‘İstanbul’da hiçbir şey yapılamaz. Milletin ruhu zindedir; cevheri bozulmamıştır. Onu gene kendi içinden harekete getirmek lazımdır. Bunu böyle yapacağım”

Her 19 Mayıs’ta “Atatürk Samsun’a çıktığında halk örgütlü değildi. Atatürk tek başınaydı. Bu işleri tek başına yaptı” sözleri ortalıkta dolaşır. Bunu söyleyenler ya o günleri iyi bilmiyor, ya da Atatürk’ü hiç anlamamış! Bir de Atatürk’ü sözde yüceltmek için yapanlar var, onlar aslında ona ve o günlerin fedakâr insanlarına haksızlık yapıyor. Çünkü, Atatürk ne yaptıysa halkla yaptı. Atatürk örgütlüydü, halkın da örgütüne tabi oldu. Atatürk yalnız olsaydı bu büyük işi yapamazdı. Büyük işler örgütlü halkla yapılır. Uzun, zahmetli ve çileli bir mücadeledir yapılan. Bu yola girenler bunun sonunda zaferin de yenilginin de olduğunu bilir. Atatürk inançlı ve planlı bir insandı. Yolun sonunda ölüm olduğunu biliyordu ve “tek başıma da kalsam bu yoldan dönmem. Bir tepenin başına çıkar vuruşurum” diyordu. Tek başına değil milyonları ayağa kaldırdı ve büyük zaferler yaşatarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. İşte o zahmetli yolun başlangıcındaki halka güven ve devrimci kararlılık:

SAMSUN’A ÇIKMADAN ÖNCE

Mustafa Kemal Paşa, 1917 Eylül’üne gelindiğinde artık Arap Cephesi’nde işlerin iyi gitmediğini ve insan gücünün sonuna gelindiğini gördü. Onun çözümü “Arap topraklarını savunamayız. Kalan birlikleri Anadolu’yu savunmak için Suriye’ye çekmekti.” Bu önerisi İstanbul yönetimi tarafından kabul edilmedi. 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mütareke’ye kadar bölgede vuruşuldu. Dersim ve Bayburt’a kadar gelen Rus ordusunun geri çekilmesiyle Ermeni çeteleri “Büyük Ermenistan”ı kurmak için katliama başlamıştı. Bunu durdurmak için kalan birlikler canla başla çalıştı…

Mustafa Kemal, Mütareke sonrası Adana üzerinden İstanbul’a döndü. 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a geldiğinde Boğaz’ı düşman zırhlıları tutmuş ve kesif bir hava vardı. İşte Haydarpaşa’da karşıya geçerken yanındaki Yaveri Salih Bozok’a “Geldikleri gibi giderler” diyordu. İnançlıydı ve İstanbul’a teslim olmaya değil, direnmeye gelmişti. İlk iş olarak da direnişin hükümetini oluşturmaya çalıştı… Bunun için de kolları sıvadı. Hükümet yetkilileriyle, asker arkadaşlarıyla, gazeteci ve yabancı askeri temsilcilerle görüştü. Havayı yokladı. Hükümet girişiminde başarılı olamadı. Amacı “askeri yollara başvurmadan, siyasi yollarla sorunu çözmekti.” 6 ay İstanbul’da kaldı. Bu dönemin ayrıntısı Dr. Alev Coşkun’un “6 Ay” isimli kitabında anlatılır… İşin özeti, başkentte yönetimi ikna etmek ve teslimiyete boyun eğmemekti. Bütün yolları denedi… Bu dönem için, “İşte benim Mütareke sırasında dört beş ay İstanbul’da kalışım sırf bunun içindir” der. (ATABE, c.3, s.81.)

Bu süreçte Paşa’nın en önemli dayanağı silahlı kuvvetlerdi. Osmanlı ordusundan kalan birliklerle direnişi düşünüyordu. Bunun için İstanbul’da Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, İsmet İnönü, Kâzım Karabekir, Cevat Çobanlı ve Fevzi Çakmak (son iki isim Genelkurmay Başkanlığı yaptı.) ile görüştü. Onlar ordu komutanıydı. Kısa süre sonra birliklerine döndüler. Onlarla sözleştiler. Bu görüşmeler sırasında Cevat Çobanlı’nın “Kemal, galiba sen bir şeyler yapacaksın” sözü manalı ve çok şeyi anlatır…

SİLAHSIZ ÇARE GİRİŞİMLERİ

Mustafa Kemal’in Kasım 1918 sonunda görüştüğü gazeteci yazar Aka Gündüz’e “Bütün milletin bilmesi lazımdır ki, memleketin uğradığı bu kaza ancak anayurdun ortasında çalışmakla tamir edilebilir. Bir Mondros Mütarekesi, bu şekilde bir işgal ve bu şekilde iç politika gürültüleri mevcut oldukça İstanbul’da hiçbir şey yapılamaz. Milletin ruhu zindedir; cevheri bozulmamıştır. Onu gene kendi içinden harekete getirmek lazımdır. Bunu böyle yapacağım” sözleri çok şeyi anlatıyor. (Aka Gündüz, Canlı Bir Hatıra, Milliyet, 15 Mayıs 1933.)

Bu açıklamalarda millete güven ve Anadolu’ya geçip direnme isteği çok net şekilde görülüyor. Daha sonraki faaliyetlerinde de bunun izini görüyoruz. Yıllar sonra bu durumu “Kendi kendime şu kararı verdim: Uygun bir zaman ve fırsatta İstanbul’dan kaybolmak, basit bir tertiple Anadolu içine girmek, bir müddet isimsiz çalıştıktan sonra, bütün Türk milletine felaketi haber vermek! İçimde çok dikkatle gizlediğim bu sırrı vakti gelmedikçe kimseye söylemedim” sözleriyle açıklar. (ATABE, c.3, s.80.)

15 Ocak 1919 günü İsmet Paşa ile Şişli’de yaptığı görüşmede ise niyetini buna benzer ifadelerle açıklar: İstanbul’dan ayrılmadan önce 9 Mayıs 1919 günü yaptığı görüşmede ise İsmet Paşa’ya, “Ben yerleşinceye kadar sen de bana yardım edeceksin ve iş başladığı vakit yanıma geleceksin” der. (Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, AAM Yayınları, Ankara, 1999, s.126.)

Kemal Paşa, 15 Şubat 1919 günü görüştüğü Refet Bele’ye de şunları söyler: “Eğer atına binip Anadolu içlerine girmek istiyorsan, ben bir gün senin bu arzunu tatmin ederim.” (Kocatürk, s.122.) Kafasında hep Anadolu’ya geçme düşüncesi vardır…

Atatürk Şişli’de ev tutar. Burası onun karargâhıdır. Görüşmeleri burada yapar. Bu sırada Ali Fethi Okyar ve Rasim Ferit Talay ile birlikte 1 Kasım-21 Aralık 1918 tarihleri arasında 51 sayı çıkan Minber isimli bir de gazete yayımlar. Amaç milli bir ses çıkarmaktır. Bu süre içinde hakkında çıkan haber ve iddialara da cevap vermekten geri durmaz. 14 Mart 1919 günü Hukuk-u Beşer isimli gazetede Osmanlı subayları hakkında ağır hakaretler yer alır. Bunu Harbiye Nezareti’ne şikayet ederek gereğinin yapılmasını ister. Buna ilişkin yazdığı yazıdaki ifadeler çok şeyi anlatıyor: “Vatan ve millet için temiz ve masum duygularla ve her türlü mahrumiyet ve müşkilat içinde namus vazifesini hakkıyla yapan Osmanlı ordularını haydut ve aynı mahrumiyet ve müşkilata maruz ve yegâne dayanağı namus ve haysiyetinden ibaret olan adı geçen ordular komutanlarını sefil ve haydutbaşlıkla nitelemek ve teşhir etmek ne büyük ahlâksızlık ve ne sefil vicdansızlıktır. Osmanlı ordularını, onun namuslu komutanlarını bu suretle teşhir edebilmek kabiliyeti, ancak vatan ve milletin çöküşünü ve yok olmasını arzu eden bir alçakta bulunabilir.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.2, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999, s.297-298.)

Bilmektedir ki, o ordu komutanları olmazsa direniş de olmaz. Onların namus ve şerefini korumak o gün için en önemli vazifedir… 31 Temmuz 1920 günü Afyon’da subaylara yaptığı konuşmada da düşmanın neden Türk subayına saldırdığını veciz sözlerle açıklar. Onun için ordu ve subayın namusu her şeyin üstündedir.

İLK GÖREV VERİLİYOR

Mustafa Kemal Paşa’ya 9. Ordu Müfettişliği görevi29 Nisan 1919 günü verilir. Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Mustafa Kemal’i Nezaret’e davet ederek, “Türklerin Rumlarla yaptığı baskıyı yerinde incelemek ve önlemek üzere Karadeniz bölgesine müfettiş olarak gönderilmesinin kararlaştırıldığını” bildirir. (Kocatürk, s.125.)

