İnci Özyurt geçen yazımla (28 Aralık) ilgili yaptığı değerli bulduğum yorumunda;

(…)

“Sen de biliyorsun ki, (bilmen de gerekir) iktidar muhalif belediyelere hizmet yapmaları için önce deveye hendek atlatacaksın mantığı ile yaklaşıyor.

(…)

Muhalif belediyeler denetimden başkaldıramıyor ki. Müfettişin biri gidiyor, ikisi geliyor,” demiş.

Böylece seçilmiş olmalarının kendilerine sağladığı bir hak olduğundan hareket eden siyasetçilerin pek hoşlanmadıkları denetim konusuna parmak basmış.

Çoğu böyle düşünür ama her başı sıkışan siyasetçi de ilk fırsata “böyle istiyor” diyerek topu müfettişe atar.

Her ne kadar siyasetçi sınıfı sevmese de denetim mekanizması yetim hakkının korunmasında son derece önemlidir ve demokratik sistemin olmazsa olmazlarındandır.

Şunun iyi bilinmesi gerekir.

Eğer devlet adına iş yapan bir kurumun başındaysanız veya bütçesi vatandaşın vergilerinden oluşan bir yere seçildiyseniz bu aynı zamanda denetlenmeyi de kabullendiğiniz anlamına gelir.

Bu husus iktidar muhalefet fark etmez herkes için geçerlidir.

İlk başta Sayıştay denetçileri harcamaların usulüne uygun yapılıp yapılmadığına bakar.

Belediyeleri İç İşleri Bakanlığı hem idari yönden denetler hem şikâyetleri inceler, soruşturur, gerekirse sorumluları için yargılama izni verir.

Soruşturma dışındaki idari denetimde gaye de açık aramak değildir, BŞB gibi yeni kurumların teşkilatlanmasına rehberlik etmek, personelin yetişmesine yardımcı olmaktır.

Devletin denetim mekanizması budur.

Bunu söylerken Sayın Özyurt’un söylediklerinin aksine iktidar mensuplarının muhalefete ait başkana karşı son derece demokrat, müfettişlerin de aynı derece tarafsız olduğu iddiasında değilim.

Ancak siyasetin, tarafgirliğin sağduyuyu ve vicdanları esir almadığı inancımı koruduğumu da özellikle belirtmek istiyorum.

Altını çizmek istediğim başka bir konu da sandıktan çıkmış olmak milletvekili dışında kimseye dokunulmazlık hakkı tanımaz.

Hal böyleyken eğer mesele mağdur edebiyatı yapmak değilse ki, çoğu yakınmanın altında bu yatar, başkanlar icraatından eminse niye hesap vermekten korksun ki.

Yani çiğ yemedi ise niye karnı ağrısın.

Müfettişlerin kasıtlı oldukları kanaatine varırsa hak aramanın geçerli olduğu bir devirde yaşıyoruz, itirazını yapar, hakkını arar. Yanlış hesap da Bağdat’tan döner.

Nitekim bu işlerin takibini yapmakla görevli kurumlarda hukuk büroları var.

Hem artık iyi bilinmeli ki, bu gün hangi siyasi partiden olursa olsun belediyelerin İller Bankası’ndan ve vergi gelirlerinden alacağı paylar otomatiğe bağlanmıştır.

Devletle başkanlar aralarındaki ilişki de o nedenle sadece yapılanların yasalara uygunluğunun denetlenmesi ile sınırlıdır.

Eğer bu gün belediyelerden müfettiş eksik olmuyorsa bunun nedeni o değildir.

Konusu ne millet ne de hizmet olan işlerde görevi istismarla çıkar için dolambaçlı yollara başvurulmasıdır.

Yetim hakkının korunmamasıdır.

Adaletten.. uygulamaların mevzuata uygunluğundan.. hakkaniyetten.. işi ehline vermekten verilen tavizdir. Güven ortamının sağlanamamış olmasındandır.

Bazı işler vardır.. muhasebe.. ihale.. bilgi işlem gibi bu konularda yetişmesi insanların yıllarını alır.

Bu kilit personelin yerlerini yerine geleceklerin cehaletlerinden doğacak cesaretten istifade için ikide bir de yerlerini değiştirirseniz müfettişi kendi ellerinizle davet etmiş olursunuz.

Diğer taraftan kurum yönetmede en önemli ilke şeffaflıktır.

İcraatlarınız akıllarda soru işareti bırakıyorsa ve bunu açıklığa kavuşturmak denetim mekanizmasına düşüyorsa burada tek sorumlu şahsın kendisidir.

Onun için akıllı yönetici gizli, kapaklı iş yapmaz… Millete kör kuruşun hesabını vermekten kaçmaz… Özelliğine göre yapılan işleri kamera kaydıyla delillendirir.

Yetim hakkı böyle korunur… Sözde değil.

Millet olarak genelimizi ilgilendiren denetimi gerektirecek başka bir önemli özelliğimiz daha var.

O da yönetmeyi seven bir millet olduğumuzdur.

Yönetmek bizim tarihi özelliğimiz. Ancak hep “nasıl” yöneteceğimizi düşünmüşüzdür.

Ne ile” yöneteceğimize pek kafa yormamışızdır. İlki kısaca güçtür, otoritedir.

İkincisi de bunlara ek olarak ortak akıldır, sağduyudur, diplomasidir, ferasettir yeri geldiğinde feragattir.

Yani işin kültür alanıdır, profesyonellik kısmıdır.

Onun için bilgimize, tecrübemize bakmayız… Nasıl yönetirim diye de pek düşünmeyiz… Fıtratımız gereği devasa kurumları yönetmeye talip oluruz.

Sonra da sıkışınca çareyi etrafa korku salmada buluruz… Ortak akıl yerine şark kurnazlığını devreye sokarız.

Sonuç alınca da kısa sürede egomuz şişer… Oradan aldığımız güçle devlete, valiye kafa tutar, efelik taslarız.

Hızımıza alamaz denetim için gelen müfettişin odasının internetini, elektriğini keser, kovarız.

Bütün bunların sonucunda da başımız hiç dertten kurtulmaz.

Çaresiz kalınca da mağdurlar edebiyatı yaparız... Ama inandıracak kimse bulursak…