Baro başkanları vekillerin tutuklu olarak kalmasının doğru olmadığını belirterek, mahkemelerin gereğini yerine getirmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Meclis’teki yemin krizini aşmak için nasıl bir formül geliştirileceği merakla bekleniyor. Başkent kulislerinde Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda (CMK) tutukluluk şartlarını düzenleyen 100. maddeye “milletvekilleri” için bir fıkra eklenmesi görüşü ön plana çıkıyor. 
 
Ceza hukukçuları ise, Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal ile KCK davasından tutuklu olan Selma Irmak, Kemal Aktaş, Faysal Sarıyıldız, İbrahim Ayhan ve Gülser Yıldırım’ın milletvekili seçilmelerine karşın tahliye edilmemelerini protesto etmelerini desteklediklerine dikkat çekerek, yasal düzenlemeye gerek olmadığını vurguladılar. 
 
“BAŞKA BİR ÜLKEDE OLSA KIYAMET KOPARDI"
Tutuklu vekillerin durumuna ilişkin ANKA’nın sorularını yanıtlayan İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal, siyasilerin mahkeme kararlarıyla ilgili bir açıklama içine girmemesi gerektiğini belirtti. İtiraz prosedürü bitmeden HSYK Birinci Daire Başkanı İbrahim Okur’un, “ben olsam bırakırdım” sözlerini anımsatan Kocasakal, sözlerine şöyle devam etti: 
 
“Yargınız bağımsız olduğunda böyle bir şey söyleyemezsiniz. Başka bir ülkede söylense kıyamet kopardı. Yargı kararlarının siyasi sonuçları olabilir, o siyasi yargı anlamına gelmez ancak bizim yaşadığımız süreçte, yargı tamamıyla siyasi iktidarın yürütmenin kontrolü etkisi altına girdi. Kuşatılmış olan yargı tutsak hale dönüştü. Tutukluluk bir koruma tedbiridir. Şartları varsa ve herkesi ikna edebilecek somut gerekçelerle tutuklama yaparsınız. 3 senedir bu insanlar tutuklu, milletvekili seçilmişler hangi kaçma şüphesi var.
 
3 yıldır yargılama devam ediyor ve halen delillerin karartılabileceğinden bahsediliyor. 3 senedir toplanamadı mı bu deliller? Beşiktaş adliyesinde tutuklama taleplerini reddeden hâkimleri yerinden alırsanız, bundan sonraki hâkimin siyasi iktidarın hoşuna gitmeyecek kararı almasını beklemek mümkün mü? Beşiktaş adliyesinin uygulamalarını da hukuki bulmuyorum. Milletvekillerinin Meclis’te yemin etmemesini ‘yetmez ama evet’ olarak değerlendiriyorum. Yemin etmemeleri çok geç kalınmış bir tavır ama yinede doğru buluyorum. 
 
Bundan sonra bir takım iktidarı destekleyen kalemşorların 'dolduruşuna' gelmezler ve dik bir duruş sergilerler. Bu milletvekilleri fiziksel olarak Meclis’e gelerek ant içinceye kadar Meclis’e girmeyerek yemin etmemeliler. Tutuklu vekillerin cezaevinde yemin etmeleri dillendiriliyor. Bu asla kabul edilmemeli, bu durumu meşrulaştırmak olur. Salıverilmemeleri yapılacak bir anayasa değişikliğine kılıf hazırlanıyor gibi geliyor.” 
 
"YASAL DÜZENLEMEYE GEREK YOK ZİHNİYET DEĞİŞMELİ"
Tutuklu milletvekillerinin cezaevlerinden çıkması için yasal bir düzenleme yapmaya gerek olmadığını, zihinlerin özgürlükçü olmasının yeterli olduğunu ifade eden Ankara Barosu Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, “Uygulamada her sorun çıktığında yasa değiştirilirse, hiçbir yere varmayız. Yasa yerine kafa değiştirmek lazım” dedi. 2007 yılında yapılan seçimler sonrasında tutuklu bulunan Sebahat Tuncel’in durumuna dikkat çeken Feyzioğlu, 2007’deki demokrasi standartlarının 2011 yılında da uygulanması gerektiğini belirtti. Feyzioğlu sözlerine şöyle devam etti: 
 
“Tahliye taleplerine üst mahkemelerden ret kararı çıkması durumunda Türkiye, kendi CMK’sını, kendi Anayasa’sını ve tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni bir kez daha ihlal etmiş olacak. 2007’de Tuncel oyalında mahkeme önce işlediği suç 'dokunulmazlık kapsamında değildir' deyip tahliye talebini reddetti ancak üst mahkeme ise ‘dokunulmaz kapsamında değil ancak milletvekili seçilmiş kişinin soyut gerekçelerle kaçacağından söz etmek doğru değildir’ diyerek tahliye etti. Sadece milletvekilleri için kanun değişikliği yaparsanız vicdana sığmaz. 
 
