Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, Adalet Bakanlığı"nın yasadışı dinlemelere duyarsız kaldığını ifade ederek “Adalet Bakanlığı, Telekulak Bakanlığı durumuna sokulmamalıdır. Adalet Bakanlığı, yargının yüceliğine uygun bir şekilde yetki ve görevlerini kullanmaya devam etmelidir” diye konuştu.

Eminağaoğlu, düzenlediği basın toplantısında adli yıla ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Eminağoğlu, konuşmasında mevzuat değişikliği sonrasında kurulan YARSAV"ın örgütlenme ve faaliyetlerinin Dünya Yargıçlar Birliği (IAJ) tarafından yeni örgütlenmekte olan ülkelere örnek olarak gösterildiğini belirterek, IAJ Merkez Konseyi"nin Nisan 2009"da YARSAV"ın üyelik başvurusunu incelediğini ve kuruluş, amaç ve faaliyetleri yönünden evrensel ölçütlere uygunluğu nedeniyle başvurularını kabul ettiğini bildirdi.

“Evrensel alanda YARSAV"ın örgütlenmesi kabul görürken, Ülkemizde YARSAV"a yönelik yapılan iş ve işlemler ve yayınlar, üzüntü vericidir” diyen Eminağaoğlu, “Adalet Bakanlığı"na hakim olan siyasi irade çizgisinde yayın yapan bazı yayın kuruluşları, bu konuda bırakınız mevzuatı, Adalet Bakanlığının 2004 yılından itibaren AB"ye yazdığı, "Artık Türkiye"de yargıç ve Cumhuriyet savcılarının örgütlenmesi serbesttir" şeklindeki yazılarını bile görmezden gelerek, YARSAV"a saldırmaktadırlar” diye konuştu.

YARSAV"ın yargıç ve Cumhuriyet savcılarının mesleki sorunlarının, özlük ve sosyal hakları ile çalışma koşullarının iyileştirilmesinin yanında hukukun üstünlüğü, etkinliği ve egemenliği için faaliyette bulunduğunu, bu faaliyetlerini “Hukuk herkes içindir” diyerek sürdürdüğünü ifade eden Eminağaoğlu, “Ancak hukukun üstünlüğünden ayrılmayan YARSAV bu faaliyetleri sırasında hep etiketlenmekte, bir tarafa konulmaya çalışılmaktadır” dedi. Eminağaoğlu, her türlü saldırıya karşı “her sorunun çözümünü hukuk içinde gören YARSAV”ın faaliyetlerine kararlılıkla devam edeceğini kaydederek “Ancak YARSAV bir yana, yargıç ve Cumhuriyet savcılarına yönelik artarak devam eden saldırılar, daha başka saldırıların da gerçekleştirileceğini bize göstermektedir ki, kuşkusuz hukukun üstüne çıkacak hiçbir şey olamaz. Bunları yapanlar, hukuk anlayışlarını gözden geçirmelidirler” dedi.

Yargıda reform gereksinimi olduğunu söyleyen Eminağaoğlu, bunun için reform söylemini kullanan değil, gerçek anlamda bir reform iradesine sahip siyasi irade gerektiğine dikkat çekti. Eminağaoğlu, 1982 Anayasası"ndan bu yana yapılanların, gerçek bir reformun ortaya konulması niteliğinde olmadığını dile getirerek gerçek bir yargı reformunun, bu konuda içten bir siyasi irade olmadan gerçekleşemediğini vurguladı.

