Ak Parti, İslamın temsilcisi mi?

Abone Ol

AK Parti yola çıkarken sadece muhafazakârların umudu değildi.

Siyasi olarak durduğu yer; muhafazakârlar, liberaller, milliyetçiler, sosyal demokratlar, ekonomik belirsizliklerle boğuşan iş dünyası, geçim zorluğuyla pençeleşen yoksullar için de bir umuttu.

Sorunların çözümünün mutlaka demokraside olduğunu düşünenler de AK Parti'den yanaydı.

Ülkenin içine sürüklendiği kaotik atmosferden çıkış için AK Parti sorunları çözecek bir parti olarak görüldü.

Ağırlıklı olarak Fazilet Partisi, daha doğrusu "Milli Görüş" çizgisinden gelen aktörler ön plandaydı ama toplumda Milli Görüş'e karşı duyulan endişenin de farkındaydı bu kurucu kadro.

Tolumda var olan kaygıyı gidermek için, "Milli Görüş politikalarını" takip etmeyeceklerine dair "Milli Görüş gömleğini çıkardık" diye söz verdiler.

Ve 2002 seçimlerine bu atmosferde gittik.

Netice malum, birçok parti %10 barajının altında kalınca AK Parti seçimden %34 oyla çıktı ve 600 sandalyeli mecliste 364 sandalyeye sahip oldu.

Ak Parti; Hizmet siyaseti, Demokrasi ve Hukuk Devletini güçlendirecek adımlar attıkça ve özgürlük alanlarını genişledikçe seçmen de desteğini artırdı.

Ama 2010 referandumundan sonra olanlar oldu ve Ak Parti'de değişim başladı.

Önce birlikte çalıştıkları "Gülen Hareketiyle" alan kavgasına giriştiler.

AK Parti'nin birçok uygulamasından haberdar olan Gülen Hareketi(FETÖ) AK Parti'nin yolsuzluklarını gündeme taşıdı ve hatta "Çözüm Sürecini" bile alttan alta sabote ederek "Kolay lokma" olmadığını Erdoğan ve AK Partiye göstermiş oldu.

17-25 Aralıkta dört bakan operasyonuyla çatışma zirveye çıktı ve köprüler atıldı.

Bu süreçten de AK Parti güçlenerek çıktı ve seçmen desteğini sürdürdü.

Bütün bunlara rağmen 2014 Yerel Seçimleri ve 2015 yılında yapılan iki Genel Seçimden AK Parti birinci olarak çıkmayı başardı.

Hatta 2015'te yapılan 1 Kasım seçiminde Sayın Ahmet Davutoğlu farkı ortaya çıktı ve AK Parti tarihinde %49,6 oyla en yüksek oyu alarak seçmen nazarında güç ve meşruiyetini artırdı.

Bu meşruiyet birilerine yetmemiş veya korkutmuş olacak ki, AK Parti seçimlerden başarıyla çıkmış olmasına rağmen Davutoğlu'nun Başbakanlığı bırakması için düğmeye basılmış, seçilmiş Başbakan "Parti içi darbeyle" istifaya zorlanmıştı.

Davutoğlu "Kırk katır mı, kırk satır mı" tercihinde kaostan değil, kurulu düzenin devamından yana yaptığı tercih gereği görevinden istifa etmişti.

Sayın Ahmet Davutoğlu, İki yıl Başbakanlık ve Genel Başkanlık yapmasına rağmen partide ve yönetimde  kurulmuş çıkar düzenin varlığını görmüş fakat derinliğini fark edememiş, bireysel düzeyde yol arkadaşlarının iyi niyetlerine duyduğu güvenden dolayı ülkenin karşı karşıya kalacağı tehlikenin boyutunu sanırım hesap edememiştir.

Kendisi aradan çekilirse ülkede işlerin devam edeceğine olan inancı bu hatayı yapmasına sebep oldu.

Çünkü arkadaşlarına olan güveninin altı boş çıktı.

Parti disiplini(?)galip geldi.

Arkadaşları 2016-15 Temmuzunda yaşanan kalkışmanın oluşturduğu tehdit sebebiyle iktidarın yanlışlarını bile dillendiremediler.

Bu süreçte otoriterlerin her sıkıştıklarında dillerinden düşürmedikleri ihtiyaç duyulan ve her zor durumda başvurulan "Milli birlik ve beraberlik söylemi(!)"  iktidarın imdadına yetişti.

Ne olduysa ondan sonra oldu.

Artık ne parti içinden, ne parti dışından kimse yönetime hesap soramadı.

Teröristlikle, FETÖ'cülükle suçlanmak korkusu bir tarafa, ülke tehdit altında algısı bu sessizliği sağladı.

