1952 yılında Londra’da sert geçen kış aylarında aşırı kömür tüketimi ve sanayinin yol açtığı yoğun hava kirliliği sonucunda 10 binden fazla insan ölmüştür. Benzer bir durum 1955 yılında Los Angeles’ta okyanustan gelen sis ile havada bulunan egzoz gazlarının tepkimeye girmesiyle ölümlere neden olan yoğun hava kirliliği oluşmuştur. Benzer olaylar birçok ülkede defalarca görülmüştür.

Aydın’ın her tarafında pıtrak gibi biten JES’ler havaya hidrojen sülfür, karbon dioksit ve kükürt dioksit başta olmak üzere birçok gaz salıyorlar. Her ne kadar hidrotermal – kapalı- ikili döngü sistemlerinde dışarıya gaz çıkışı yok dense de bizim bölgemizde hidrojen sülfüre bağlı çürük yumurta kokusunu duymayan yoktur.

JES’ler, termik santrallerin havaya saldığı kadar olmasa da yüksek miktarda CO2 ve H2S salmaktadır. Salınan gaz miktarının fazlalığı nedeniyle neredeyse sanayisi olmayan ilimiz, sanayi kentleri ile havadaki kükürt oranında yarışmaktadır. Özellikle yaz aylarında bu konuda lider olması durumu daha net açıklamaktadır. Daha birçok JES’in işletme ruhsatı aldığı göz önüne alınırsa durumun ne kadar vahim olduğunu net olarak anlarsınız.

Öncelikle JES’ler 1. Sınıf tarım arazilerinden tamamen kaldırılmalıdır. Bunların çevresel etkilerinden korunma yolları olsa da uzun dönemde tarım arazileri ve yetiştirilen ürünler başta olmak üzere insan hayatı üzerinde de olumsuz etkileri fazla olacaktır. Eğer bunları tamamen kaldıramıyorsak zararlarını azaltacak yollar aramalıyız.

Aslında JES’ler sıfır salınım ile çalışabilecek tesislerdir. Yani iyi tesis olabilirler. Bunun için “0” gaz salımı yapan ve ikili sistem denilen yeni teknoloji kullanmaları veya gaz salınımını önlemeye yönelik ilave yatırım yapmaları gerekir. Ayrıca kullandıkları akışkanların tekrar alındığı yere verilmesi için de ek yatırım yapmaları gerekmektedir. Yapılacak bu ilave yatırımların değeri öyle fazlada değildir. Ve bu harcama her yıl değil bir defa yapılacaktır.

JES’lerin bir olumsuz etkisi de yeraltında büyük boşluklarının oluşturması ve rezervuarı oluşturan mermer bloğun her yerden delinerek zayıflatılmasıdır. Olası bir depremde büyük göçükler ve şiddetli sıcak su çıkışı ile göreceğimiz zararın miktarı büyüyecektir. Nasıl İç Anadolu Bölgesi’nde yeraltı sularının aşırı kullanılması ile yer yer çökmeler oluşabiliyorsa havzamızda da uzun vadede bu türden çökmeler olabilecektir. Böylece tarım arazilerimiz, hatta şehirlerimiz onarılamaz yaralar alacaktır.

Benzer bir kirlilik durumu akarsularımız için de geçerlidir. Gerek Büyük Menderes, gerekse bazı kollarında yoğun kirlilik olduğu açıktır. Bu kirli sularda yoğun kimyasal maddeler, ağır metaller ve tarımsal ilaç artıkları (Pestisit) bulunmaktadır. Bu maddeler insanlar, hayvanlar ve bitkiler üzerinde olumsuz etkilere sahiptir. Sadece Menderes değil elbet. Ege Denizi de, Bafa Gölü de, diğer su kaynaklarımız da bu kirlilikten nasibini almaktadır. Ayrıca Menderes Havzası’nda JES’ler için kuyu açılması işleminde mermer kaya bloğunu delebilmek için tonlarca asit kullanılmaktadır. Bu asitlerin büyük bölümü kullandığımız yeraltı sularına karışmaktadır. Böylece içme suyu ve sulama suyu olarak kullandığımız sular zehirlenmektedir.

Sularımızı temizlemek o kadar zor değil aslında. Sanayi tesisleri arıtma tesislerini kuracaklar ve çalıştıracaklar, belediyeler atık su tesislerini yapacaklar ve çalıştıracaklar, tarımsal üretimde denetim sağlanacak ve modern sulamaya geçilecek, suyu her ne şekilde olursa olsun kullananlar bilinçlendirilecek. Böylece bir su kullanım politikamız oluşacaktır.

Atık kanalizasyon sularını artıp yeraltına pompalayan, daha sonra az öteden tekrar bu suyu çekip kullanan yabancı belediyeler var. Şükür ki o kadar su yoksunu değiliz. Ama böyle teknolojilerin olduğu dünyamızda atık suyumuzu bile arıtamıyorsak, arıtmadan Menderes’e ve kollarına akıtıyorsak yazıklar olsun bize.

Hava kirli, su kirli, bu şartlarda toprağımız da kirlenecektir. Kirli toprakta yetişen, kirli sularla sulanan, kirli hava ortamında yetişen besin ürünleri ile bizler de doğrudan zehirlenmekteyiz. Bazı pestisitler 40 yıl yıkasanız bile topraktan gitmemektedir. Elbette bu zehirlenme bu günden yarına sonuç vermeyecektir. Ama uzun vadede bizim sağlığımızı, hatta doğacak çocuklarımızın sağlığını tehdit etmektedir. Yani sadece bugünümüz değil, geleceğimiz bile tehlikededir.

Şimdi sadece çürük yumurta kokusunu duyuyor, Menderes’in üzerinden geçerken su üzerindeki köpükleri görüyoruz. Nasıl olsa yüzümüzde çıbanlar çıkmıyor, zehirlendiğimiz için hemen kusmaya başlamıyoruz. “Aman canım ne olacak”, diyebilirsiniz.

Kıssadan hisse; “Kurbağayı, içi sıcak su dolu bir kaba atarsanız. Kurbağa hemen sıçrayarak kendini kabın dışına atar. Canı yanmıştır çünkü. Oysa kurbağayı soğuk su dolu bir kaba koyarsanız orada öylece kalır. Suyun ısısını yavaş yavaş artırırsanız, kurbağa bunu fark etmez. Ve su kaynayana kadar, kurbağa çoktan ölmüş olur.”

Eğer sudaki kurbağa olmak istemiyorsanız çevre için bir şeyler yapın. Hiçbir şey çözümsüz değildir. Yeni teknoloji ile JES’ler bile iyi tesislere dönüşebilir, yeter ki istemesini bilelim. Bunu ben biliyorsam, başka insanlar bilebiliyorsa, herkes bilebilir ve JES’ler iyi tesislere dönüştürülebilir.

Bilgi büyük adamı alçakgönüllü yapar, normal adamı şaşırtır, küçük adamı ise kibirlendirir.

(Brigitte)

 

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA