Cumhurbaşkanı Erdoğan bir defasında 31 Mart seçimleri için İstanbul’u mihenk taşı kabul ederek “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder,” demişti.

Uyarısı gerçekleşti ve kesin olmasa da CHP’li Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir başkanlığını kazandı.

Sadece o değil birlikte Ankara, Antalya, Adana, Mersin gibi büyükşehirlerin de CHP’li adaylarca kazanılması muhalefet cephesinde moralleri yükseltirken iktidar AK Parti cephesinde büyük bir hayal kırıklığına yol açtı.

Seçim akşamından bu güne Cumhurbaşkanı Erdoğan bir yandan partilileri bu duruma alıştırmaya çalışırken diğer taraftan da parti içi kurullarda kaybın nedenlerini tartışıyor.

Aydın da kaybedenler arasında yer almasına rağmen iyice kanıksanmış olacak ki, “Niye sürekli kaybediyoruz” konulu bir değerlendirme toplantısının bir yetkili tarafından ne dün ne de bu gün yapıldığına şahit olduk.

Vakti zamanında Doğru Yol Partisi’nden (DYP) uzunca bir süre il genel meclisi üyeliği yapan Müfit Kasım Bayraktar’dan dinlemiştim.

DYP büyük ümitlerle girdiği 1984 yerel seçimlerini Yenipazar’da henüz yeni kurulan Anavatan Partisi(ANAP) karşısında kaybeder.

Seçim gecesi kaybın verdiği sessizliğin hüküm sürdüğü DYP ilçe başkanlığına CHP yönetimi beklenmedik bir ziyarette bulunur.

CHP yöneticilerinden biri teselli için “arkadaşlar görüyorum ki, üzüntülüsünüz. Son derece de haklısınız, çünkü siz hiç kaybetmediniz.

Tıpkı bizim gibi siz de bundan sonra yenilgiye alışacaksınız,” der.

O öngörü gerçekleşir ve DYP Yenipazar’da ondan sonra belediye yüzü görmez.

AK Parti Aydın’da kaybı kanıksamış olacak ki, 2009’dan bu yana belediye yüzü görmedi.

Her seçim sonrasında “niye” sorusunun cevabı aranarak, varsa kayıpta suçu tespit edilenler “ibretlik” cezalandırılmak yerine fatura il ya da ilçe yönetimlerine kesilerek olay geçiştirildi.

Bu işin bir boyutu.

Diğer bir boyutu da iktidar nimetinden istifade eden ve her bir hareketleri iktidarın hanesine yazılan yan kuruluşların, kamuda görev yapanların fütursuz hareketleridir.

Sivil toplum kuruluşları demokrasilerde baskı gruplarıdır, diyenler itirazlarında haksız değiller. Ancak bu kuruluşlar devletten isteklerinde iktidardan bağımsız hareket edemezler.

Talepleri gerek yasalara uygunluk gerekse çıkması muhtemel fatura sorumluluğunu yüklenecek olan siyaset kurumunun eleğinden geçmek zorundadır.

Yoksa çift başlılık olur ki, yol açacağı yozlaşma ve kirlilikten devlet de nasibini alır.

O nedenle eğer bir sivil toplum kuruluşu kendini her hangi bir siyasi görüş ya da partiye yakın olarak tanımlıyorsa onun siyasi sorumluluğunu da üzerine almış demektir.

Sorumluluk gerektirmeyen yetki hiçbir yönetimde yoktur.

O nedenle siyasi yetkiden istifade edecek ister STK temsilcileri olsun ister kamu görevlisi olsun her kimse sorumluluğu gereği eline, beline, diline sahip olmakla yükümlüdür.

Kamu görevlileri ürettikleri her kaliteli hizmetin devlete olduğu kadar siyasi iktidara da katma değer sağladığını neden oldukları her suiistimalin de her ikisine birden güveni yok ettiğini bilmeleri gerekir.

O bakımdan temiz siyaset, temiz toplum adına oto kontrol sistemini çalıştırarak zararlı otları ayıklama devletin olduğu kadar hangi kademede olursa olsun siyasetçinin de görevidir.

O görevin bir gereği siyaset kurumu hem kendi yönetim kadrolarını eğitmekle hem de sırtını iktidara dayamak suretiyle haddini aşanlara, güç zehirlenmesine tutulanlara meydanı bırakmamakla yükümlüdür.

Meydanı boş bulan bir bürokratın yaptığı yolsuzluğun boyutunu Aydın kamuoyu yerine gelenden öğrendi.

Kamuda devletin sağladığı kaynakları ve yetkileri kullanan bürokratların bu tür haddi aşan davranışları karşısında devletin yanında olmadığını Başbakanken Binali Yıldırım uyarmıştı.

Aynı şekilde Cumhurbaşkanı da trollere “kimse benim adıma racon kesmesin,” diye çıkışmıştı.

Benzer davranışları il başkanları da sergileseydi iktidar partisinde başıboşluk ve olumsuzluklar belki seçim kaybettirecek boyuta ulaşmaz, önlenebilirdi.

Hâlbuki devlette teftiş kurulları, siyaset kurumunda disiplin kurulları bunun için vardır.

Fitne uyanmasın, rakipler duymasın diyerek ahlaksızlıkları örtbas etme yoluna gidenler, bizdendir, diye sesini çıkarmayanlar bu devirde aslında kendi topuklarına kurşun sıkmaktalar.

Çünkü içinde bulunduğumuz medya ve enformasyon çağı ne bir şeylerin gizleneceği ne de “her koyun kendi bacağından asılır” mazeretine sığınılarak geçiştirilecek bir devirdir.

Çünkü en küçük bir pis kokunun bile sosyal internet marifetiyle vuku bulduğu dakikada dünyadaki bütün burunlar tarafında hissedilebildiği bir devirde yaşıyoruz.

Eğer AK Parti Aydın’da küllerinden yeni baştan doğma niyetindeyse yönetim değişikliğinden önce iktidar yetkisi kullanma imtiyazı tanıdığı STK başkanlarına “uçkuruna sahip” olmayı öğütlemeli.

Korsan dernekler üzerinden izinsiz akçeli dolap çeviren eli uzunları cezalandırmak yerine bendendir diyerek, makamla taltiften vazgeçmeli.

Ahlaksız işlere bulaşan yönetim kurulu üyelerini bırakın üyeliği bir dakika bile partide tutmamalı.

Velhasıl herkes hataları ile yüzleşmeli.

Çünkü kimsenin bilmediği, duymadığı zannedilen şeylerin öyle olduğu ile avunan sadece o düşüncede olandır.

Zira devrimizde artık sır tek kişiliktir, mahrem en fazla iki kişi arasındadır. Üç kişi kalabalıktır.

Kral Midas’ın kulakları hikâyesini bilirsiniz. Berber Kral’ın koca kulaklarını kimseye söyleyemediği için gider bir dağın başına bir kör kuyuya haykırır.

Ama o ses yankılanır, yeryüzüne çıkar, yayılır, Kral’ın “eşekkulaklarını” duymayan kalmaz.(Murat Yetkin, Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı, s.271)


 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!