Türk siyaseti 1950’den bu yana çok partili dönemde AK Parti ile bir ilki yaşıyor.

Tek başına bir partinin en uzun iktidar dönemidir bu.

Hatırlanacağı üzere bundan önceki en uzun iktidar ihtilalla alaşağı edilen 1950-60 arası iktidar olan Demokrat Parti’ydi.

Süleyman Demirel’in Adalet Partisi ve Doğru Yol iktidarları Demirel’in o ünlü “altı kere gittim, yedi kere geldim” sözünde ifade ettiği şekilde parçalıydı.

1980 İhtilalı sonrası iktidarı ele geçiren Turgut Özal’ın kurucusu olduğu Anavatan Partisi’nin tek başına iktidarı 1991 seçimlerine kadar sekiz yıl devam edebilmişti.

AK Parti ise ilk seçime girdiği 2002’den bu yana, tam 16 yıldır tek başına iktidar.

Bu bizde hayli uzun bir süre.

Askeri ihtilalların son bulması, iktidarların sandıkla gelmesi ve yine sandıkla gitmesi demokrasi adına, siyasi istikrar adına memnuniyet verici bir durumdur.

Ancak Türk siyaseti adına sevinilecek bu özellik bu gün AK Parti’nin karşısına bir zorluk olarak çıktığını görüyoruz.

Bunun nedeni de gerek iç çekişmeler sonucu gerekse yeni aşılarla yenilenen kadroların yerini alanlardaki tecrübe eksikliğine bağlı günden güne kalite ‘eşik seviyesinin’ düşmesidir.

Zira 2002’deki yaşı on beş olan bir delikanlı bu gün 31yaşında ve bu gün bir erişkin olarak parti’de yönetici.

Bu yöneticinin en büyük eksiği siyasetçinin insanları tanımasını sağlayan, , olgunlaştıran, siyasetin diğer çileli yüzü muhalefet dönemi yaşamamış olmasıdır.

Bu tecrübe siyasette bir kültür oluşmasına neden olur ki, en önemlisi de budur.

Çünkü bizde çoğunun anladığı gibi siyaset imkân sağlama sanatı değil Alman birliğinin kurucusu Bismark’ın tanımladığı şekilde mümkün olanın sanatıdır.

Bu ikisinin aynı şey olmadığı gayet açıktır. İktidar kamu kaynaklarını yasaların izin verdiği ölçüde kullanır.

Eğer bu kültür ve tecrübeden yoksun, ocaktan da yetişmemiş ise çoğu genç siyasetçi devletle iktidarın sınırlarını birbirine karıştırır.

Vali, kaymakam başta bütün kamu görevlilerini devletin değil iktidarın emrine göre hareket eden görevliler gibi görme yanılgısına düşer.

Genel algı da, ‘devlette olmayan iş yoktur, yapmayan iktidar karşıtı amir ya da memur vardır’, şeklinde gelişir.

Bu söylediklerim imkânları ve hareket alanı merkezi iktidara göre kısıtlı yereldeki değil geneldeki muhalefettir.

Ayrıca bizim insanımızın özelliğidir, çoğunluk anonim yaşamak istemez. Sırtını sağlama, ya çalıya ya da dayıya dayamak ister.

Onun gözünde dayı siyasette iktidar milletvekili, kamusal alanda nüfuzlu, hem selamı hem de kelamı geçerli, güçlü olandır.

Bunlardan ya da iktidara yakın birinin telefon kaydı ona güç verir, insanların gözündeki itibarını artırır. Ara sıra mesela gecenin bir vaktinde sadece hal hatır sormak için onları aramakla test eder.

Bu durumu bilen eski dönem vekillerden bazılarının gecenin geç vakitlerine kadar mobil telefonunun henüz yaygın olmadığı dönemlerde evlerinde bunlardan gelecek telefonu bekledikleri söylenirdi.

Her devrin adamı, siyasetin simülasyonu yani izdüşümü, bu tiplerin hepsini aynı kategoride değerlendirmek doğru olmayabilir ancak bunların çoğunluğu dikkat edilmediği takdirde bilhassa tecrübesiz siyasetçileri istismarla geçim vasıtası yapabilirler.

AK Parti kadroları Aydın özelinde böyle bir süreçten geçiyor.

Hâlbuki bu partide yönetim kültürünün oluşturulabileceği ilçe ve il danışma kurulları adı altında periyodik yapılan toplantılar var.

Ama oralarda konuşulanlar tekrardan öteye geçmeyince, söylediğimiz anlamda bir kültür oluşmadı ya da oluşmasına izin verilmedi.

Oyun kurucu ağabeylerin de öyle bir derdi olmadı. Öyle olunca yeniler kargıdan ata binmiş, birbirinin peşinden koşuyor.

İşin garibi particiliği de bu zannediyorlar. Veya örnek aldıkları büyüklerinden öyle öğreniyorlar.

Ankara’nın gündemi ile Aydın AK Parti’nin gündemi örtüşmüyor. Ankara birlik, beraberlik, derlenme, toparlanma, kaynaşma diyor.

Buradakiler yalın kılıç savaş tamtamları çalıyor:

”Savaşacağız ve sonunda şahadet şerbeti içeceğiz”

Savaşacağı kimler?

AK Partililer… Kendi duygudaşları… Böyle bir siyaset anlayışı, particilik kültürü hangi partide var?

Sonra herkesin cebinde karşıdaki hem de partilisine karşı yeri ve zamanı geldiğinde kullanmayı düşündüğü bir bomba.

Hizipçilik desen ona hakeza… Birbirini itibarsızlaştırma aldı, başını gitti… Bel altı vurmalar moda oldu… Herkes rakibini yok edince partinin kurtulacağını zannediyor.

Bu anlayışla saç saça, baş başa kavga sosyal medya üzerinden olanca hızıyla devam ediyor.

Bütün bunların sonunda Erdem Beyazıt’ın milliyetçiler için yaptığı tespit bu parti için de geçerli hale geldi.

AK Partililerin en büyük rakibi yine AK Partililerdir.

 

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA