Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'u en yakından tanıyan isimlerden Ercan Çitlioğlu, Orgeneral Başbuğ'un gündeme damga vuran açıklamalarını yorumladı: 'Türk toplumuna bir veda konuşmasıydı. İki yıllık görev süresinin muhakemesi gibiydi. Kırgınlığını belirten bir mesaj vardı o konuşmada'

Türkiye'de son birkaç haftadır artan saldırılar nedeniyle terör konuşuyoruz. Bahçeşehir Üniversitesi Uluslararası Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Ercan Çitlioğlu, terör ve istihbarat konularında Türkiye'de danışılacak en önemli isimler arasında. Ercan Çitlioğlu'nun 'Başbuğ: Orgeneral İlker Başbuğ ile Tarih ve Gelecek' adlı bir kitabı da bulunuyor. Görevdeki bir genelkurmay başkanı hakkında hazırlanmış ilk kitap olan çalışma, Orgeneral Başbuğ'un gözünden kritik pek çok meseleye ışık tutuyor. İşte tüm bunlardan yola çıkarak, önceki gün Çitlioğlu'nun kapısını çaldık. Hem uluslararası ilişkiler açısından PKK terörü, hem de yakında görevine veda edecek olan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un geçen haftaya damgasını vuran röportajının satıraralarını konuştuk. Çitlioğlu, pek çok konuda, büyük resmi yorumladı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, gazeteci Uğur Dündar'a verdiği röportajla geçen haftaya damgasını vurdu. Röportajda kullandığı 'Sözün bittiği yer', 'İrtica Eylem Planı'nı 'malum' gazeteye polis servis etti' gibi sözleri çokca tartışıldı, yorumlanmaya çalışıldı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün röportajın ardından yaptığı 'Detay vermek, terörle mücadelenin başarısını etkiler' açıklaması da tartışmayı farklı bir boyuta taşıdı. Başbuğ'un sözlerini kendisine en yakın isimlerden Bahçeşehir Üniversitesi Uluslararası Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Ercan Çitlioğlu ile konuştuk. Değerlendirmeleri şöyle:

- Genelkurmay Başkanı'nın Uğur Dündar'a verdiği röportaj gündemi bıçak gibi kesti adeta. Siz nasıl değerlendirdiniz?

Türk toplumuna bir veda konuşması ve iki yıllık görev süresinin bir muhakemesi olarak değerlendirdim.

- Nasıl bir vedaydı? Kırgın, öfkeli?

Öfkeli değil, kırgın mı, belki. İkili görüşmemizde bana, 'Bir senemi çaldılar' dedi. Burada bir kırgınlık var tabii. Planladıklarının bir bölümünü dayatılan koşullar nedeniyle yapamadan ayrılmak, ister istemez burukluk yaratır.

TALEPLERE OLUMLU YANIT YOK

- Geçen haftaya damga vuran ifadelerden biri de Başbuğ'un 'Sözün bittiği yer' ifadesi oldu. Bu ne anlama geliyor? Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bu açıklamaların ardından net eleştirileri oldu. Bir gerilim sinyali mi sizce tüm bunlar?

Sanıyorum 'sözünü bittiği yer' ifadesini PKK'nın K. Irak'taki varlığı ile ilgili doğrudan Barzani'ye yönelik olarak söylediğini ifade edebiliriz. Haksız mı? Bölgesel Kürt Yönetimi'nin denetlemesi gereken sınırdan geçip eylem yapıyorlar ve o sınırdan Türkiye'deki PKK'lılara silah gelmeye devam ediyor. Taleplerin hiçbirine olumlu yanıt alınamıyor. Bu 'sözün bittiği yer' değil mi? Barzani 'Burası benim denetimimde değil' diyor. Kimin denetiminde o zaman? Eğer sen kendi denetiminde bir yerde egemenlik sahibi değilsen, 'Sen denetleyemiyorsan, ben sağlarım' demesi gerek Türkiye'nin. Uluslararası ilişkilerdeki samimiyet testi açısından Barzani'nin sınıfta kalacağına kuşku yok. Güçlü devletseniz, bu sözü söyler arkasında durur ve yerine getirirsiniz.