Kemal Paşa bu göreve “evet” der. Çünkü kafasındaki plâna en uygun görev budur. İstanbul’da artık bir şey yapılamayacağı ve Anadolu’ya bir vazifeyle çıkmaktan başka çarenin olmadığını bilir. Bunu Nutuk’ta da ayrıntısıyla anlatır. “İstanbul’da büyük sandıklarımız meğer ne kadar küçükmüş” der! 30 Nisan günü Sultan Vahdettin tarafından atanması onaylanır. 1 Mayıs günü Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından kabul edilir ve görev hakkında görüşürler. 6 Mayıs günü Mustafa Kemal’e “acele hareket etmesi” bildirilir. Paşa, 7 Mayıs günü üç aylık ödeneğin çıkarılmasını ister. 14 Mayıs günü Genelkurmay Başkanı Cevat Çobanlı ile birlikte Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya çıkarlar. Bölgede yapacağı görevin ayrıntısı konuşulur. 15 Mayıs günü de Sultan Vahdettin ile Yıldız Sarayı’nda görüşür. 16 Mayıs günü Cuma selamlığında Vahdettin’le son kez görüştükten sonra, akşamı da yola çıkar.

Mustafa Kemal’in 9. Ordu Müfettişliği göreviyle bölgeye gönderilmesinin nedeni zaman içinde çıkan belgelerle netliğe kavuştu. Amaç bölgedeki Türk direnişini dağıtmak, Rum ve Ermeni çetelerinin imha olmasını önlemektir. Bu görev İngilizlerin de onayıyla gerçekleşti. Zorunluydu çünkü İstanbul’un kontrolü onlardaydı. Onların kontrolü olmadan kimsenin bir yere gitmesi zordu. Mustafa Kemal, İngilizlerin oyunuyla yolda gemisinin batırılmaması için yola çıkmadan önce kaptan İsmail Hakkı Durusu’ya “kıyıya en yakın güzergâhtan seyretmesini” ister. Batma tehlikesinde en yakın yerden karaya çıkmayı plânlar.

Kemal Paşa, Kızkulesi önünde İngilizlerin son kontrolü yaptığı sırada arkadaşlarına söylediği şu sözler onun kafasındakini ortaya koyar: “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah, ne cephane götürüyoruz; biz ideal ve imanı götürüyoruz!” (İsmail Gerçekçi, Hayat, sayı:21, 1969.)

HALKA GÜVEN MÜCADELEYE DEVAM

Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasıyla birlikte direnişe göre hareket ettiğini rahatlıkla görüyoruz. Yaptığı yazışmalar ve verdiği görevler hep buna ilişkin. Öyle bir süre sezdirmeden vazifemi yaparım, sonra da uygun zamanda ortaya açıkça çıkar direniş bayrağını açarım, yoktur… İlk adımdan itibaren mücadeleye girişiyor. Çünkü çıktığı Samsun’da ve bölgeden gelen haberlerde halkın direnmeye hazır olduğunu görür. İşte buna ilişkin önemli adımlar:

Paşa, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkarken, aynı gün İstanbul’da İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı General Milne, “Mustafa Kemal’in neden gönderildiği” hakkında Harbiye Nezareti’ne soru sorar. Paşa, Sadrazam Ferit Paşa’ya bölgeden gönderdiği ilk yazısında ise halkın İzmir’in işgaline tepki gösterdiğini ve bunu kabul etmediğini bildirir. 20 Mayıs günü İngilizlerin Samsun’a bir kısım asker çıkarmalarını ve bu gibi tecavüzlerin men’i ile siyasi vaziyetten gerektikçe haberdar edilmesi hakkında, Harbiye Nezaretine telgraf gönderir. Paşa, İngiliz birliğinin Samsun’daki komutanı Yüzbaşı Hurst ile de bölgenin durumu hakkında görüşür. 21 Mayıs günü bölgedeki izlenimlerine ilişkin önemli bir telgrafı Genelkurmay Başkanlığı’na gönderir ve bölgede Rum çetelerinin Yunanlılık davasıyla siyasi faaliyet içinde olduklarını, şımarıkça Pontus devleti emeli taşıdıklarını vurgular. Yani mağduriyet yoktur. Saldırgan olan onlardır… Çeteler kurarak bölgede katliamlara girişmişlerdir. Bu durumu 1921 sonunda Ankara’ya gelen Sovyet Generali Frunze de saptar.

Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya 21 Mayıs günü gönderdiği telgrafta ise şunlara vurgu yapar: “Umumi durumumuzun almakta olduğu vahim şekilden pek elemli ve müteessirim. Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdani vazife yakından müşterek çalışma ile en iyi yerine getirmek mümkün olacağı kanaatiyle bu son memuriyeti kabul ettim. Bir an evvel zat-ı âlinize kavuşmak arzusundayım.” (ATABE, c.2, s.317.) 23 Mayıs günü gönderdiği telgrafta ise İzmir’in işgalinin protesto edilmesi için miting düzenlenmesini ister.

22 Mayıs günü Sadaret’e gönderdiği telgrafta ise İngilizlerle yapılan görüşmeye değinilerek, “Milletin tek vücut olup milli hâkimiyet esasını, Türk duygusunu hedef alarak, şimdiki hükümete bütün ruh ve varlığıyla bağlı ve sadık olduğu sırasıyla açıklanmış ve fikir ve hissiyat alışverişi niteliğinde olan bu görüşme özelliğini korumuştur” der. (ATABE, c.2, s.319.)

İNGİLİZLER’DEN DUYULAN RAHATSIZLIK

Paşa, Samsun’da da gördüğü gibi İngilizler adım adım birliklerini Anadolu şehirlerine göndermekte ve buraları kontrol etmektedir. Bundan duyduğu rahatsızlığı 22 Mayıs günü Genelkurmay Başkanlığına gönderdiği yazıda belirtir: “Bir gün, her tarafta oldubittiler karşısında kalınmasının pek ziyade muhtemel olduğunu arz eylerim.” (ATABE, c.2, s.322.)

Paşa, 25 Mayıs günü Havza’ya gider. 26 Mayıs günü İngiliz işbirlikçisi Sait Molla’nın belediye başkanlıklarına gönderdiği, “milletin İngiltere yardımını istediğini bildiren” mektubundan duyduğu rahatsızlığı vilayet ve mutasarrıflıklara gönderdiği, “Milli bağımsızlık ve siyasetimizin kurtarılmasının ancak milletin tek vücut olarak müdafaası ile olabileceğini arz ederim” içerikli tamimle tavır alır. (ATABE, c.2, s.328.)

28 Mayıs günü Havza’dan 3., 5. ve 20. Kolordu Komutanlıklarına gönderdiği yazıda, “Milletin esaretten kurtarılması, hâkim ve bağımsız olarak topraklarımızda yaşayabilmesi, ancak kararlı ve namuslu ellerin milleti kısa ve doğru yoldan haklarını ve bağımsızlığını savunmaya sevkiyle mümkün olacaktır. Mülkiye memurlarından güvenilir kişilerle el ele vererek bağımsızlığımızın savunulması emrinde gerekli teşkilatın (tabi ki gizli) ve dışarıdan fark edilmeyecek şekilde kurulmasını zaruri görüyorum. Bu husus, ihtisası dolayısıyla biz askerlerin vatanperverliğine düşmektedir” der. (ATABE, c.2, s.337.).

örgütlenmenin şart olduğunu belirtiyor. Kendisi de buna uyar. Havza’da 29 Mayıs günü Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulur. Bunu da büyük bir mutlulukla yurdun her tarafına duyurur.

Görüldüğü gibi Kemal Paşa, kendisine verilen asıl görev dışında memleket meseleleriyle yakından ilgilenmekte ve tavır alarak buna ilişkin talimatlar vermektedir. Gönderdiği yazılarda gayesini açıkça ifade eder. Öyle sözlerden mana çıkarmaya gerek yok. Her şey açıktır… Bunu İngilizler de fark eder ve onun geriye getirilmesini ister. Buna ilişkin ilk şüpheyi İngiliz Yüzbaşı Hurst taşır ve 31 Mayıs günü Kemal Paşa ile Havza’da yaptığı görüşmede kendisine iletir. Buna rağmen 3 Haziran günü Havza’da Büyük Cami’de Atatürk’ün de hazır bulunduğu mevlit okutturulur. Daha sonra Belediye önünde büyük bir miting düzenlenerek halkın mücadele için yemin ettirilmesi sağlanır. Bir anlamda meydan okumadır…

İşte bu gelişmeler İstanbul’da olay yaratır. Artık bardağı taşıran son damlaya müdahale edilir. İstanbul İşgal Orduları Komutanı General Milne, Kemal Paşa’nın faaliyetlerinden duyduğu rahatsızlığı Harbiye Nezareti’ne bildirir. Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, Kemal Paşa’ya acil koduyla 8 Haziran günü bir telgraf çekerek, İstanbul’a dönmesini ister: “Beraberinizdeki istimbotlardan biriyle İstanbul’a gelmeniz rica olunur.” (Kocatürk, s.135.)

