Hakkında kurulan bu oyunu sandıkta bozacak olan Aydınlının kendisidir. Aksi halde çocukları hatta torunları yalanla, algıyla ömrü billâh asgari ücrete-onu da bulabilirse-talim etmek zorunda kalırlar
Etimolojik olarak yalan doğru olmayan, gerçeğe aykırı söz demektir. Hukuken söz aşamasında kalırsa ‘yalan’ suç teşkil etmez, ahlaki bir kusur olarak değerlendirilir.
Yalanın cezayı gerektirebilmesi için hukuk, bir insana veya toplum tarafından korunan bir değere zarar verip vermediğe bakar.
Ahlaki yönüyle bizim inanç ve kültürümüzde, yalanıyla ünlü kişilere halk pek itibar etmez, şerrinden korunabilmek için yalancıyla konuşurken temkinli olunur.Yakınlar ihtiyatlı olması konusunda uyarılır
Buna bir neden de,Kur’an’ı Kerim’de yalanı ve yalancılığı kınayan (kezb,bühtan,ifk vs) kelimelerin geçtiği 40’a yakın ayetin varlığıdır Bir hadiste de yalancılık “münafıklık alametidir,”denmesidir.
Peki, yalanı politikacılar söylerse?
,Somut dolandırıcılık kamu kaynaklarına zarar vermek ve resmi belgelerde sahtecilik dışında kalan siyasi açıklamalar, çelişkili beyanlar sözünü tutmamak ahlaki kusurlar olarak kabul edilir, cezayı gerektirmez.
Bunun yanında can kurtarma, barış sağlama, hastaya moral verme hariç ahlak dışı söz ve eylemler politikacı olsun olmasın sahibine olan güveni yok eder ve eğer yalana başvuran politikacı ise bu durum zamanla hakkında meşruiyet sorununa dönüşebilir.
Siyasette yalan gelenekselleşirse karakter bozukluğuna yol açabilir, demokratik rejimlerde bir erdem olan gerçek siyasetin yerini iltimas ve nüfuz ticareti alabilir..
Bu durumda kayırmaların yaygınlaşmasıyla hizmet kalitesi düşer, kamu görevlileri referansı olmayan vatandaşın yüzüne bakmaz, daha da beteri çeşitli adlar altında rüşvet yaygınlaşır.
Yalana -yakın akrabası- algı da eşlik ettiğinde kamusal alan çöker.
Çünkü yalana dayalı siyaset doğrudan gerçeğe aykırı bilgi üretir. Yani bilinçli olarak yanlış söylenir,olmayan şey olmuş gibi gösterilir,gerçekler gizlenmez tersine çevrilir.
Örnek, daha ortada yokken proje tamamlandı denir.Fısıltı gazetesi aracılığı ile parti içi ve dışı rakipler karalanır
Algı ise seçiciliktir, gerçekler makyajlanarak sunulur. Doğru olanın işine gelen kısmı anlatılır, zamanlama, manipüle edilir, başarı abartılır, başarısızlık gizlenir.
Algıya günümüzde yalnız siyasetçiler başvurmaz kamu görevlileri de bu imkandan gerek sosyal medya gerek basın aracılığıyla makamlarını korumada veya bir üstüne terfide olabildiğince kullanırlar...
Örnek bir belediye bilbord reklamlarında 5 yüz milyon TL yatırım yaptık ya da 600 km yol asfaltladık diyorsa yatırımın ne olduğu, hangi yolların asfalt kaplama yapıldığını söylenmiyorsa bu bir algı yönetimidir.
Bir kamu görevlisi başarısızlığını gerçeği manipüle ederek üstün başarı olarak kamuoyuna sunabilir.
Algı yönetimi yalana ihtiyaç duymaz ama kriz ihtimali belirdiğinde yalan devreye girer, ikisi akrabadır, dememin nedeni budur.
Ayrıca algıda yalanı normalleştirme tehlikesi vardır. Bir süre sonra yalan söylenince kimse yadırgamaz olur,hesap sorulmaz olur,daha da vahimi gerçeklerden insanlar rahatsız olmaya başlar
Unutulmaması gereken gerçek şudur:Çürüme diğer bir adıyla yozlaşma toplumdan değil ilk önce politika alanından başlar ardından kurumlara en son olarak da millete sirayet eder.
Propagandada ise söylenilen sözün tutulup tutulmaması ve verilen vaatlerin yerine getirilip getirilmemesi o kadar önemli değildir, mühim olan ne kadar insan üzerinde beklenen etkiyi yarattığıdır.
Onun içindir ki, propaganda teorisyeni Josef Goobbels bir yalanı söyleyenin makamı ve görevi ne kadar büyük olursa inananı da o kadar çok olduğunu savunur.
Ve bir politikacıya kitleler üzerinde etkili olabilmesi için yalan söylemesini, inanan olmasa da yalana devam etmesini salık verir ve yalanına mutlaka inananların çıkacağını söyler.
Makyavelli de eğer toplumun yararına ise yöneticinin yalan söyleyebileceğine cevaz verir.
Biz Batı’dan demokrasiyi ithal ederken beraberinde bu tezleri de aldık inanç ve kültürümüzle çelişen yalanı meşrulaştırmak adına siyasetten ahlakı dışladık.
Ama sorun şu ki,.her toplumda neyin gerçek neyin propaganda olduğunu herkesin anlaması o kadar kolay değildir.Ölçü kaçarsa yol açacağı nefret milli birliği tehlikeye sokabilir.
Siyasetle inanç ve kültürümüz arasındaki bu çelişkiyi bir erdem işi ve hareketi olduğundan hareketle yine inanç ve kültürümüzün bir gereği kendisine yapılmasını istenmeyen bir söz eylemi başkasına yapmama ilkesine sadık kalarak minimize edebilirdik.
Biz bunu yapmak yerine “Harp hiledir” hadisini, gerçekliğinin uzağında bir yorumla siyasete de uyguladık
Kaldı ki,konu siyaset de olsa insanlıkta ölçü vicdandır, nezakettir, zarafettir, kısaca insanlık hayrına bir hizmeti hak, hukuk çerçevesinde bir münazara tadında saygı ve esprilerle yapabilmektir.
Gelinen noktada Aydın’da asıl mesele siyaset cenahından kimin ne söz verdiği, kimin sözünde durmadığından ziyade yalanı ve algıyı prensip edinen yönetim tarzının artık Aydın’a verdiği zararı görmek yerine gerçeklerle uğraşacak(yüzleşecek) bir yönetim anlayışının tesis edilmesidir.
Çünkü Hannah Arendt’in dediği gibi “Hakikatin ortadan kalktığı bir yerde yalan tek tek yanlışlar üretmez, gerçeklik duygusunu da yok eder.”
Sonuç olarak yalan suç olmayabilir. Ancak günümüz Aydın’ında olduğu gibi yalanlarla yönetilen ve halkı oyalanan kentlerde kalkınmak bir masaldır, ortak akıl ise seçimden seçime hatırlanan bir kelimedir.
Velhasıl Aydın’ı geri bırakan yoksulluk değil gerçeğin yerine yalanı, yönetimin yerine algıyı koyan bencil siyasetin kendisidir ve bu bir kader değil Aydın’ın hak etmediği bir tercihtir.
Hakkında kurulan bu oyunu sandıkta bozacak olan Aydınlının kendisidir.Yoksa çocukları hatta torunları yalanla,algıyla ömrü billah asgari ücrete-onu da bulabilirse-talim etmek zorunda kalırlar..
.