BARZANİ VE TALABANİ, PKK'YA BİR ŞEY YAPAMAZ

- Barzani gerçekten bir şey yapabilecek güçte mi Irak'ın mevcut dengeleri içinde?

Irak'ta şu anda gerçek otorite kim? ABD mi, çok parçalı merkezi Irak yönetimi mi? Barzani ve Talabani'nin oradaki PKK varlığına silahlı bir harekette bulunmalarını beklemememiz gerekir. Bunu yapmazlar. İsteseler de yapamazlar. Bulundukları ve gelecekte aradıkları konum itibarıyla kendi etnisitelerine mensup birine terörist dahi olsalar silah kullanmayı hiçbir şekilde seçmezler.

- Kandil'deki lider kadroyu teslim ederler mi?

Hayır. Barzani ve Talabani arasındaki rekabeti, her iki aşiret arasındaki rekabetin devam ettiğini düşündüğümüzde, kendi etnisitelerine mensup bir grubu pasifize edip cezalandırılmak üzere Türkiye'ye teslim etmeleri, onların Türkiye'de, Irak'ta, İran'da ve Suriye'de yaşamakta olan aynı etnik gruba mensup olanlar nezdinde sağladıkları güven ve itibarın bir anda sıfırlanmasına yol açar. Gelecek tasarımlarını dikkate aldığımızda, böyle bir talebi onlardan beklemenin aşırı iyimserlik olduğunu düşünüyorum. Ama en azından lojistik desteği kesebilirler ama Irak'taki diğer meseleler çözülmeden bu da çok gerçekçi değil. Bir de Irak'ın kuzeyindeki İsrail meselesi var.

'YAHUDİ' KÜRTLER DÖNDÜ

- Bu konuyu açar mısınız biraz?

Bu Türkiye'de komplo teorileri olarak gündeme getiriliyor ama köken alanında birtakım gerçeklikler var. Nedir o? Türk Yahudiler meselesi. Irak'ın kökeninde özellikle Saddam döneminde yaşayan Yahudi asıllı Kürtlerin sayıları 150 bin civarındaydı ve bunların hemen tümü Saddam'ın baskılarına dayanamayarak İsrail'e kaçtı. Hatta bunların arasında İsrail'de Genelkurmay Başkanlığı'na kadar yükselenler oldu. Sanıyorum bundan 10 yıl önce, Tel Aviv'de Kürtlerle Yahudilerin baba tarafından aynı genlerden geldiğine ilişkin bilimsel antropolojik bir araştırmanın sonuçları yayınlandı. Dolayısıyla böyle bir ilişkinin gen akrabalığının varlığından yola çıkarak bu soruyu yanıtlamak mümkün. Ayrıca, ABD işgali sonrası Yahudi asıllı Kürtler tekrar Irak'ın kuzeyine gelmeye başladı. Ve oralarda hem eski yerleşim birimlerine dönmeye başladı hem de kendilerine araziler verildi. Artı, İsrail ordusundan emekli olduğu söylenen (İsrail hala orduda oldukları iddiasını reddediyor) subaylar, bugün Kuzey Irak'ta peşmergeyi, hatta onların özel kuvvetlerini eğitiyor. Dolayısıyla İsrail, Kuzey Irak'ta var mı sorusunun yanıtı evet var.

- Siz bunu istihbarat bilgilerinize dayanarak mı söylüyorsunuz?

Evet.

ABD, BÜROKRAT YETİŞTİRİYOR

- Devlet de bunu biliyor mu?