Kemal Paşa, çağrılmasının nedenini ve kimin istediğini gizli bir telle sorar. Cevat Paşa’dan gelen 11 Haziran tarihli cevapta, “İstanbul’a getirilmenizi İngilizler istedi” denir.

Paşa, 14 Haziran günü Saray’a gönderdiği mektupta ise niyetini açıkça belirtir: “İstifa ederek evvelce olduğu gibi Anadolu’da ve milletin sinesinde kalacağım. Ve vatani vazifeme bu kez daha açık adımlarla devam edeceğim.” (ATABE, c.2, s. 376.)

Paşa’nın bu dönemde Anadolu illerinde ileri gelen önemli isimlere gönderdiği mektuplarda bir ve beraber edilerek, bağımsızlık için mücadele edilmesi gerektiğini belirtir. 16 Haziran günü Cemil Paşazade Kâsım Bey’e gönderdiği mektuptaki şu ifade Türk-Kürt birliğinin sembol sözleridir: “Kürtlerle Türkler birbirinden koparılmayı kabul etmez öz kardeştir” (ATABE, c.2, s.388.)

Paşa, İngilizlerin bölgede kukla Kürt devleti kurma girişimlerini de tespit eder. Bu planın bozulması için 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’yla sık sık yazışır ve İngiliz istihbarat subaylarının engellenmesini ister. Bölgeden kendisine gelen telgraflarda da birlik vurgusu yapılır. Bununla moral bulur ve 18 Haziran günü Edirne’de Cafer Tayyar Paşa’ya gönderdiği telgrafta müjdeyi verir: “Kürtler de Türklerle birleşti.” Artık Doğu’da büyük bir dayanak yaratılmıştır. Yeni çalışma merkezi Erzurum olacaktır… (ATABE, c.2, s.394.)

OYUN BİTTİ

Artık her şey açık oynanmaya başlanır. Niyetler ortaya çıkmıştır. Oyuna gerek yoktur. Mustafa Kemal’in deyimiyle bu oyun bir ay sürer ve sonunda 8/9 Temmuz 1919 gecesi biter. İstanbul ile ipler kopar… Paşa görevinden ve askerlik vazifesinden istifa ederek, halkın sinesinde bir nefer olarak görev yapar. Bu süre içinde 22 Haziran tarihli Amasya Tamimi’nden bahsetmeden geçemeyiz. Bu Tamim de bu görev içinde yayımlanır. Tam bir meydan okuma ve İhtilal Beyannamesi’dir. Tamim’deki şu vurgular bundan sonraki mücadelenin yol haritasıdır: “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Merkezi Hükümetimiz İtilaf devletlerinin tesir ve denetimi altında kuşatılmış bulunduğundan, üzerine aldığı sorumluluğun icaplarını yapamamaktadır. Bu hal, milletimizi yok olmuş tanıttırıyor. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." (ATABE, c.3, Kaynak Yayınları, 2000, s.107-108.)

Ve sonraki uzun ve meşakkatli süreci biliyoruz. O süreç zaferlere imza attı. 23 Nisan 1920’de top sesleriyle TBMM’yi açtı. Halkın en yüksek temsilcileriyle Milli Mücadeleyi sürdürdü. İnönü, Sakarya ve Büyük Zaferi kazandı… 24 Temmuz 1923 günü Lozan Barış Antlaşması’nı emperyalistlere imzalattı. 29 Ekim 1923 günü de Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan etti. Ne yapıldıysa milletle yapıldı. Atatürk 1923 yılında İzmir’de 7 saatlik halk sohbetinde bunu “Ne yaptıysak birlikte yapmadık mı?” diye sorarak cevaplar…

Büyük mücadele sürecinde Ordu ve İttihat ve Terakki’den kalan örgütler ve teşkilatlar vardı. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri en önemli teşkilattı. Kasım 1920’de kurulan düzenli orduya kadar da Kuvayı Milliyeler teşkilatın silahlı gücüydü. Atatürk bu cemiyeti esas alarak 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’ni CHP’nin kuruluş günü olarak ilân eder. Atatürk ne yaptıysa tek başına yaptı, demek; o mücadelede şehit olan, yaralanan ve ölümün çemberinden geçip zaferler kazanan halkımıza ve ordusuna en büyük saygısızlıktır… Selam olsun o büyük direnişe omuz verenlere!