Milletvekili seçilmiş bir kişinin neden kaçacağını açıklayamıyorsanız kaçmayacak kabul edeceksiniz. Delilleri toplamadık şekilde bir tutuklama gerek olamaz. Hangi yasayı yaparsanız yapın onu uygulayacak zihin baskıcıysa, özgürlükten nasibini almamışsa, değişikliklerle hiçbir yere varamazsınız. Devletin baskısının uygulamaya geçirmeyi amaçlayan bir mahkeme düzeni olmaz. Tutukluluk sürelerine ilişkin maddeyi değiştirmek zorundadır. 10 yıla varan tutukluluk süreleri kabul edilemez.”(ANKA) 
 
BÖLGEDEKİ 13 BARO: YSK’NIN DİCLE KARARI YOK SAYILMALI 
Öte yandan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölge Baroları dönem sözcüsü Tunceli Baro Başkanı Fatma Kalsen, BDP desteğinde Diyarbakır’da seçimi kazanan Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesinin hukuka aykırı olduğunu, YSK’nın aldığı kararın yok sayılması gerektiğini söyledi. Aralarında Diyarbakır, Batman, Şırnak barolarının da bulunduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki 13 baronun Hatip Dicle’nin durumu ile ilgili aldığı kararı, Tunceli Baro Başkanı Fatma Kalsen açıkladı. Bölge Baroları Dönem Sözcüsü Tunceli Baro Başkanı Kalsen, 12 Haziran seçim sonuçlarını değerlendirdiklerini, özellikle Hatip Dicle’nin vekilliğinin düşürülmesi ve tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmaması konusu üzerinde durduklarını söyledi. 
 
YSK ve mahkeme kararlarının millet iradesinin yok sayılması ve hukuka aykırı bir durum olduğunu belirten Kalsen, şöyle dedi: 
 
"Demokratik hak ve taleplerin başta Doğu ve Güneydoğu bölgeleri olmak üzere tüm Türkiye’de tarihin en yüksek seviyesine ulaştığı bir süreçte, YSK’nın milletvekili seçilen Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin iptal edilmesine ilişkin aldığı karar, hukuki temelden yoksun olması bir yana, halkın iradesini yok sayan bir anlayışın tezahürü olarak ortaya çıkmıştır. 
 
Milletvekilli adaylığı YSK tarafından kabul edilen ve seçimlere girmesine izin verilen Dicle, seçimi kazanarak milletvekilliğine hak kazanmış ve mazbatasını almıştır. Bu aşamadan sonra YSK seçimlerin yapılmış olması ve sonuçların açıklanmasına rağmen, kesinleşmiş mahkumiyet cezasının varlığından bahisle Hatip Dicle’nin mazbatasını elinden almıştır. Üstelik İl Seçim Kurulu tarafından kendisine verilen ek savunma süresi dahi dolmadan, alelacele olarak milletvekilliği düşürmüştür." 
 
"YSK, SÜRECİ TEKRAR BAŞLATMA YETKİSİNE SAHİP DEĞİL" YSK’nın bu kararının hukuki gerekçelerle izah etmenin mümkün olmadığını anlatan Kalsen, Anayasa’nın 76’ncı maddesini hukuki gerekçe olarak değerlendirmenin hukuki bir yanılgı olduğunu belirtirken, şöyle konuştu: 
 
"Zira seçimlerin yapılmasıyla birlikte adaylık süreci geride bırakılmış ve mazbatasını alan milletvekili bu statüsünden ötürü artık milletvekili hak ve yetkilerine sahip olmuştur. Seçimlerin usulüne uygun olarak yapılmasını sağlamakla görevli olan YSK, bu aşamadan sonra adaylığa ilişkin süreci yeniden başlatma ve değerlendirme yetkisine sahip değildir. Milletvekilliğinin düşürülüp, düşürülmeyeceği hususunda karar verme yetkisi TBMM’dedir. Bu nedenle YSK kararını esasında yok hükmünde bir karar olarak değerlendirmek gerekmektedir." 
 
