TBMM Genel Kurulu’nu gözünüzün önüne getirin: Kavuniçi koltuklu büyük bir amfitiyatro. Salonun dörtte üçünü iktidar milletvekilleri doldurmuş. Dörtte birine ise üç muhalefet partisinin milletvekilleri yerleşmiş. Meclis başkanvekillerinden biri, iktidarın yasa tekliflerini/kararlarını oya sunuyor. “Kabul edenler” dediğinde, salondaki koltukların dörtte üçündeki eller kalkıyor. “Kabul etmeyenler” dediğinde ise çoğu kez muhalefet sıralarına bakma gereği bile duymuyor. Sonuç başından belli. Muhalefet partili milletvekilleri, çeşitli teklif ve önergelerini sunuyorlar. Bunlar arasında, demokrasimizi gerçekten ileri götürecek öneriler var. Medyada ırkçı söylemlerin yasaklanması, faili meçhul cinayetlerin araştırılması vb. gibi... ‘Liberal aydınlarımızdan’ öğrendikleri ve ezberledikleri demokratik değerleri her fırsatta tekrarlayan, ancak ezberlenmiş tüm bilgiler gibi içselleştirilmemiş söylemleri dile getiren AKP’li milletvekillerinin oylarıyla bu tekliflerin tümü reddediliyor. İktidarın gerçek ‘takıyyesi’, söylemlerinin içinin boşluğu.
Meclis Genel Kurulu’nun fiziki yapısına uygun olarak içeride bir tiyatro oynanıyor. Demokrasicilik oynuyoruz. Oyunumuz bir komedi. Demokrasiden çok demokrasinin karikatürünü sergiliyoruz. Güya burası milletin tümünü temsil ediyor. Başbakanımız her seçimden sonra balkona çıkıp sadece kendisine oy verenlerin değil, herkesin başbakanı olacağını vaat ediyor ama Meclis salonunda otururken buna inanmak güç. Doğru, oradaki iktidar milletvekilleri halkın yarısından oy almış. Ancak halkın diğer yarısı da muhalefet partilerine oy vermiş. Gel gelelim iktidar partili milletvekilleri, hemen hemen her kürsüye çıkışlarında “Paranız kadar konuşun” der gibi, “Oyunuz kadar konuşun” edasında. Bunu çoğu kez dile de getiriyorlar.

Zorla kabul ettirme çabası
Tiyatro sahnesinden çıkarak konuya daha ciddi bakarsak durum gerçekten vahim. Grup Başkanvekilimiz Akif Hamzaçebi’nin Meclis’teki bir konuşmasında dediği gibi, ‘demokrasimizi demokratikleştirmek’ gerekiyor. Demokrasi, çoğunluğun tahakkümü demek değildir. Demokrasi kuramı hakkında birkaç yüzyıldır kalem oynatan tüm düşünürler, çoğunluk karşısında siyaseten azınlıkta kalanların haklarının nasıl garantiye alınacağına kafa yormuşlardır. Gelinen noktadaki mutabakat, demokrasilerin erdeminin çoğunluğun isteklerini yansıtmak kadar, azınlıkta kalanların haklarını korumak olduğu doğrultusundadır. İleri demokrasiler, uzlaşı rejimleridir. Çoğunluk tahakkümünün olduğu hiçbir ülke, siyaset biliminde demokrasi olarak sınıflandırılmaz.
AKP’nin giderek otoriterleşen yönetimi altında tüm devlet kurumları, iktidarın vesayeti altına alınmış. HSYK, Anayasa Mahkemesi, YÖK ve TÜBİTAK’tan tutun, üniversite rektörlerine, ilkokul müdürlerine, Öğretmen Evleri’ne, müze ya da kent orkestralarının yöneticilerine kadar liyakatı kendinden menkul iktidar yandaşlarıyla doldurulmuş. Sesini yükselten herkes, soluğu hapishanelerde alıyor ya da işinden atılıyor. Medya zaten susturulmuş. Üniversitelerden çıt çıkmıyor. AKP’li bakana yumurta attı ya da kampüsüne gelen Başbakan’ı protesto etti diye öğrencilere savcı 48 yıl istiyor. Bu kuşatma altında iktidara tek eleştiri yöneltilebilen resmi kurum TBMM. Başbakan şimdi de Meclis’teki muhalefet partilerinin seslerini kısmaya çalışıyor. Meclis İçtüzüğü ile gündeme gelen kriz bu konuyla ilgili. Muhalefetin konuşma süreleri kısıtlanmak isteniyor.
İktidarın uzlaşmaz tutumu karşısında muhalefet milletvekilleri olarak bize tek bir seçenek kalıyor: Lafımızı anlatamadığımız için önergeyi davranışlarımızla engellemek. Üç muhalefet partisinin de itiraz ettiği İçtüzük değişikliği, zorla kabul ettirilmek isteniyor. Başbakan, “Bu öneri olduğu gibi geçecek” demiş bir kere. Bu nedenle, Meclis’te kim ne derse desin, iktidar milletvekillerini sözle ikna etmek imkânsız. Çarşamba akşamı oturumunu Meclis Başkanı’nın yönetmesine karar verilmiş. Uzlaşmacı kişiliğinin işe yarayacağı düşünülmüş olmalı. Ancak başkan, makul devlet adamı kimliğini unutup tarafsız Meclis Başkanı olmak yerine AKP’nin teklifini zorla da olsa kabul ettirmeye yöneliyor. O gürültü patırtı içinde önergenin maddelerini oya sunuyor, kimse bir şey duymadığı halde AKP sıralarından eller havaya kalkıyor. Bu karar tutanağa geçemiyor, çünkü stenograflar hiçbir şey duymamış.

Kürsüyü CHP kurtardı
İktidar sözcüleri geçen çarşamba günkü Meclis oturumunda kürsünün ‘işgal edildiğini’ ileri sürüyor. CHP’nin yorumu ise kürsünün iktidar işgalinden kurtarıldığı. O günkü tablo uzaktan bakanlara ‘kürsü işgali’ gibi görünse de yukarıda bahsettiğim nedenlerden ötürü işgalciler, gerçekten de AKP’li milletvekilleri. Yüzde 50 oy aldıkları için Meclis Genel Kurulu’nu kendi arka bahçeleri olarak görüyorlar. “Bu bahçe bizim, sizler de kimsiniz, duvardan atlayıp bahçedeki erikleri mi çalmaya geldiniz?” havasındalar.
Çarşamba gecesi Meclis Başkanı’nın verdiği on dakikalık süreler, yoruluruz ümidiyle saatlerce uzatıldıkça kürsü etrafında ayakta bekleyen bizler, birden salondaki dörtte üç kalabalığın saldırısına uğruyoruz. Tam kelimesiyle bir saldırı bu. “Delirdiniz mi arkadaşlar?” demek için hamle yapıyorum, AKP’li bir milletvekili “Kenara çekilin, ezilirsiniz” diyor. Uzaktan, kürsü etrafındaki hareketlilik, filmlerdeki linç sahnelerine benziyor: Öfkeli büyük bir kalabalığın ortasında kalmış bir grup insan. Gözüm, kalabalık arasında, oturum başlamadan önce şekeri düştüğü için serum verilen bir milletvekili arkadaşımıza takılıyor. Zaten sarı olan yüzü yemyeşil kesilmiş. Ölecek diye endişeleniyorum.  (CHP İstanbul milletvekili Binnaz Toprak)

radikal