On iki Eylül olduğunda ondokuz yaşımdaydım.

Benim çağımda olan insanların başında kavak yellerinin estiği, hayatı toz pembe gördüğü yıllar.

Bizler ise, omuzlarımızda milletin geleceğine dair aldığımız yükün ağırlığıyla büyümeden olgunlaşmış bir nesiliz.

Gençlik gücümüz ve enerjimizle sokaklarda fırtına estiriyoruz.

Hayatımız namlunun ucunda ve kör kurşunlara gebe...

"Milliyetçi Türkiye"

"Milli devlet güçlü iktidar"diyerek çıktığımız yolculuk ilay-ı Kelimetullah, Nizam-ı Alem davasına dönüşerek;

"Kanımız aksada zafer islamın"

"Müslümanlar küfre karşı tek yumruk"

ve kavgamızın soyguncu, vurguncu düzene karşı olduğu vurgusunu pekiştirerek,"Yaşasın devlet, yıkılsın düzen' sloganlarıyla sokakları inletiyor, boş bulduğumuz duvarlara mesajımızı yazıyor ve bu yolla mahalle hakimiyetimizi göstermek için imzamızı atıyorduk.

İmza elbette "Komünistlere ölüm!"

O yıllarda yaşıtlarımız, polis karakolları ve hapishaneyle erken tanışıyor..

Kimileri de ömrünün baharında kara toprakla buluşuyordu.

Acılarımız öfkemizi kabartıyor ve öfkemiz kinimizi biliyordu..

Oysa kin duyduklarımızda bizim gibi umutları ve emelleri olan;

Özgürlük, adalet, emek, insanın insana kul, köle olmadığı dünya istiyordu..

Elbette bizim de kabahatlerimiz vardı.

Bizim üzerimizden, ülkemiz ve bizler hakkında planlar yapıldığını farkedemedik.

Düşmanı karşımızdakiler sanıyorduk.

Oysa "kuklacının" başı dışarıdaymış..

Bu gerçeği bir gece ansızın ülke yönetimine el koyan darbecilerin ifadelerinden anladığımızda, çoğumuz karakollarda işkence görüyor, hapislere doldurulmuş devletin ceberrut yüzüyle tanışıyorduk.

Veyahut kaçaktık, yurt dışına tabi ki Avrupaya çıkış yolları arıyorduk.

İş işten geçmişti..

"Kuklacılar" kanun kuvvetiyle yeni kuklalarını iş başına getirmiş, memleketin 'kurtarıcılık' ünvanını onlara bağışlamıştı.

Bu kahramanlar(!) utanmadan "İti ite kırdırmakla" övünmüşler ve "Bir onlardan bir bunlardan" diyerek ne kadarda adil(!) olduklarını söyleyerek meşruluk aramışlar ve "karıştır barıştır" formülüyle "huzur" getirmişler ve on yedi yaşında ki gençlerin yaşını büyüterek asacak kadar gözleri dönmüş, darağaçları kurmuşlardı.

Başkalarını neyi hatırlatır bilemem ama

her 12 Eylül bana bu kahpelikleri hatırlatır.

Ülkem için hala sosyolojik farklılıklarımızdan, zihinsel ve psikolojik düşmanlık üretip siyaseti konsolide etmeyi; yurtseverlik, milliyetçilik veya müslümanlık sayanların varlığı ise acımı büyütür.

Yaş şimdi altmış.

Aradan geçen otuzbir yıla rağmen "Değişen ne oldu?" diye sormadan edemiyorum.

Elbette, on iki Eylül darbesiyle elde ettikleri yasal güçle "kardeş kavgasını durduruyoruz" diyerek zulüm işleyenlere hakkımı helal etmiyorum ve etmeyeceğim.

O gün olduğu gibi, bugünde devlet gücüyle toplumu bölenlere, ayrıştıranlara ve bu şekilde oy avcılığı yapan, halkı yoksullaştıran, yolsuzlukları sistematik hale getiren, bütün kanunsuzlukları, moral değerleri istismar ederek din ve milliyetçilik üzerinden meşrulaştırmak isteyenlere de helal etmeyeceğim.

12 Eylül karşıtlığı mesajı veren, darbeyi kınayan ama o darbe hukukunu mumla aratacak düzen inşa edenlerin ikiyüzlü tutumundan da iğreniyorum.

Bu zihniyet sahiplerinin dindarlığına da, milletseverliğine de inanmıyorum.

Bu itiraz ve on iki Eylül değerlendirmemle, yapılanlara ve yapılacaklara rızamın olmadığı ve asla olmayacağı kayda geçsin isterim.

Devrimci, Ülkücü veya Akıncı, on iki Eylül zulmüne uğrayan, devletin ceberrut yüzüyle genç yaşlarda tanışan, hayatını yitirenlere rahmet diliyorum.

Geride kalan ve hala bu memleketin derdiyle, baskıcı, antidemokratik, özgürlükleri kısıtlayan, keyfilikle ülkeyi yönetenlere karşı, hasbi bir şekilde dertlenen, on iki Eylül mağdur ve mazlumlarına selam!

O günün zalimlerine de bugünün zalimlerine de veyl olsun!