Başka bir konu yazacaktım, Aydınpost’ta “5 bin TL maaşla çalıştıracak kimse bulamıyorlar!” başlıklı haberi görünce niyeti değiştirdim.

Türkiye Damızlık Koyun Keçi Yetiştiriciliği Merkezi Genel Başkanı Nihat Çelik 270 bin çobana karşılık 50 bin açığın olduğunu gençlere “bu sektöre sırtınızı değil yüzünüzü çevirin. Hakir görmeyin,” sözleriyle sesleniyor.

Nihat Çelik bir çoban maaşının 3 bin-3 bin 500 TL arasında değiştiğini, sürü büyüklüğüne göre 5 bin TL’ye kadar çıktığını söylüyor.

Haberi okuyunca olay bana birkaç yıl önce bir program için gittiğimiz Dalama’da bir vatandaşla aramızdaki sohbette dediklerini hatırlattı.

Biraz da gıpta ederek söylediği beldelerinde bulunan nalbandın günlük kazancının 500 TL’nin altına düşmediğiydi.

Bir at meraklısı tanıdığımın da atını 250 TL’ye nallattığını söylemesi olayı doğruluyordu.

Meğerse her yıl Aydın’dan gurbete mesela Rize’ye giden nalbantlar varmış.

Demek istediğim kırsalda çobanlık kadar olmasa da günümüzde varlığını sürdüren bir meslek nalbantlık…

Konuştuğumuz Dalamalı vatandaşa ‘çocuğunuzu nalbanda çırak vermeyi düşünür müsünüz’ dediğimde ise gıptayla bakmasına rağmen ‘hayır’ demişti.

Sadece nalbantlık değil geçerliliğini sürdüren terzilik, ayakkabı tamirciliği gibi mesleklere de kazancı iyi olmasına rağmen rağbet edilmiyor artık.

Çobanlığın bile kırsalda yaşayan gençlerin ilgisini çekmediği 50 bin çoban açığı olmasından ve gençlere yapılan çağrıdan belli.

Hem de dolgun aylığa ve sağlanan avantajlara rağmen…

Besici bir dostumun bir Afganlı gence bütün ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra 3 bin TL aylık, altına günlük işlerde kullanacağı bir de araba verdiğini söylemişti.

Ama buna rağmen Dalamalı vatandaş gibi çoğu kimse çobanlık yerine yakınının bir kamu kurumunda asgari ücret karşılığı çalışmasını yeğliyor.

Peki, bir tarafta işsizler ordusu diğer tarafta kazancı öğretmenlik maaşına denk ilgi duyulmayan çobanlık bu çelişki neden?

BİR: Nalbantlık, çobanlık, semercilik gibi bazı mesleklere kazancı ne kadar tatminkâr olsa da burun kıvrılıyor.

Bilhassa anneler… Örnek çobanlık yapan gencin kızlar tarafından bile evlenmeye değer bulunmayacağına inanılıyor.

Ayrıca bazı meslekleri hor görmede geldiğimiz nokta tarihi bir gerçekliğe işaret ediyor.

Eğer bir toplumda rehavet yaygınlaşır bazı meslekler ayaktakımının işi gibi görülürse o hor görülen meslekler ülkeye gelen yabancıların eline geçer.

Zamanla da onların her alanda efendilerinin yerini almasıyla da o millet ve kurduğu medeniyet tarihe karışır.

Tıpkı yakın coğrafyamızda geçmişte yer alan Asurluların, Babillilerin, Sümerlerin ve kurdukları medeniyetlerin tarihten silinmesi gibi…

İKİ: Bir ülkede eğitim sisteminin verimli olup olmadığı gerçeği ekonomik, kültürel ve sosyal hayata yansımalarıyla ortaya çıkar.

Türk eğitiminde bu anlamda en üretken sistem 28 Şubat öncesi uygulanan 5+3+3 olandı.

Yani 5 yıl ilkokul,3 yıl ortaokul,3 yıl lise ve dengi okullar…

Ortaokul birinci sınıf sonunda çocuk ailesince test edilir, okuma hevesi olan okula devam eder olmayanı ailesi mesleğe, sanata yönlendirirdi.

İmam Hatiplerin önünü kesmek için uygulamaya konan 8 yıllık kesintisiz eğitim hem kaliteyi yok etti hem de çocukları üretkenlikten uzaklaştırdı.

Çünkü 14-15 yaşına gelen bir gencin hem organlar özelleşir hem de ergenlik sorunlarına bağlı olarak makine kullanma konusunda dikkati azalır.

Şüphesiz bu uygulamada Çıraklık Eğitim Merkezlerinin zorunlu eğitimin dışında bırakılmasını da hesaba katmak gerekir.

O süreçte çoğu bölümün kapanması da 8 yıllık kesintisiz eğitimin işsizliği artırdığı, üretime darbe vurduğu gerçeğini doğrular.

O nedenle çoğu demirci, marangoz, torna tesviye benzeri ağır makineyle iş yapan esnaf çalıştıracak doğru, dürüst çırak, kalfa bulamadı.

8 yıllık zorunlu kesintisiz eğitimin bir kötülüğü de çalışma ümidiyle gençlerin kentlere akın etmesidir.

8 yıllık uygulamasıyla bir kuşağın üretkenliği yok edilince doğan zararı sadece insanlar ödemediler yansımaları ülke ekonomisine ve sosyal hayata da oldu.

ÜÇ: Ortaokullar ve liseler yakın zamana kadar bizim çoğu vatandaşımızın gözünde memur yetiştiren kurumlardı.

Aynı anlayış devam ediyor ancak bir farkla ölçek üniversite bitirmektir.

En garanti, en güvenli liman görüldüğünden çalışma hayatında bu mantalite devam ediyor.

İkincisi de çoğu üniversite mezunu her işte mesela çobanlık yapmayı, söz gelimi temizlik işlerinde çalışmayı kariyer açısından kendi gururuna yediremiyor.

DÖRT:1950’li yıllarda büyük çoğunluğu kırsalda oturan ve tarımla uğraşan bir toplumuna uygun en üretken eğitim sistemi Köy Enstitüleri modeliydi.

Eğer bu okullar kapatılmak yerine günün koşullarına göre müfredatı revize edilerek devamı sağlansaydı son 40 yılda 30 milyon insan kırsaldan kasabalara, kentlere ve metropollere akın etmezdi, Ülke’de de her alanda çalışacak adam sıkıntısı çekilmezdi.

Sonuçta bazı mesleklere burun kıvrılmaz Türkiye Damızlık Koyun Keçi Yetiştiriciliği Merkez Birliği Genel Başkanı Nihat Çelik de çoban arayışı için ilan vermek zorunda kalmazdı.

Daha da mühimi kentler ve metropoller insanların akın ettiği yerler olmaktan çıkardı.