Değerli AydınPost okuyucuları, Ayasofya yazımın ikinci bölümünü sizlere sunmaktan onur duyarım, birinci bölüm için gelen tüm yorumlara çok teşekkür ediyorum.

Ayasofya, yapıldığı 537 yılından itibaren 1469 yıllık tarihi boyunca en karanlık dönemini dört Haçlı Seferi’nde yaşar. Katolik Latinler mezhep düşmanları Ortodoks Bizans’ı yağmalarken en büyük tahribatı Ayasofya’da gerçekleştirirler. Dört Haçlı ordusu şehri zapt ettiği zaman tüm kiliselerle birlikte Ayasofya’yı da tahrip eder. Sözüm ona din adına Kudüs’ü kurtarmak için düzenlenen Haçlı seferleri 4 Harçlı Seferi’nde olduğu gibi esas amaçlarının ganimet toplamak olduğunu ortaya koyar.

Çapulcu Haçlıların gözleri o denli dönmüştür ki kendileri ile aynı dinden olan Bizans’ı işgal ederek dünyanın en güzel ve zengin şehrini günlerce yağmalar. Bu yağmalamadan en fazla Ayasofya nasibini alır. Zengin kütüphanesi, hazinesi ve kutsal eşyaları ile çapulcular için ilk hedef olan Ayasofya’nın bütün maddi manevi hazineleri çalınır. Üstelik Haçlı askerlerin yanlarında getirdikleri fahişeler Ayasofya’nın ortasında çırılçıplak soyunur dans ederek rezaletin en büyük örneğini gösterirler. 1204 Latin İşgaline kadar her açıdan muhteşem olan Ayasofya bu tarihten sonra bir daha kendini toparlayamaz.

1453 yılında İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet ilk olarak Ayasofya’ya gider, çoğunlukla yazıldığı gibi at sırtında değil Ayasofya’ya yaya olarak ve büyük bir saygıyla girer ve oraya sığınan halka can güvenliklerini bağışlar. Hatta Ayasofya’ya zarar vermeye çalışan bir yeni çeriye de bizzat engel olur ve Ayasofya’yı kenti himayesine alır. Entelektüel bir padişah olan Fatih aynı zamanda da gerçek bir humanisttir. Ayasofya’nın görkemine hayran olmuş ve onun manevi ölçülerini de saygıyla karşılayarak ilk Cuma namazını Ayasofya’da kılmıştır. Yapı adı değiştirilmeden iç mekanda yapılan gerekli düzenlemeler ile (minber mihrap) Ayasofya Camii olarak ibadete açılır ve 1935 yılına kadar Müslüman halk ve Osmanlı padişahları için kutsal bir bina olarak işlev görür. Fatih Sultan Mehmet o denli hoşgörülü ve sanatsever bir padişahtır ki Ayasofya’yı camiye çevirirken binanın iç süslemelerini yok etmeden sadece üzerlerine ince bir sıva çektirerek bu olağanüstü mozaik ve fresklerin günümüze kadar gelmelerini sağlamıştır. Bizans halkı, kendilerine mezheplerine ve kutsal mekanlarına son derece hoşgörülü davranan Fatih Sultan Mehmet’i katolik dindarlardan daha üstün tutmuştur. 1204’te şehirlerini mahveden katolik latinlerin acısını unutmayan ortodoks Bizanslılar, Müslüman Türklerden hiç ummadıkalrı bir hoşgörüyle karşılaşmış ve yaşamlarını dinsel özgürlükleri ile devam ettirmişlerdir. Fatih Konstantinopolis’i fethettiğinde Bizans zaten eski görkeminden çok uzaktır. Ayasofya’da düzenlenen dini ayinlerde kilisenin aydınlatmasında kullanılan kandillere yağ almak için bile paraları yoktur. Tüm şehir gibi Ayasofya’da bakımsız olup halk fakirlik içindedir. Tüm bu sefalete sebep 1204 Latin istilasıdır. O tarihten itibaren her şeyini kaybeden şehir manevi bir çöküntü içerisindedir. Türkler ile başlayan yeni dönemde ise Fatih’in emriyle Ayasofya’yı muhafaza etmek için herkes elinden geleni yaptı. Ayasofya’ya ilk minareyi ekleten Fatih’ten sonra binaya ikinci minareyi II. Beyazit ekletir. Özellikle II. Selim ve III. Ahmet Ayasofya’ya çok önem vermişlerdir. III. Murad mermer mahfilleri, IV. Murad taş kürsüyü, I. Mahmut şadırvanı, sıbyan mektebini ve kütüphaneyi yaptırır.


