizi götüreceği yer gibi konularda herhangi bir soru işareti veya tereddüt yoktur. Varılacak yer bellidir. O da diğer üyelerle eşit koşullarda tam üyeliktir. Zaman zaman sağolsun bazı Avrupalı dostlar Türkiye için 'İmtiyazlı ortaklık' gibi ifadeler kullanıyorlar. Bunu siyaseten biz çok çirkin buluyoruz. Zira oyun esnasında kural değişmez. Maça çıkıyoruz... Penaltının kuralları belli. 90 dakikayı oynuyoruz, artı uzatmalar... Tam bu esnada bakıyorsunuz penaltının kuralları değişiyor. Böyle çirkinlik olmaz. AB müktesebatı içerisinde Avrupa Birliği'ne nasıl girilebileceği belli. Bütün bunlar belliyken son zamanlarda 'İmtiyazlı ortaklık' gibi yakıştırmanın çıkmış olması ne adalet anlayışına, ne hakkaniyet anlayışına ne de AB'nin ahde vefa anlayışına sığmamaktadır, uymamaktadır. Türkiye, Avrupa'nın bu en büyük başarı ve entegrasyon hareketine katılma kararını halkıyla, Meclis'iyle ve hükümetleriyle uzun süre önce vermiştir. Türkiye'nin AB'ye tam üyelik dışında hiçbir alternatifi dikkate almayacağını, keza AB müktesebatının hiçbir yerinde de bu tür bir alternatifin bulunmadığını tekrar vurgulamak istiyorum. Bu durumda yapılması gereken fasıllarla ilgili müzakereleri aksamaya meydan vermeden nihai aşamaya kadar sürdürmektir. Türkiye katılım sürecinde üzerine düşünleri yapmaya kararlıdır ve yapmaya devam etmektedir. TBMM'nin bugüne kadar kabul ettiği kapsamlı reform paketleri bunun en önemli kanıtıdır. Vadedildiği gibi diğer aday ülkelerle eşit muameleye tabi tutulmamız kaydıyla gerekli tüm kriterleri yerine getireceğimizden kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Şu anda komisyonla birlikte yürütülen çalışmalarda yakışıksız bu noktadaki yaklaşım tarzları bizi ve halkımızı üzmektedir.''

"HERKES KENDİ İNANCINI YAŞAMALI"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Her şeyden önce halkın kendi inancına, kendi dinini yaşaması gayretleri herhalde farklı dinlerden olan insanlar tarafından da anormal karşılanmamalı'' dedi.

Erdoğan, ''Farklı dinlerin mensuplarına bizler nasıl, 'siz niçin dininizi bu kadar iyi yaşıyorsunuz ya da bu kadar hassasiyetle yaşıyorsunuz' deme hakkına sahip değilsek, bir Müslümanın da dinini yaşamasına kimsenin kalkıp 'sen dinini bu kadar iyi yaşıyorsun, başarılı yaşıyorsun' deme hakkına sahip değildir'' diye konuştu.

Başbakan Erdoğan, Almanya'nın Münih kentinde düzenlenen 44. Münih Güvenlik Konferansı'nın açılış konuşmasını yaptı ve katılımcıların soruların yanıtladı. Başbakan Erdoğan, İslamiyet ile AB sürecini birbiriyle nasıl bağdaştırdığı şeklindeki bir soru üzerine, şunları söyledi: ''Partimizi kurduğumuzda programımıza yerleştirdiğimiz ilke şudur. Bizim partimiz din eksenli bir parti değildir. Bizim partimiz muhafazakar, demokrat bir partidir ve süreci bu şekilde çalıştırırken halkımızın da yaklaşık 99'u Müslüman'dır. Her şeyden önce halkın kendi inancına, kendi dinini yaşaması gayretleri herhalde farklı dinlerden olan insanlar tarafından da anormal karşılanmamalı. Farklı dinlerin mensuplarına bizler nasıl, 'siz niçin dininizi bu kadar iyi yaşıyorsunuz ya da bu kadar hassasiyetle yaşıyorsunuz' deme hakkına sahip değilsek, bir Müslüman'ın da dinini yaşamasına kimsenin 'kalkıp sen dinini bu kadar iyi yaşıyorsun, başarılı yaşıyorsun' deme hakkına sahip değildir. Bu özgürlüklerle de asla uyuşmaz. Bir taraftan din ve vicdan özgürlüğü diyeceksiniz, öbür taraftan kalkıp Müslüman için böyle bir defans uygulayacaksın. Bu defansı uygulamaya bir defa kimsenin hakkı yok. Bunu bir defa baştan belirleyelim, altını da çizelim''

