Ülkemizde en çok kullanılan atasözlerinden birisidir. Doğru bir söz olduğu tartışılır, ama insanları yanlış yönlendiren, yanlış düşünmese bile yanlış davranmaya sevk eden bir atasözü.

TDK’ya göre "Bal tutan parmağını yalar" atasözü, "Eğer bir duruma katkı veriliyorsa, kişi o durumdan kendi çıkarı için de yarar sağlayabilir" anlamına gelmektedir.

Özellikle halk arasında "Bal tutan parmağını yalar" atasözü daha geleneksel bir anlama sahiptir. Kişisel çıkar için etkili bir durum söz konusu olduğunda kişi doğru noktalara destek olduğu zaman, o destek üzerinden kendi için de önemli avantajlar sağlar. Yani herhangi bir fayda getirecek durma el atıldığı zaman, o durumdan güzel bir kar (Çıkar) elde edilebilmektedir.

Açıklamalarda bile kişisel çıkar vurgusu yapılması oldukça manidar. Nedense bizim gibi gelir dağılımının dengesiz olduğu ve gelişmemiş ülkelerde akçeli işlerle ilgili makamlara gelenlerde kendi çıkarını düşünme dürtüsü kendisini hissettiriyor. Geri kalmışlığın verdiği eziklik, kendinden daha iyi şartlara sahip kişilere duyulan kıskançlık ve yeterli adaletin olmaması yönündeki düşüncelerin verdiği hınç duyguları kişileri doğru yoldan çıkıp hak etmediği halde parmağını yalama isteğine sürüklemektedir.

Bazıları bu atasözüne şöyle bir yorum getirebiliyor; "Başkalarına güzel şeyler dağıtmakla görevli olan kimse, dağıttığından az çok kendisi de yararlanır, ondan çıkar sağlar. Tıpkı yoldan geçenlere lokma yapıp dağıtan kişinin kendisininde bu lokmalardan yemesi gibi."

Aslında durum bu kadar basit değil. Eğer bir görev için bir yerde bulunuyorsan ve bunun karşılığını maaş gibi bir ödeme olarak alıyorsan artık elinden geçenlerden kendine pay ayıramazsın. O pay senin olmadığı gibi yaptığın iş düpedüz hırsızlıktır. O haksız edindiğin değer yüzünden ülkenin adalet sistemi zarar görmekte, insanların güveni ve tüyü yetmemiş yetimin lokması yok olmaktadır.

Şimdi şöyle bir oturduğunuz yerde sırtınızı sandalyenize veya koltuğunuza iyice yaslayıp çevrenizdeki başta siyasiler olmak üzere başkan, vekil, genel müdür, daire başkanı, müdür, yönetim kurulu üyesi gibi makamları işgal edenleri düşünün. Bunların bal tutan parmaklarını yaladıkları konusunda yaptıklarını, duyduklarınızı, basından okuduklarınızı düşünün ama geçmişteki durumlarını biliyorsanız bir bütün olarak düşünün. Kaç tanesinin eski durumu ile yeni durumu arasında veya o göreve gelip gittikten sonraki durumları arasında fark yok, bunu gözlemleyin. Bir de, göreve gelmeden önce ve sonrası arasında fark olanları düşünün. Hatta sadece onun değil, eşinin, kardeşinin, çocuğunun durumlarını da ekleyin. Bakalım sonuç ne olacak?

Bunlardan kaçı görev alanına giren sorunların, yaşadığı yerdeki sorunların çözümü için proje üretip çözüm için çabalıyor, kaç tanesi kendi çıkarına emek harcıyor, bunları da düşünün. Acaba göreve gelmeden önce bu tür projeler mi üretiyorlar, yoksa bal tutan parmaklarını nasıl yalarızın hesabını mı yapıyorlardı?

Çoğunlukla memlekete hizmet, şehre hizmet, kuruma hizmet gibi kavramlar kısa sürede sabun köpüğü gibi yok olup gidiyor. Yanlış anlaşılma olmasın, sadece günümüzün sorunu değil bu, eskiden de vardı, gelecekte de olacak, olması gereken bu tür kişiliklerin en az seviyeye indirebilmemiz. Yoksa bu devran böyle gelmiş böyle gider.

Uzun zamandır basın ve siyaset dünyasının içindeyiz. Bu nedenle çeşitli görevlere gelenleri, gidenleri gözlüyor, aradaki farkı net olarak görebiliyoruz. Bizim gördüklerimizi çoğu insan da görüyor, ama önemli bir kısmı "Bir gün parmağımızı yalarız" deyip sesini çıkarmıyor, adeta üç maymunu oynuyor.

Adam bir göreve geliyor, aldığı maaşla göreve gelince borçlarımı artık rahatça ödeyebilirim diye seviniyor, aradan beş altı yıl geçiyor, artık borç kalmamış üstelik hem kendisine villa almış oluyor. Aldığı maaşı topluyoruz, çarpıyoruz, ama o villanın ücretine ulaşamıyoruz. Adam seçime girerken yeterli parası olmadığından harcamaları için kredi çekiyor, seçimi kazanıp görevi bitince bir bakıyorsunuz karun gibi zengin olmuş. Adam borçla başkan oluyor, bir bakmışsın hem kendine hem çocuğuna ev alıyor. Peki ama nasıl?

Adam başkan olmuş, birisi gelip yüklü miktardaki rüşveti ayağının dibine bırakıyor, para biriminin TL olduğunca kızıp yüzsüzce "Neden Euro değil" diyor. Buradan onlarca örnek yazabilirim. Eğer ülkemiz siyasetini yakından takip ediyorsanız siyaset içi ve dışı bu tür olayları bizim bildiğim kadar sizlerde biliyorsunuzdur. Başka söze gerek yok.

"Kim emanete (kamu malına) hıyanet ederse, kıyamet günü hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir ve onlara haksızlık edilmez.” (Ali İmran 161)