Konuya genelde güncel çözümler üretildiğini, problemin köküne tam olarak inilmediğini belirten Din Sosyolojisi Uzmanı Taha F. Ünal, artan cinayetlere alakasız gibi görünen ancak asıl çözüm olabilecek farklı bir noktaya değindi.
 
"İnsan milyarlarca hücrelerden müteşekkildir. Hücreler hatta tek bir hücrenin sağlıklı olması insan vücudunun da sağlıklı olmasını netice verir. Toplumu bir insan vücudu, aileyi de bu vücudun bir hücresi gibi düşünürsek sağlıklı ailelerden müteşekkil bir toplum sağlıklı olacak, aile sağlığını kaybetmiş bir toplum ise sağlıklı olamayacaktır. Günümüzdeki problemlerin asıl kaynağı aile sağlığının kaybedilmiş olmasıdır" diyerek sorunun kaynağını vurgulayan Ünal, çözüm için neler yapılabileceğini şöyle sıralıyor:
 
"Ailenin sağlam temeller üzerine oturmasının birici şartı insana saygı duymaktır. Evet insan hemcinsleriyle bir çok konuda ortak düşünebilir, onların düşünce ve fikirlerini kendine daha yakın görebilir ancak karşı cins yaratılışı itibariyle zaten tamamen farklı yaratılmıştır. Bir çok konuda eşiyle aynı düşünceleri paylaşmayabilir. Zannımca ailedeki temel çatışmalar burada başlamaktadır. Eşler birbirlerinin düşüncelerine saygı duymayınca, bu düşünceleri, kendi fikrinin dışındaki fikirleri bir zenginlik olarak addetmeyince ailede çatışmalar başlamaktadır. Ailelerde illaki bir son sözü söyleyen birisi olması gerekmektedir. Bu da genelde yaratılışı icabı erkek olmaktadır. Ancak erkeğin buradaki idareciliği çok mühimdir. Eğer buradaki idarecilik kaba güçle eşine istediği herşeyi yaptırmak, adeta onu iradesizleştirmek olarak anlaşılırsa; bu ne İslamla ne insanlıkla bağdaşır. 
 
Bağdaşmaz çünkü insanlık tarihi boyunca zorla, cebren yaptırılan işlerin, kurulan sistemlerin ömrü çok kısa olurken, insan unsurunu ihmal etmeyen, insanı merkeze alarak, kafa ve kalpleri ikna ederek kurulan sistemler ise çok uzun ömürlü olmuşlardır. Günümüz idarecilik anlayışı ise emir veren, kendisine hizmet edilmesini bekleyen, idareciliği adeta bir saltanat olarak gören anlayıştan ziyade “kavmin efendisi onlara hizmet edendir” şeklindedir. Herhalde günümüz aile reisleri evdeki uygulamalarında bu düsturu kendilerine rehber edinseler problemin büyük bir bölümü halledilmiş olacaktır. Bu noktada çocukları evli olan anne-babaların da mükellefiyetleri büyüktür." 
 
Anne-babaların “erzel-i ömür” durumu hariç evlatlarından her zaman önde olduğunu ifade eden Ünal, anne-babaların evlatları için bir pusula olması gerektiğini söylüyor ve ekliyor: Anne-baba’nın yaklaşımlarının doğru olması evlatları evlendikten sonra bir kat daha önem arz etmektedir. Artık çocukları bir yetişkin olmuş ve kendine ait bir dünya kurmuştur. Bu noktada anne-babalara düşen çocuklarının kendi duygu ve düşüncelerini yansıttığı bu özel dünyalarına saygı duymaktır. Anne-babalar genelde bu noktada imtihanı kaybetmektedirler. Hala çocuğunun evlendiğini kabullenemeyen, ona evdeki durumu gibi davranan, gelinine veya damadına kucak açıp bağrına basamayan, onları ötekileştiren anne-baba tutumları evlilikleri dinamitlemektedir. Oysa evlatlar evlilikle yeni tanışmış zaten bir sürü problemle uğraşmaktadırlar. Buna bir de yanlış anne-baba tutumları eklenince darmadağın dimağlar, virane evler, daha yaşarken yetim ve öksüz kalan bir nesil ortaya çıkmaktadır. Anne-babanın bu noktadaki vebali çok büyüktür. Oysa onlar kendilerine yakışanı yapıp beklentiye hiç girmeseler, fedakarlıklarını aynen devam ettirebilseler zaten evlatları onların -teşbihte hata olmasın- kulu kölesi olacaktır. Evet anne-babalar ötekileştirici değil kucaklayıp bağrına basıcıdır, bencil değil fedakardır, yuva bozan değil bozulmaya yüz tutan yuvayı kurtarandır. Kısaca evlatları ve torunlarının her zaman sığınabileceği güvenli bir limandır." 
 
Ünal bu önemli tespitlerini bir duayla noktalıyor: "Allah'tan millet olarak tekrar şahlanmaya kalktığımız şu tarihi dönemeçte aile müessesemizi korumasını diliyor, bütün yuvaların bir Cennet köşesi olmasını temenni ediyorum."