KADIN HAKLARINDA YASAL DÜZENLEMELER

Avrupa Parlamentosu üyesi Elmar Brok'un, ''Türkiye'nin siyasi kriterleri yerine getirdiğini düşünmediğini belirterek, Türkiye'de başörtüsüyle ilgili yasa hazırlığının olduğunu, Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinin hala geçerli olduğunu ve Ankara Protokolü'yle ilgili sorunun hala çözülemediğini'' ifade etmesi üzerine Erdoğan şu yanıtı verdi: ''Kadın erkek eşitliği konusunda hassasiyetimiz var. Özellikle hiçbir dönemimizdeki kadar kadın-erkek eşitliğiyle ilgili yasal düzenlemeler yapılmamıştır. Bizim dönemimizde bunlar başarıyla yapılmıştır ve başarıyla da sürdürülmektedir. Öyle anlıyorum ki soruyu soranlar ülkemizi yakından tanımıyorlar, kendilerini özellikle ülkemize davet etmek istiyorum ve buna yönelik olarak yapılmış çalışmaları da göstermek isterim'' İran'ın Nükleer Silahları Engelleme Anlaşması'nı imzalamamasını nasıl karşıladığı şeklindeki bir sorusuna Erdoğan, ''Onun muhatabı ben değilim İran, bu soruyu İranlılara sorun. Acaba bunu neden imzalamamışlar'' diye yanıt verdi.

-''SOĞUTUCUYA ALMAK DENİR''-

Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi'ne geçici üyeliğine ilişkin bir soruya yanıtlarken de Erdoğan, şöyle konuştu: ''1961 yılından bu yana Türkiye, Avrupa ülkesi olarak, aynı zamanda bir bölümüyle de Asya ülkesi olarak BM Güvenlik Konseyi'nde böyle bir üyelik almış değil, 47 yıl. Şimdi böyle bir talebi var. Türkiye'nin böyle bir talebi olmasını İran'ın durumuyla ilgili hale getirmek Türkiye'ye karşı ayrı bir haksızlıktır. Yani BM Güvenlik Konseyi'nde olanlar adeta torna kalıbından çıkmış ülkeler olarak mı değerlendirilecek? Birilerinin istediğini söylüyorlarsa, birilerinin istediğini cevap olarak veriyorlarsa, o zaman doğru, eğer vermiyorlarsa doğru değil, bu haksızlıktır. Bir defa bırakalım, ülkeler temsilcileri olan insanlar düşündüklerini, inandıklarını, düşündükleri, inandıkları gibi söylesinler. Mutabakatı, bu düşünceleri tartışarak, görüşerek ortaya koysunlar ve ondan sonra da kararlı davransınlar. Ben açık sözlü olmayı seven bir insanım. Bu bakımdan bunları açık, net konuşmaktan yanayım. Geçici üyeliğimizi bu noktada biz görüştüğümüz tüm ülkelerden talep ediyoruz, arzu ediyoruz, istiyoruz. Tabii ki takdir onlarındır. Bu gizli bir oylamadır. Bizi bu noktada desteklerlerse memnun oluruz. Desteklemezlerse bugüne kadar oradan çıkan kararlar neyse, onlara da zaten boynumuzu büküyoruz. Bakın ben basit bir örnek vereyim sizlere. 24 Nisan Anna Planı'nın oylanması. Refarandum yapıldı, arkasından 2004'de Sayın Annan referandumla ilgili raporunu yazdı. O günden bu güne BM Güvenlik Konseyi hala Annan Planı'nı gündemine alıp, kararını vermedi. Soruyorum, acaba BM Güvenlik Konseyi'nde Genel Sekreteri'nin vermiş olduğu bir rapor böyle 4 sene bekletilir mi? Soruşturdum, dediler bir yılı aşmaz. Bir yılı aştığı halde neden o 4 yıldır orada bekletiliyor. Buna buzdolabına koymak denir. Soğutucuya almak denir. Kıbrıs olayı da bundan dolayı bu şekilde savsaklanmaya devam ediyor. Ben bu konuda da BM Güvenlik Konseyi'ne göreve davet ederken, Türkiye olarak bu tip haksızlıklarla mücadele etmek istiyorum. Derdimiz bu...'