Bu sır kimliğinde bir bilgi değil. Biraz geçmişe dönersek, Halepçe Katliamı sırasında, ABD'nin o dönemde eğittiği 5 bin peşmerge, Kuzey Irak'tan Guam Adası'na oradan da Amerika'ya götürüldü. Bunlar da şu anda döndü. Demek ki K. Irak'ta ABD de var her yerinde olduğu gibi. Şu anda 'De Facto' devlet konumundaki K. Irak'ın bürokratik kadroları da Macaristan'da ABD tarafından yetiştiriliyor. Bu nedenle Irak'ta bugün çoklu bir denklemle karşı karşıyayız.

- Siyasi iktidar ile ordu arasında bir gerilim kameraların önüne mi yansıyor son açıklamalarla?

Terörle mücadele konusunda mutlaka yapılması gereken, ama yapılması halinde de çok ciddi oy kaymasına neden olacak bazı kararları Türkiye'deki siyasi iktidar alamaz şu dönemde. Bu konuda ordu ile siyasi iktidar arasında bir görüş ayrılığı olabilir ve ben bunu yadırgamam. Belki açılımla ilgili atılabilecek radikal adımlar vardı. Ancak, bunun sandıklara olası yansımalarını hiçbir siyasi parti alabilme riskine sahip değil.

BİR YILIMI ÇALDILAR, DEDİ

- Son dönemde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ çok ön plana çıktı. Sizin gözünüzde başarılı bir Genelkurmay Başkanlığı yaptı mı Başbuğ?

Sayın Genelkurmay Başkanı ile çarşamba günü görüştüm. İki yıllık görev süresinin ancak bir yılında TSK'nın yeniden yapılandırılması ile çalışabildiğini ama ikinci yılında yargıya intikal eden konular, gözaltına alınan silah arkadaşları, ihbar belgeleri vesairelerle uğraşmak zorunda kaldığı için 'Benim bir yılımı çaldılar' dedi. 48 yıllık bir meslek hayatınızın sonunda, bilgi birikiminizi, deneyiminizi, hayal ve ideallerinizle ve hiç aklınızda olmayan şeylerle uğraşmak zorunda kalıp, yeteri kadar ideallerinizin peşinden gidemiyorsunuz. Ben bunun yarattığı bir burukluk sezdim ve çok acı bir şey doğrusu. Tüm bunlara rağmen çok başarılı bir Genelkurmay Başkanı olmuştur. Son iki yılda yaşananlara bakınca TSK'ya yönelik eleştiri dozunu aşan birtakım söylemleri dikkate aldığınız zaman ordudaki disiplini mutlak anlamda sağlamış olması bile başlı başına başarıdır. İki yıl boyunca TSK adına Genelkurmay Başkanı dışında bir başkasının konuştuğuna tanık olmadık biz. Yaşananları dikkate aldığımız zaman, sadece bu bile bir başarıdır.

GENELKURMAY BAŞKANI'NIN DA SEÇMEN KİTLESİ VAR

- Basına bu kadar çok konuşması normal mi sizce Genelkurmay Başkanı'nın?

Son dönemde yaşananlar normal olsa idi, Genelkurmay Başkanı'nın konuşmasını 'anormal' olarak niteleyebilirdik, ama öyle değil. Olaylar normalin dışına çıkınca, davranış ve tutumların da anormal olması engellenemiyor. Siyasi parti liderlerinin bir seçmen kitlesi var. Aynı onlar gibi, Genel kurmay Başkanı'nın da bir seçmen kitlesi var: 700 bin kişilik bir topluluktan söz ediyoruz, subayı, memuru, uzman çavuşu, askeri öğrencisi onların aileleri. 5-6 milyon kişilik bir kitleden bahsediyoruz. TSK iki yıldır her gün dayak yiyor. Gözler kime çevrilir? Haklarını koruduğundan emin olduğunu görmek isteyeceği Genelkurmay Başkanı'na.

- Peki ama askerlere ve bu kitleye basın üzerinden mesaj vermesi başka bir yere götürmüyor mu olayı?

