Unat, vicdan özgürlüğü, vücut bütünlüğünü koruyabilme, fikir özgürlüğü, şiddete maruz kalmadan yaşayabilme gibi hakların bir bütünlük taşıdığını vurguluyor. 'Bu haklardan sadece biri olan inanç özgürlüğünü öne çıkarırsak diğer hakları ipotek altına almış oluruz' görüşünde


Yetiştirdiği değerli isimleri yazmaya sayfaların yetmeyeceği 'hocaların hocası' Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, bugün gördüğü Türkiye resmini ve öğrencilerini anlattı. Uzun yıllar Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde ders veren, emekliliğinin ardından İstanbul'da Kadın Araştırmaları Merkezi'nde deneyimlerini öğrencilerine aktaran Prof. Unat, kadın konusunda yaptığı çalışmaları ve gözlemlerini paylaştı.

KADINLAR DAHİL OLAMIYOR: Maalesef kadınlar hala bugün siyaset alanında yeteri kadar güçlü olmadıkları için olup bitenleri izliyorlar, mukavemet etmeye çalışıyorlar, tartışıyorlar. Ama tam olarak içine giremiyorlar, dahil olamıyorlar.


DİN PAZARLIK KONUSU: Din bugün her yerde çok önemli siyasi bir pazarlık konusu. Ve bugün kesinlikle bir politik malzeme olarak kullanılıyor. Oysaki din bir inançtır, insanın özel hayatında çok önemli bir değerdir, bir kısım ülkelerde hukukun temelidir. Esasında bir sürü işlevleri var fakat şüphesiz ki bugün politikanın bir malzemesi.

DİNİ MERKEL DE KULLANIYOR, SARKOZY DE: Mesela Amerika'da Eski Alaska Valisi Sarah Palin, baştan aşağı Protestan radikal kanalın sözcüsü. Amerika'da halen dini siyaset için kullanan bu 'çay partisi' denilen akım, İncil'e dayanıyor. İncil'in yorumu ile politika yapıyorlar. Diğer taraftan Hindistan'ın sınırları içinde kalan Müslümanlarla, Hindular arasında da aynı tepe üzerinde kurulmuş olan tapınak ve caminin 'kime bırakılacağı' ile ilgili mücadele var. Dolayısıyla bu sorun sadece Türkiye'de yok.

Bugünkü konjonktür içinde siyasi kuvvetlerin çarpıştığı yerlerde din kullanılıyor. Almanya Başbakanı Angel Merkel de kullanıyor, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de... Düşünün ki büyükbabası Yahudiyken bir numaralı Katolik olarak çıkıveriyor karşımıza Sarkozy.

TÜRBAN SİYASİLERİN ÜRETTİĞİ SORUNUN ADI: Türban bu büyük resmin içinde bir yere oturuyor Türkiye'de. Ama tek başına bu sorunu alıp 'bu yalnız Türkiye'de vardır başka hiçbir yerde böyle bir sorun yoktur' demek kesinlikle doğru değil. Çünkü her yerde din üzerinden sorunlar üreten siyasiler var. Tesadüfen şu sıralar bizdekinin adı da türban...


KAPALI KADIN ÖZGÜR DEĞİL: Türkiye'deki kadınların çok büyük bir kısmı geleneksel biçimde örtünüyor. Vazgeçmek niyetinde değiller. O da onların hakkı. Beyazıt Meydanı'nda 'Bu zulme son verin' diyenler ise haliyle bir politik eylem içindeler. Her zaman söylüyorum. 18 yaşını doldurmuş herkes; istediği kişiyle evlenir, seçmen olarak oy kullanır, vatandaşlık haklarının hepsini kullanır. Bugün türbanlı kız öğrencileri bu haktan menetmek hukuken savunulamaz. Çünkü aynı zihniyetteki erkek öğrencileri biz teşhis edemiyoruz. Yanında duran erkek arkadaşı serbestçe içeri girerken, türbanlı olan o genç kız uydurma bir perukla ancak girebiliyor. Bunun müdafaası çok zor. Bana 'tesettürlü, kapalı bir kadın bugünün Türkiye'sinde özgürlüğe kavuştu mu?' diye soracak olursanız cevabım kesinlikle 'hayır' olacak!


DİĞER HAKLAR İPOTEK ALTINDA: İnsan hakları çok kapsamlı, çok faktörlü. Bunların başında vicdan özgürlüğü geliyor: İstediği kişiye, istediği şeye inanmak. İkincisi fikir özgürlüğü: İstediğini düşünmek. Üçüncüsü vücut bütünlüğünü korumak. Kimsenin şiddetine maruz kalmadan yaşayabilmek. Bu ve benzeri hakların hepsi bir bütünlük arz eder. Ama bu haklardan sadece biri olan inanç özgürlüğünü öne çıkarıp, diğer hakların hepsinin üstünde tutarsak bu doğru olmaz. Diğer hakları ipotek altına almış oluruz ve o zaman özgürlük kalmaz


ÜÇOK, ÖRTÜNMENİN EMİR OLMADIĞI GÖRÜŞÜ NEDENİYLE CAN VERDİ: Evet, örtünme çok tartışmalı bir konu. Kuran'daki ayetle ilgili o kadar tartışmalı görüşler var ki! Din alimleri hatta eski Diyanet İşleri Başkanı da dahil olmak üzere bunun mutlak bir buyruk olmadığını ileri sürüyorlar. Rahmetli Bahriye Üçok gibi bazı meslektaşlarımız bu uğurda can bile verdi. Üçok, örtünmenin bir emir olmadığı görüşündeydi. Bunu da hayatıyla ödedi. Bu sorun belli ki uzun yıllar devam edecek.

