Birer sivil toplum kuruluşu olan ve o nedenle sosyal sorumluluk yükümlüğü taşıyan Ticaret Odaları, Esnaf Odası ve sendika gibi meslek örgütlerinin bizde üye kaydı tutmak dışında Batı’daki gibi ne dara düşen üyelerine maddi destek sağlamada ne de demokrasinin gelişmesine katkıda rollerinin olmadığı bu pandemi döneminde bir kez daha görüldü.

Oysa son 25 yıldır bir hayli güçlenen, asıl amaçlarının toplumsal yararlılık projeleri olan bu örgütler pandemide ortaya çıkacak boşluğu doldurmaya hazırlık için önceden projeler geliştirebilmeliydiler.

Bu çerçevede pandemi başladıktan sonra üyelerine maddi katkı yanında okumakta olan çocuklarına burs verme gibi bir çalışma içine girebilmeliydi.

Çünkü dünyayı temelinden sarsan bu salgın sağlıkta öngörüleri boşa çıkarmakla birlikte ekonomiyi de berbat etti.(Fehmi Koru,06.09.2020)

O bakımdan esnaf ve çalışan için hasarın kısa sürede sonlanacağı sanılmamalı deyim yerindeyse turpun büyüğü heybede

Devletin yanında oda yöneticileri de buna hazırlıklı olabilselerdi ve tehlikeyi en az hasarla geçiştirmeye yönelik projeler geliştirebilselerdi belki hafif atlatırdık.

Ama hazırlıksız yakalandık.

Malum “Turpun büyüğü heybede” kaynağı Aydın fıkrası olan bir deyimdir. Hikâyeye göre bir köylü Aydın pazarında turp satıyormuş.

Her alıcıya önce ufak turpları gösteriyormuş. Müşterilerden biri “bu turp büyük” diyerek yüzünü çevirip yürüyünce köylü arkasından seslenmiş:

-Hele dur bey, turpun büyüğü heybede, demiş.

Eğer pandemi uzun süre devam eder, yol açacağı sonuçlara uygun yeterli önlemler alınmazsa işte o zaman turpun büyüğü ortaya çıkar.

Turpun büyüğünden kastın işsizlik, açlık, muhtaçlık, iflas olduğu açıktır.

Eskiye göre seyrek de olsa uğradığımız Forum Alışveriş Merkezi’ne her gidişimizde birkaç mağazanın kapandığını, açık olanların saatlerini oldukça kısa tuttuğunu görmek insana üzüntü veriyor.

Ayrıca çarşı esnafının da neşesinin yerinde olmadığı her halinden fark ediliyor.

Hizmet sektörü dışında fazla çalışma alanı olmayan Aydın’da kapanan her iş yeri, işsizler ordusuna yenilerinin eklenmesi demektir.

Örnek mi ararsınız?

Pandemiden dolayı birkaç aydır uğrayamadığım bir esnafı ziyaretimde yaklaşık on beş yıldır çalışan ve iki çocuğuna bakmak zorunda olduğunu bildiğim bir bayan çalışanı göremeyince sorum üzerine iş yeri sahibi “ortamın bozukluğundan üzülerek çıkışını vermek zorunda kaldım”,dedi.

Bir firmada çalışan ve mesai saatleri dışında özel de çalıştığı için işimizi gören bir servis elemanı bir gelişinde iş yerinin kendini süresiz izne çıkardığından harcını, borcunu ödemekte zorlandığını ve belediyeden yardımı istemek zorunda kaldığını söyledi.

Bunlar pek çoğumuzun farkında olmadığı, ateşin düştüğü yeri yaktığı acı gerçekler.

Dahası yaklaşık 55-56 bin öğrencisi olan Adnan Menderes Üniversitesi YÖK’ün aldığı karar doğrultusunda uzaktan eğitim yapacak ve yüz yüze dersleri de ileri bir tarihe erteleyecek.

Eğitim konusunda Adnan Menderes Üniversitesini, pandemi şartlarını yerine getiren özel öğretim kurumları dışında kalan ilk ve orta öğretim kurumlarının izleyeceği kuvvetle muhtemeldir.

Eğer gerçekleşirse harcını borcunu ödeme ümidini öğrenciye bağlayan esnafın halini ve servis hosteslerinden tutun da temizlik elemanına, güvenlik görevlisine, kantin çalışanına varıncaya kadar işsizler ordusuna katılacakların sayısını varın siz düşünün…

Hükümet işçi çıkarma yasağı koyduğu açık olan işyerleri çalışanlarının aylıklarının bir kısmını ‘kısa çalışma ödeneği’ adı altında ödediği için, işine son verilenler de işsizlik maaşı aldıklarından piyasa sakin görünüyor.

Ancak işçi çıkarma yasağının sona ermesiyle birlikte çalışanlardan bazılarının iş yeri ile yollarının ayrılacağı bir gerçektir.

Evi kira olmayan dört nüfuslu bir ailenin sadece aylık mutfak gideri için asgari üç bin TL’nin gerekli olduğu günümüzde işsiz kalmak ve yardım arayışına çıkmak onuruna düşkün bir insanın içine sinecek bir iş değildir.

Eğer günümüze uyarlarsak turpun büyüğü heybede sözüyle anlatılmak istenen tam da bu “yeni muhtaçlardır.”

Ekonomisi güçlü Batı Ülkeleri bu konuda hazırlıklı oldukları için nakdi yardımda bizim gibi ekonomisi kırılgan ülkelerden daha az etkilendiler.

Biz de kolay atlatabilirdik.

Sorun şu ki, eskiden yani 80’li yıllardan önce bu felaket başımıza gelseydi Ülkemiz bu badireyi 1- Mahalle ve akraba dayanışmasıyla 2- Vakıf, dernek gibi gönüllü yardım kuruluşlarının destekleriyle savuşturabilirdi.

Ancak bu gün zor.

Birinci nedeni bireyselliğin öne çıktığı, herkesin kazancının kendine zor yettiği, hatta çoğunluğu borçlu, kentli bir nüfusa sahip olmamızdır.

İkinci neden de son zamanlarda yaşananların gönüllü kuruluşlara olan güveni sarsmasıdır.

Bir üçüncü neden de meslek odalarının ve sendikaların bu tür olaylar karşısında proje üretme geleneğinin yokluğu ayrıca yöneticilerindeki vizyon eksikliğidir.

İşte bu üç neden kent olgusu, gönüllü kuruluşlara olan güvensizlik ve STK yöneticilerinin vizyonsuzluğu “muhtaçlara” yenilerini kattı.

Muhtaçların sayıları artmaya da devam edecek, zira turpun ne kadar büyük olduğunu henüz görmüş değiliz.