"ANA DİLDE SAVUNMA TUTUKLAMA NEDENİ GÖSTERİLMİŞ" 
BDP’nin desteğiyle milletvekili seçilen ancak, Kürdistan Topluluklar Birliği Türkiye Meclisi (KCK/TM) davasından cezaevindeki tutukluların da tahliye edilmemesinin, halk iradesinin yok sayılması anlamına geldiğini öne süren Kalsen, şunları söyledi: 
 
"Milletvekilliğine hak kazanmış tutuklu vekillerin tahliye edilmemeleri, halkın kendilerini temsil etme yetkisi verdiği vekillerin görevlerini yapamamaları ve bunun doğal sonucu olarak yine halkın iradesinin TBMM’de temsil edilmemesi sonucunu beraberinde getirmektedir. Tutuklu bulunan milletvekillerinin meclis yerine cezaevlerinde görevlerini ne şekilde icra edecekleri konusu muamma iken, yasalardan kaynaklı olan bu çelişkinin giderilmesi konusunda mahkemelerin gerekli hassasiyetleri göstermedikleri, CMK’da öngörülmeyen yeni tutuklama nedenlerini ihdas ettikleri görülmektedir. Ana dilde savunma yapmak, tutuklama nedenleri arasında gösterilebilmektedir." 
 
Türkiye’nin yeni bir demokrasi sınavından geçtiğini söyleyen Tunceli Baro Başkanı Fatma Kalsen 1982 darbe Anayasası ve darbe döneminde çıkarılan siyasi partiler kanunu, 2911 Sayılı Kanun halen yürürlükte olduğunu belirttib Kalsen, şöyle dedi: 
 
"TCK 220’nci maddesinin uygulanmasından doğan ve hukuka, adalete aykırı sonuçlar ortadadır. Yargı alanında iki faklı hukukun uygulanmasına neden olan CMK 250’nci maddesi ile kurulan Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin son yıllarda haksız tutuklamalara ve yargılamalara neden olan yapısı ve bunun yanında seçilen milletvekillerine karşı aldığı tutum ortadadır. TMK’dan kaynaklanan sıkıntılar halen yaşanmaktadır. Tüm bu sorunlar ortada ve çözüm beklerken, bunun üzerine ülkenin siyasi ve toplumsal yaşamını tehdit eden yeni sorunların eklenmesi, ülkeyi ileri demokrasi yerine, totaliter bir yapıya doğru sürüklediğini görmemek mümkün değildir.
 
KAOSTAN KİMİN İSTİFADE ETTİĞİ BİLİNİYOR
Halkın yüzde 50 oy oranını alan iktidar partisinin bir an evvel meclis çatısı altında sorunun çözümü için somut adımlar atmalı, halkın iradesini temsil eden Hatip Dicle ve tutuklu bulunan milletvekillerini TBMM’ne gelmelerinin önündeki bütün yasal engeller kaldırılmalıdır. Aksi takdirde, demokrasiden, insan haklarından hukukun üstünlüğünden bahsetmenin ve bu kavramlar arkasına sığınarak ülkeyi kaos ortamına sürüklemenin bir gereği bulunmamaktadır." 
 
Açıklamanın son bölümünde, ülkenin içinde bulunduğu sıkıntıların aşılması konusunda halen fırsatın kaçırıladığını anımsatan Tunceli Baro Başkanı Kalsen, mahkemelerin tutuklu milletvekillerinin tahliyesi konusunda yapılan itirazları değerlendirip tahliye kararı vermesi halinde ortaya çıkan sıkıntıların önünü açacağını söyledi. Baro Başkanı Kalsen, şöyle konuştu: 
 
"Meclis’te atılacak somut adımlar son derece önemlidir. Yaşanan süreç dikkatle izlenmektedir. Sürecin çözümsüzlükle sonuçlanması, ülkenin hiçbir kesimine fayda getirmeyeceği açıktır. Kaos ortamından ve çatışmalı bir yapıdan kimlerin istifade ettiği, bu ülkede bilinen bir gerçektir. Bu nedenle gerçekten demokratik, insan haklarına dayalı, eşit, özgür bir devlet yapısı oluşturmak isteniyorsa, tek yönlü bir anlayışla değil, çok yönlü ve demokratik bir anlayışla hareket etmek gerekir." (Anka-DHA)