Binanın Osmanlı dönemindeki en büyük tamirini 1847 yılında Abdülmecit İsviçreli mimar Fossati’ye yaptırır. Kubbe demir çemberlerle takviye edilir ve sıvalar yenilenir. Temizlenen mozaiklerin üzerine ince bir sıva çekilir. Ayasofya’nın duvarlarını süsleyen 7.80m çapındaki daireyi yazılar Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yapılır. Ayrıca kubbenin ortasında, pantokrator kompozisyonunun üzerine İzzet Efendi Allah-û nurus semavat ayetini hat olarak yazar. Kanuni Sultan Süleyman, Budin Seferi dönüşü getirdiği iki tunç şamdanı Ayasofya’ya hediye eder. III. Murad’ın Bergama’dan getirterek Ayasofya’ya koydurduğu mermer küpler ise Helenistik döneme aittir. Her biri 1240 litre su alan küpler halen Ayasofya’da görülebilir.

Başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere birçok Osmanlı padişahı Ayasofya’ya hakettiği önemi vererek buraya her türlü yardımda bulunmuştur. Ayasofya’nın günümüze kadar gelmesinde en büyük payı Osmanlı padişahları alır. II. Selim, III. Murat, III. Mehmet, I. Mahmut, IV. Murat Abdulmecid gibi padişahlar Ayasofya’nın onarım ve süslemelerini gerçekleştirmiştir. Osmanlı’nın sanata ve sanat eserlerine ne kadar önem verdiğinin bir örneği olan Ayasofya’daki Osmanlı izleri takdire şayandır. Amerika’yı kuran Avrupa’nın çapulcularının köklü Amerika kıtasının İnka, Aztek ve Maya kültürlerini nasıl yok ettiklerini biliyoruz. Roma İmparatoru Sezar’ın İskenderiye kütüphanesini yaktığında herkesçe bilinen bir gerçektir. Oysa 36 Osmanlı padişahı arasında güzel sanatların en az bir dalı ile ilgili olmayanı yok gibidir. Sanat ve edebiyat ile dolu güçlü bir eğitim sürecinden geçen Osmanlı şehzadeleri padişah olunca aldıkları eğitimleri sonucu sanat eserlerine hep önem vermişlerdir. Fatih önemli bir şair olup Avni mahlasıyla yazdığı bir divanı vardır. III. Selim ise birinci sınıf bir bestekar olup neyzendir. Abdulaziz iyi piyano çalar, II. Abdülhamid usta bir marangozdur. Sanata ve sanatçıya verdikleri değer ile Anadolu mimari eserlerinin korunmasında önemli bir paya sahip olan Osmanlı padişahlarına son dönemlerde yapılan haksız eleştirileri bu noktada kınıyoruz. Osmanlı Ayasofya’ya o denli önem vermiştir ki İstanbul’da Cuma namazı kılınan en büyük camilerde vaaz veren hocaların en kıdemlisinin unvanı Ayasofya vaizidir. Ayasofya vaizliğine öncelikli olarak İstanbul’daki başlıca dergah ve asitanelerin şeyhleri atanır.