Bu algı sayesinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle tek kişinin egemen olduğu sisteme geçilerek fiilen otoriter düzen tahkim edildi.

Mavi Vatan, Suriye, Yunanistan, AB ile ilişkiler bu tehdidin boyutlarının "Beka" sorunu oluşturduğu şeklinde iç politikada araçsallaştırıldı.

Şurası açık ki, millet psikolojik savaş altında olduğumuza inanmaya zorlanıyor, karşı çıkanlar ise ihanetle suçlanıyordu.

Diplomasi yeteneğimiz gitmiş, çatışmacı dile sarılmıştık.

Tabi bu arada bunun sonuçlarını ekonomik olarak görmeye başladık ve önlenemeyen döviz kurları yükselişi, pandemi derken ekonomik göstergelerde yaşanan çöküş milletin canını yakmaya, mutfaklarda tencere kaynatmak sorun olmaya başladı.

Bir taraftan bu sorunlar, bir taraftan düzensiz göçmenlerin toplumda oluşturduğu başıbozukluk kaygıları artırmaya, tahammül sınırlarını zorlamaya başladı.

Seçimlere bu atmosferde gideceğiz.

Bir tarafta ülkeyi yönetemeyen, beceriksizliklerini İslami değerler ve milliyetçi(!) duygularla kapatmaya çalışan iktidar, diğer tarafta topluma alternatif oluşturmak için kurulan Altılı Masa.

Altılı Masa henüz bir yılını doldurmadı. Buna rağmen şu ana kadar bekleneni karşılayamasa da toplumun gözünü ve kulağını masadan gelecek haberlere çevirmesini başarmış ve umut olmaya doğru yol almaktadır.

Altılı Masada yer alan ve özellikle AK Parti'den ayrılanlar tarafından kurulan GELECEK ve DEVA Partilerine yöneltilen eleştirilere karşı GELECEK Partisi Genel Merkezinde altı liderin imzaladığı 10 maddeden oluşan "Temel ilkeler ve hedefler protokolünün" 5.maddesinde yer alan ve özellikle "Kaygılı muhafazakârları" rahatlatacak dini alanda elde edilen kazanımların devamı ve güvence altına alınacağı vaadine paralel olarak Sayın Kılıçdaroğlu tarafından teklif edilen Başörtüsü hakkında yasa çıkarma teklifi iktidarın dengesini bozmuş, "Böyle bir sorun yok" demelerine rağmen kendileriyle çelişerek anayasa değişikliğini gündeme getirmişlerdir.

Bu çelişkili tutum ilgililerinin gözünden kaçmamıştır.

Buradan muhafazakâr, mütedeyyin seçmene seslenmek istiyorum.

Altılı Masa, toplumunun ana siyasal damarlarını bünyesinde barındırmaktadır.

Orada sadece CHP'nin temsil ettiği düşünce yoktur.

Masada bütün görüşler vardır ve bu çeşitlilik ülke için kıymetlidir.

Müslümanlık ise, kesinlikle bir siyasi partinin tekelinde değildir ve olmamalıdır.

İslam, bu ülke insanının ve devlet düzeninin kabul ettiği resmi dindir.

İslam, bir partinin tekeline bırakılamaz.

Velev ki bırakıldı.

Bu parti kesinlikle AK Parti değildir.

Nedeni ayrı bir yazı ve ciltlerle yazılacak kitapların konusudur.

AK Parti bu konuda sabıkalıdır.

Ve bütün güç gösterisine rağmen AK Parti'de hazan mevsimi başlamıştır.

Altından kalkamayacağı ve meşru olmayan işlere heves etmekte, kaderden ekonomiye her konuda bilgisi olmadığı halde görüş beyan etmektedir.

Bu politik dil ve uygulamalarıyla toplumda adalet duygusunu ve İslam’a olan inancını zedelemektedir.

Bize göre; Müslümanlar adaletsizliği meşrulaştıramaz.

"Bizim adaletimiz" diye bir iddia da bulunamaz.

Aşiretçilik, grupçuluk veya siyasi saikler sebebiyle adaletsizliklere, yolsuzluklara ses çıkarmayanlardan Allah razı olmaz.

Günlük hayatımızda sık sık kullandığımız "Şeriatın kestiği parmak acımaz" deyimi tam olarak adalete işaret etmek için söylenmiştir.

İktidarın yaptıklarıyla bu anlayış zarar görmektedir.

İktidar ortaya koyduğu dindarlık söylemiyle doğrudan dinin sorgulanmasına ve din karşıtlığına sebep olmaktadır.

Bu durum kabul edilemez.

{ "vars": { "account": "UA-18838004-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }