1930’lu yıllar Batılı yaşam tarzının rağbette olduğu, dindarların seçkinler tarafından hakir görüldüğü ve halk ile seçkinci zengin zümrenin ayrışmaya başladığı tarihtir.

İnkılâpçılar o yıllar Bozkır’ın ortasında Osmanlı’nın külleri üzerinden eskinin izlerini taşımayan, ezanın bile Türkçe okunduğu milli bir devlet inşası hayali içersindedirler.

Öyle ki, Türk Müziğinin tutkunudurlar ama buna rağmen okullarda okutulmasına izin verilmez yerine Batı Müziği okutulur.

Yahya Kemal de o yıllarda yeni moda kültüre göre yaşamın revaçta olduğu Moda Semti’nde ikamet etmektedir.

Orada ikametten pek hoşnut olmayacak ki, Yahya Kemal Moda’yla kadim kültürün yaşandığı Üsküdar gibi mahalleleri ayrı tutar ve ikincilerden “İslam Diyarı” diye söz eder. 

Diğer yandan Yahya Kemal oruç tutmaz,bunu saklama gereği de duymaz ama halktaki Ramazan coşkusuna ortak olmak ister ve  dar gelirlilerin yaşadığı, kerpiç evlerden müteşekkil Üsküdar’daki Atik Valide Sultan Sokağı’nın bir kenarına çekilir iftar öncesi manzarayı büyük bir zevkle seyre dalar.

******

“İftardan önce gittim Atik Valde semtine,

Kaç def’a geçtiğin bu sokaklar, bu gün yine,

Sessizdiler. Fakat ramazan maneviyyeti

Bir tatlı intizara çevirmiş sükûneti;

Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,

Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer,

Bakkalda bekleşen fıkara kızcağızları

Az çok yakında sezdiriyor top ve iftarı

Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;

Bir top gürültüsüyle bu sahilde bitti gün

Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri

Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.

Ya Rab. nasıl bir ferahlı bu alem, nasıl temiz!

Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.

Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı

Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.

Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime

Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:

Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;

Mademki böyle duygularım kaldı çok şükür.”

Ve zevkini tadamadığı ama neşesini de seyretmekten kendini alamadığı Ramazanda oruçsuzluk haline teselliyi Yahya Kemal duygularına sığınmakta ve şükretmekte bulur.

****

Günümüze gelecek olursak mahalleden geçtik bu gün Ramazan’da yıldan yıla cemaat azalmasıyla camilerdeki ramazan coşkusunu bile kaybetmekle karşı karşıyayız.

Görüşüne başvurduğum akil din görevlilerinin ittifakla dile getirdikleri bu gün ne o eski ruhtaki camiyi bulmak mümkün ne de eski şuurdaki cemaati…

Camiye ruh verecek olan din görevlisi… O cami olmaktan huzur duyacak olansa cemaat… Yani ikisi birbirine sıkı sıkıya bağlı, ilki olmayınca diğeri sıradanlaşıyor.

Cemaat olma özelliğini kaybediyor, güruh olmaktan öteye geçemiyor.

Sanmayın ki, bu kopuş kentleşmenin yoğun yaşandığı büyük merkezlerde… Henüz gelenekselliğini yitirmemiş kasaba ve mahallelerde de durum pek farklı değil.

Konu üzerinde önemle durmayı gerektiriyor. Çünkü birliğimizi dolayısıyla dirliğimizi teminde bu coğrafyada din önemli bir yere sahiptir.

Düşündürücü olansa Türkiye’nin inanç ve ibadet özgürlüğü noktasındaki şartları Yahya Kemal’in o eseri yazdığı 1934 yılı ortamıyla kıyaslanamayacak derecede olumlu olmasına rağmen bu erozyonun günümüzde yaşanıyor, olmasıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı gerek personel gerekse sahip olduğu bütçeyle Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığından sonra imkânları en geniş teşkilat…

Ülkede sayıları100’e yaklaşan İslami fakülte ve yüksel okul ve bu okullarda öğrenim gören 100 binin üzerinde öğrenci var…

Liselerde ama zorunlu ama seçmeli milyonlarca öğrenciye okutulan haftada en az dört saat dini içerikli ders var…

Sayıları 500’ü aşan ve 1 milyon 300 bin öğrencisi olan İmam-Hatip Lisesi ve Ortaokulu var.

Neredeyse her mahallede 5 yaşla 80 yaş arasında sayıları milyonlarla ifade edilen insanlara kurs hizmeti veren Kur’an Kursu var…

Bütün bu olumlu verilere rağmen dine ve halkın yanında ayrı bir yeri olan ramazana ilgi yıldan yıla niye azalıyor?

Özellikle gençler arasında yaygınlaşan “deistim,” “ateistim” şeklinde kendini tanımlayanların sayıları yıldan yıla neden artış gösteriyor?

Gençler arasındaki madde bağımlılığı ve kullanımı ve kız erkek birlikteliği niye hızla artıyor?

Soruları daha da çoğaltmak mümkün…

Ancak bu kadar geniş imkâna rağmen Müslüman camiden, cemaatten soğuyor, dinle, camiyle yaşamı arasına bir mesafe koyma gereği duyuyorsa ortada çözümü gereken bir problem var demektir.

Bu paradoksu eşelemekle, çözmekle mükellef bir numaralı kurum da Diyanet İşleri Başkanlığıdır

Acaba Diyanet vaaz ve hutbe konuları vatandaşın aklını kurcalayan sorularla ne derece örtüşüyor, araştırma gereği duydu mu?

Yine Diyanet ramazana ve camiye ilginin azalmasındaki ana etkenlerin neler olduğu konusunda bir inceleme yaptırıp konuyu Din İşleri Yüksek Kurulu’nda masaya yatırdı mı?

Ve Diyanet, psikologların, sosyologların kısaca konuyla uzaktan, yakından ilgili uzmanların yer alacağı bir arama konferansı benzeri geniş katılımlı bir toplantıda meseleyi ele almayı niye düşünmedi?

Nurettin topçu:

“(…) Meşrutiyet neslinin çocukları derste henüz sarıklı hocadan teyemmümle misvak kullanma tarzını öğrenirlerken, sıra altında gizlice Buchner’in Madde ve Kuvvet tercümesini elden ele dolaştırıyorlardı,”der. (Nurettin Topçu Albümü, İsmail Kara s.21)

O günkü çocukların yaptığı kaçamağı bu gün vaizler kürsüde konuşurken cemaatten birileri cep telefonuyla yapıyor bunun nedenini merak eden, araştıran birileri oldu mu?

Yoksa Diyanet Müslümanlığı Yahya Kemal dönemindeki gibi ahlak, marifet ve vicdan temelli bir kişilik inşası değil de günümüz siyasetçilerinin görüşü istikametinde bir kimlik meselesi olarak mı görüyor?

Bu vurdumduymazlık nereye kadar gidecek?

Herkesin bayramını tebrik ediyorum.

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!