Önem sırası açısından Ayasofya vaizliğini Sultan Ahmet, Süleymaniye, Beyazıt, Fatih, Nuriosmaniye, Sultan Selim, Eyüp Sultan, Laleli, Şehzade, Üsküdar, Yeni Valide, Ayazma, Beylerbeyi, Hasköy ve Yeni Caminin vaizleri izler. Selahattin Camilerinde hemen her gün sıradan vaizler tarafından halka vaazlar verilirken Ayasofya kürsü şeyhi ve öteki Selatin Camilerinin vaizleri yalnızca Cuma günleri çok kalabalık cemaatlere vaazlar verirlerdi.
Ayasofya’nın İstanbul camileri arasındaki özel saygınlığı saraya yakın oluşu, cemaatin ise saray ve Babıali görevlileri ile çarşı esnafından oluşması nedeniyledir. Kürsü şeyhinin burada verdiği mesajlar önemlidir. Bu bakımdan Ayasofya şeyhliğine İstanbul’da en çok saygı duyulan erdemi, bilgisi ve hitabeti ile tanınmış bir tarikat şeyhinin atanmasına özen gösterilir. Bu kürsü şeyhlerinden en meşhuru olan Hatip Mehmet Efendi’dir. 18.yy sonunda Ayasofya’da hatiplik yapan Mehmet Efendi’ye özgü bir de teknik vardır. Hatip Ebrusu olarak bilinen bu teknik ve desenler günümüzde de çok ünlüdür. Ayasofya’nın iç mekanında bazı örnekleri vardır. Ayrıca Ayasofya’nın içinde Ayasofya’nın kutsal alanları ve söylenceleri vaftizhan, ağlayan sütun, kutsal emanetler bölümleri vardır. Gezerken bu bölümleri dikkatli bir şekilde incelemenizi öneririm.

 

Ayasofya yapılış tarihi olan 537den müzeye çevrildiği 1935 yılına kadar geçen 1398 yıllık tarihi içerisinde 916 yıl kilise 482 yıl da Camiikebir yani Ulu Camii olarak kullanılmıştır. Anadolu kültür tarihinin dini mimari eserleri arasında en önemlilerinden Ayasofya’nın tarihini yukarıda özetlemeye çalıştığım gibi oldukça zengindir. Fatih 19 Mayıs 1453 günü Ayasofya’ya büyük bir saygı ile ilk kez girdiğinde kiliseye sığınan halk kentin kurtulması için halen dua edip ayin yapmaktadır. Tüm ümitlerini Ayasofya’nın mucizelerine bağlayan halk karşısında genç sultanı görünce her şeyin bittiğini anlar. Mustafa Kemal önderliğinde kazanılan Türk İstiklal Savaşı 9 Eylül 1922’de İzmir’in geri alınmasıyla başarı ile tamamlanmıştır. Böylece 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal tarafından Samsun’da başlatılan Milli Mücadele uzun ve zahmetli bir süreç neticesinde İzmir’de Yunanlıların yenilgisiyle tamamkanmış olur. İzmir’in düşman işgalinden kurtulduğunu duyan Padişah Mehmet Vahdettin hemen Ayasofya’da bir mevlüt okutulmasını emreder.

Sinyor Quaroni adında bir İtalyan diplomatın kılık değiştirerek katıldığı (Selatin Camilere gayrimüslimler alınmadığından) mevlüde Vahdettin’in de katıldığı yine bu İtalyan diplomat tarafından belgelenir. Mevlüt esnasında bir ara Sultan Vahdettin ellerini havaya kaldırarak ‘’Çok şükür vatan kurtuldu.’’ Dediğini bildiren diplomatın gözlemleri günümüzde halen tartışılan Vahdettin meselesi için çok önemli bir kaynaktır. Vahdettin Ankara hükümetinin kendisi hakkındaki düşüncelerini iyi biliyor olmasına rağmen kendisini devirecek olan kuvvete vatanı kurtardığı için teşekkür eder. Kılınan namaz ve okunan mevlüt sonrası kahrolsun gavurlar sloganları atılırken Vahdettin’in elleri halen dua eder durumdadır. Böylece Ayasofya tarihinde aynı amaç doğrultusunda iki büyük dua – ayin düzenlenmiş olur. İlkini Fatih’in fethi sırasında Ayasofya’ya sığınan İmparator ve halk düzenlerken ikincisini de son Osmanlı Padişahı Vahdettin vatanın kurtuluşu uğruna düzenler.

Değerli AydınPost okuyucuları, Ayasofya için yazılacak daha çok şey vardır, sizlere en kısaltabildiğim haliyle sundum. Değerli yorumlarınızı beklerim. Sağlıklı günler dilerim.