Bu gün hiç şüphesiz Aydın’da en tartışmalı dolayısıyla hakkında en fazla bilgi kirliliği olan jeotermal konusudur.

Olayı halk boyutunda daha da çekişmeli ve güncel hale getirense siyasette olduğu gibi bu konuda da geçerli zihinsel bölünmüşlük…

Her alanda olduğu gibi bu olayda da ortak akılla konuyu tartışmanın ve en iyi de karar kılmanın bir hayli uzağındayız.

Jeotermal Yasası(5686) incelendiğinde yasa çıkarken otak akılla hareket edilmediği aceleye getirildiği, etraflı şekilde tartışılmadığı açıkça görülen bir gerçektir.

Eğer öyle olmasaydı sadece enerji sektörünün imtiyazları önde tutulmaz bölge halkının jeotermalden doğan haklarına da yasada geniş şekilde yer verilirdi ki, o bu yazının konusu değildir.

Yasanın olgunlaşmadan çıkarıldığının başka bir göstergesi de Aydın gibi dünyada sayıları belli, verimli bir havzayı koruyacak özel maddelerin yokluğudur.

Konuyla ilgili tartışmaların önü ve arkasının kesilmemesinin bir nedeni budur.

O nedenle her konuda olduğu gibi jeotermal konusunda da yeterli bilgiye sahip olunmadan çeşitli maksatlarla üretilen düşüncelerin yol açtığı bilgi kirliği kafa karıştırmaya devam ediyor.

Yereldeki devlet yetkililerinin bu süreçte oluşan tereddütleri yok etmeye yönelik, bilimsel gerçekler ışığında jeotermali enine, boyuna inceleyen bir rapor hazırlanmasına öncülük etmemeleri sadece kirliliğini artırmakla kalmıyor karşıtların halka empoze ettiği şüpheleri de derinleştiriyor.

Siyasetçilerin suyun akıntısına kürek çekerek üzerinden oy devşirme fırsatına dönüştürmeleri olayı daha da çözümsüz, çetrefil hale getiriyor.

Bazı belediye başkanları çevreci aktivistlerle kol kola JES karşıtı eylemlere öncülük etmeyi görev biliyor.

Bir diğer zaman da komşu bir ilin yerel mahkemesinin verdiği kararı gerekçe göstererek jeotermal santrallere gayri sıhhi işletme ruhsatı ve yapı kullanım izni verme yetkisinin olmadığından demvurabiliyor.

Başka bir ortamda da “biz jeotermal enerji üretimine değil onun verdiği zarara karşıyız” diyor.

 Başka bir ilçenin belediye başkanı da diğerinin kendini yetkili görmediği ruhsatları vermede her hangi bir sakınca görmüyor.

BŞB Başkanı da hem jeotermal aleyhinde demeç veriyor hem de yabancı bir firmayla JES kurma girişiminde bulunabiliyor.

Bir muhalefet milletvekili de JES’ler konusunda Aydın’ı Hiroşima’ya benzetiyor.

Bir diğer milletvekili deseniz JES karşıtı köylülerin nöbet tutma eylemine destek veriyor.

Ama ne çevreci aktivistlerin ne maksatları ne olursa olsun başka eylemcilerin girişimleri ne de siyasetçilerle birlikte dayanışmaları Aydın’ın JES gerçeğini değiştiriyor.

Vatandaş karşıdan bakarken yerden mantar biter gibi santral kurulmaya devam ediyor.

Bu gün ruhsatı alınmış 22 sahada, kurulu, işleyen sayıları 35’e yaklaşan santral var, parasal değeri ise yaklaşık 20 milyar dolar, kurulacakların sayısı ise bilinmiyor.

Konunun çözümünü zorlaştıran ana nedenlerin başında gelense JES’ler konusunda ruhsatlandırma ve denetim yetkilerinin kurumlar arasında iç içe geçmesidir.

İhale yetkisi Valilik Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi’ne, Gayri Sıhhi İşletme ve Yapı Kullanım izni yerel belediyelere, denetim de Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne aittir.

Aydın’ın havasına, suyuna ve toprağına asıl zarar veren jeotermal akışkandan daha çok bu birbiri içine girmiş yetki sorunudur.

 Bunun doğal sonucu siyasetçi oy kaybetmekten bürokrat da sermayeyle karşı karşıya gelmekten çekiniyor.

En bariz örnek de Aydın Valiliği İl Koordinasyon Toplantısında Efeler Belediye Başkanı Fatih Atay’ın kendi ölçüm cihazlarının verilerine göre hava kirlilik oranlarını dile getirmesi üzerine Çevre Şehircilik İl Müdürü Taha Al’ın Efeler belediyesine ait cihazların akredite olmadığına dair sözleridir.

Başka bir örnek de Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün Efeler’de zaman zaman artış gösteren çürük yumurta kokusunu(hidrojen sülfür) Zindan Deresi çöplüğünde çıkan yangınla izahıdır.

Jeotermal konusunda tartışmalara bütün yönleriyle açıklık getirecek bir raporun yereldeki sorumlularca hazırlanarak kamuoyuyla paylaşılmama  nedeni de bu çok başlılıktır.

Sonuç olarak jeotermalin zararlarından kurtulmanın, bilgi kirliliğinin önüne geçmenin, ovayı jeotermal akışkanların çölleştirmesine engel olmanın bir tek yolu var.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu(BDDK) gibi merkezi Aydın olmak üzere bağımsız bir Jeotermal Düzenleme ve Denetleme Kurumu oluşturmaktır.

Bu kurum sektörle ilgili her türlü ruhsat, denetleme ve takip iş ve işlemlerinden sorumlu olacaktır.

Bölge halkının mesela seracılıkta, termal turizmde, ısıtmada bu enerjiyi kullanamamaktan doğan mağduriyetin ve yapılacak yasal düzenlemelerin takipçiliğini yapacaktır.

Ayrıca bu kurul bünyesinde santrallerde ve geçtiğimiz günlerde İmamköy’de yaşanan isale hatlarında olabilecek muhtemel kazalara müdahaleyle görevli uzman bir ekip de bulunacaktır.

Gerek kurulun teşkili gerekse uygulama yönetmeliğinin yasal düzenlemeyi  gerektirdiği bir gerçektir.

Bu konuda kamuoyunu oluşturmak toprağını, suyunu, havasını seven ve çocuklarının ve torunlarının geleceğini düşünen Aydın halkına düşüyor.

Konuya sahiplenmek yereldeki bütün siyasi aktörlere, mecliste gereğini yapmak da iktidarıyla muhalefetiyle bütün Aydın milletvekillerine düşüyor.

İşte Aydın o zaman hem ovasıyla, dağıyla kurtulur hem de jeotermal birilerinin finans kapısı olmaktan çıkar.