Türkiye'de aşağı yukarı 4 bin noktada askeri birlik var. Bir Genelkurmay Başkanı'nın görev süresi bu birlikleri tek tek dolaşmasına yetmez. Böyle bir imkan yok. O kadar kişiyi toplayıp bir yerde konuşmak da mümkün değil. Bir de sadece TSK mensuplarıyla değil, onların aileleri ve çocuklarına da mesajların gitmesi gerekiyor. Ben Genelkurmay Başkanı'nın basına konuştuğunda bundan keyif aldığını hiç zannetmiyorum. Sanırım, hiç konuşmayacak bir ortamda görev yapmayı tercih ederler sanırım.

- MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin OHAL önerisine nasıl bakıyorsunuz?

Bu konuda hükümet haklı. Geçmişte uygulanan bu süreç, gerçek anlamda etkili olsaydı, bugün bu noktada olmazdık. Hatta bugün yaşananlarda OHAL sürecinin etkilerinin olduğunu bile söyleyebiliriz.

Eylemler, Türkiye kaynaklı değil

- Başbuğ'un 'İrtica Eylem Planı'nını (Taraf'ı kastederek) malum gazeteye polis servis etti' sözleri polisle asker arasında bir çatlağa mı işaret ediyor?

TSK 700 bin kişilik bir kurum, Emniyet 250 bin. Bu kurumlar içinde kendi başlarına davranan olabilir. Belge servisi yapan 3-5 kişiyi o kurumların kimliğine mal etmememiz gerekir. Böyle okumamız istendiği için tuzağa düşüyoruz. Genelkurmay Başkanı pek çok yerde de PKK operasyonlarını askerin polisle beraber omuz omuza yaptığını da vurguladı. Ben bu planlı eylemlerin Türkiye kaynaklı olduğunu düşünmüyorum. Bir ülkenin güvenlik kurumları, kendi ülkesini zayıf düşürecek planlama ve faaliyetlerin paydaşları olamazlar. İhtimal bile vermemek lazım.

Devlete karşı psikolojik savaş

- Yani, TSK'ya karşı psikolojik savaş mı yürütülüyor sizce?

Sadece TSK'ya karşı değil, sisteme, devlete karşı bir psikolojik savaş var. TSK sistemi koruyan güçler içerisinde en büyüğü ve silahlı gücü olanı olduğu için, bu kampanyalardan en büyük zararı TSK gördü. Ama devleti var eden tüm kurumlar, yargı, üniversiteler, Türkiye'deki toplumsal doku da güçleri oranında saldırı altında. Bunu Türkiye içerisinden biri yapmaz. Kim ülkesinin, devletinin zayıflamasını ister. Devlet çökerse, siz çökmüş bir devletin yönetimine talip olamazsınız, o zaman siyaset dünyası da çöker.

Vekaleten savaş

PKK, etnik milliyetçiliğe dayalı, yığınsal kimlikli bir terör örgütü. 40 yıla yakın süredir varlığını sürdüren bir yapı. Bunu bu kadar süredir bağışlarla sürdürülebilmesi mümkün müdür?

Değil. O noktada, bazı devletlerin veya onların gizli servislerinin, kendi ulusal çıkarlarının yerine getirilmesi için, terör örgütlerine destek verdikleri noktasına varıyoruz. Bir istihbarat servisi bir terör örgütüne yardım ederse, hizmet bekler. Bu bir alışveriştir çünkü. Hizmet vermeyen birine bir servis yardım etmez. Dolayısıyla, terör örgütlerinin doğasının sonucu olarak taşeronluk dediğimiz olgu ortaya çıkar. Literatüre yeni giren 'proxy wars' (vekaleten savaş) diye bir olgu var. Artık devletler kendileri savaşa girmiyor. Terör örgütleri vasıtasıyla savaş yapıyor. Yunanistan ve Suriye yıllarca kendi çıkarları için PKK'yı kullanmadı mı? Apo'nun cebinden hangi pasaport çıktı? Halen canlı bombalar Yunanistan'dan sızmıyor mu? Bunu İsrail de, ABD de yapabilir. Dünyada bunu yapmayan devlet yok. Doğal korunma refleksidir bu devletlerin. (Akşam)