GETTOLARDA KADIN ODAKLI YENİ BİR MİMARİ YAPI DOĞDU
Türkiye'de çok önemsediğim iki bilim kadını var. Çiğdem Kağıtçıbaşı ve Binnaz Toprak. Çiğdem Kağıtçıbaşı dünya çapında tanınmış bir sosyal psikolog. Özellikle kadın hakları konusunda uzman. Kağıtçıbaşı'nın yaptığı en çarpıcı analizlerden biri ise şu: Çok küçük yaşlarda zorunlu din eğitiminin dışında kuran kurslarına devam eden kız çocuklarının ileriki yıllarda kendilerine tanınmış olan hakları kullanmakta zorluk çekmeleri. Esasında Türkiye'de farklı olmak çok önemli ve biraz da zor. Çünkü özellikle kadınlar belli çevrelerde özgür olabilirken, belli çevrelerde baskı altında kalabiliyor. Bugün hatta gettolar oluşmaya başladı. Mesela Ankara'daki 'Pursaklar' gibi... Bu semtte bütün binaların mimarisi kişilerin dini sembollere ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Pencereler 'cami pencereleri' gibi. Mutfak pencerelerini, karşısına kör bir duvar gelecek şekilde yapmışlar. Yani kadın mutfakta çalışırken, karşıdaki komşu kendisini görmesin diye. Sosyal denetimin çok güçlü olduğu yerlerde özgürce yaşamak çok zor.


MAHALLE BASKISI DEĞİL, SOSYAL BASKI: Şerif Mardin'in kullandığı mahalle baskısı terimini kabul ediyorum ama aynı zamanda da eleştiriyorum. Çünkü mahalle baskısı teriminin içinde yerel bir sınırlama var. Coğrafi bir anlam var. Mahalle herkesin birbirini tanıdığı, birbirine aşina olduğu bir yerleşim birimi. Halbuki sosyal baskı mahalleyi de aşıyor. Küçük bir yer için mahalle baskısı demek doğru ama sosyal baskı sadece bir mahalleye özgü olan bir uygulama değil ki? Bugün toplumsal baskı pek çok konuda var. Kadınlar, Aleviler, eşcinseller hep ötekileştiriliyor. Türkiye'de ise hep yapay gündemler ön planda. Oysaki çok daha önemli meseleler var.


YAPAY SORUNLAR GERÇEK SORUNLARIN ÖNÜNE GEÇİYOR: O kadar fakir insan var ki çöpleri karıştıran... Çöpleri boşaltıp, oradan yiyecek çıkartıyor bu insanlar. Bizim esas problemimiz bu. Genç bir kadın sırtında hasta çocuğuyla dileniyor. İşte problem bu insanlara yetişebilmek. Bu yoksullara, insana yakışır bir yaşam imkanı sağlayabilmek. Gerçek problemleri yapay sorunlarla geçiştiriyoruz. Ama kötümser değilim. Çok mesafe aldık. Bu bir savaştır. Bazen geriye çekileceksiniz ki yeniden ilerleyebilesiniz.


BAYKAL, KİTAP YAZMIŞ OLSAYDI HER ŞEY DAHA İYİ OLURDU
Deniz Baykal öğrencim. Ankara Hukuk Fakültesi'nden mezun olur olmaz, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde asistan olmak istemişti. Doktorasını 'seçkinler, elitler' üzerine yaptı. Daha sonra iki sene Amerika'da burslu olarak çalıştı. O zamana kadar hiç konuşulmayan bir konu olan siyasal katılım, oy verme üzerine de bir kitap yazdı. Bu, doçentlik teziydi. Bugün için de fevkalade iyi bir kitap. Daha sonra Baykal, siyaset virüsünü kaptı. Onun üniversitede kalmasını isterdim. Partideki yaptıklarını ise uzaktan izledim. Her gördüğümde şunu söyledim kendisine: 'Kardeşim Deniz, siz çok donanımlısınız. Avrupa ve Amerika'daki siyasetçiler gibi düşündüklerinizi kitap olarak neden yazmıyorsunuz?' Her defasında yazacağım dedi ama yapmadı. Eğer yazmış olsaydı, bugün düşünceleri eminim ki daha iyi anlaşılırdı. Her şey daha farklı olabilirdi.


YETİŞTİRDİĞİM TARİHÇİLER FARK YARATTI
Yeni bir 'tarihçiler kuşağı' yetişti. Bunların içinde İlber Ortaylı, Zafer Toprak, Taner Timur var. Bunların son derece özgün ve farklı bakışları var. Bu genç tarihçiler geçmişi farklı gözle yorumlayarak, bize çok önemli bilgiler sağladılar. Beni en çok mutlu eden şey, fena bir öğretmen değilmişim ki bu isimleri çok gençken keşfettim.