-“YASAMANIN YARGI ÜZERİNDE ETKİLİ OLMASI ERKLER AYRILIĞINI ORTADAN KALDIRIR”-

“Çağdaş değerler ve hukuksal ilkelerin, her ülkenin siyasi tarihi ve geçmişteki tecrübeleri de gözetilerek, en etkin nasıl yaşama geçirilebilecekse, her ülkenin kurumları ona göre oluşturulmakta veya yetkilendirilmektedir” diyen Eminağaoğlu, ne AB ülkelerinin ne de dünyadaki hukuk devletleri tek tip yapılanmadığına dikkat çekti. Türkiye"nin de, çağdaş değerleri en etkin nasıl yaşatabileceğini, hukuksal ilke ve değerleri en etkin nasıl yaşatıp yüceltebileceğini, hukukun üstünlüğünü nasıl koruyup sürdürebileceğini gözeterek hareket etmek durumunda olduğunu kaydeden Eminağaoğlu, şöyle konuştu:
“AB için önemli olan, AB ilke ve değerlerinin etkin olarak yaşama geçirilebilmesidir. Bu ilke ve değerlerin, AB ülkelerindeki kurumların yapıları ve yetkileri örnek gösterilerek yapılmak ve yasama organının yargı organları üzerinde yetkilendirilmek istenmesi, ülkede yaşanan ve yaşanabilecek gerçeklere gözleri kapatmak anlamındadır. RTÜK ve Sayıştay ile ilgili olarak yaşanan sorunlar daha canlılığını korumaktadır. Yasama organının, yargı üzerinde yetki sahibi yapılmak istenmesi, siyasi partiler hukukunun mevcut yapısı ve siyasi işleyiş gözetildiğinde, erkler ayrılığını ortadan kaldıracak ve yasama yoluyla yargı bağımsızlığı zedelenecek, anılan ilkeler yaşama geçirilmek bir yana, yargı etki altına alınmış olacaktır. Esas olması gereken, ilke ve değerlerin en etkin nasıl yaşama geçirileceğidir. Bu nedenle yargı organları ve kurumları üzerinde siyasi iradenin etkili olamayacağı bir yapının tesisi esas alınmak yerine, AB söylemlerine fırsat olarak dayanılarak, demokratik meşruiyet söylemi ile yargı bağımsızlığını tartışmalı kılacak adımlar atılmamalıdır.”

-“AB SÖYLEMLERİNE RAĞMEN YARGI REFORMU YAPILMIYOR”-

Türkiye"de hukuk çevrelerinde dile getirilmesine, yargı reformu için gerekli olmasına ve AB raporlarında bile söylenmesine rağmen, siyasi iradenin bazı konulardan ısrarla uzak durduğunu ve yargıyla ilgili başka konuları tartışmaya açtığını ifade eden Eminağaoğlu, yargı reformu için yapılması gerekenleri şöyle anlattı:

“Yargıç adaylığı, alımları ve mülakatları, Adalet Bakanlığı"na Teftiş kurulunun bağlı olması, Ceza İşleri ve Personel Genel Müdürlüğünün yargıç ve savcılar üzerindeki yetkileri, Adalet Bakanı"nın araştırma, inceleme ve soruşturma konusunda yargıç ve savcılar hakkında izin verme yetkisi ve en önemlisi bu bağlamda yargıç ve Cumhuriyet savcılarının Adalet Bakanlığı"na idari bağlılığının sona erdirilmemesi ve AB söylemlerine rağmen siyasi iradenin bu konuda direnç göstermesi, öte tarafta AB söylemlerini gündemde tutması anlaşılabilir değildir. Büyük bir çelişki oluşturmaktadır. HSYK kararlarına karşı yargı yolu açılmalıdır. HSYK siyasi iradenin etkin olamayacağı bir şekilde demokratik ilkeler gözetilerek yapılandırılmalıdır. Türkiye Adalet Akademisinde, Adli Tıp Kurumu"nda Adalet Bakanlığı"nın etkisi azaltılmalı ve özerk bir yapıya bu kurumlar kavuşturulmalıdır. Yargıç ve Cumhuriyet savcılarının sayısı artırılmalıdır ve ivedilikle adli kolluk oluşturulmalıdır.

-“UYAP İLE YARGI YÜRÜTMEYE BAĞLANDI”-

Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) ile yargının yürütmenin güdümüne sokulduğunu ifade eden Eminağaoğlu, şunları söyledi:

“Şunu çok ivedi bir sorun haline gelmesi yönünden altını çiziyorum: UYAP teknoloji kullanılarak yargıyı yürütmeye bağlamıştır ve buna giderek Yüksek Yargı da aşama aşama dahil edilmektedir. UYAP konusundaki sorun gündemde iken bir de Adalet Bakanlığı protokol imzalayarak TAKBİS"ten yargıçların işlem yapılması durumunu getirmiştir ki yargı her geçen gün teknoloji yoluyla işlerin hızlandırıldığı değil, teknoloji yoluyla yürütmenin gözetimine ve güdümüne sokulduğu organlar haline getirilmektedir.”

-“ADALET BAKANLIĞI "TELEKULAK BAKANLIĞI" DURUMUNA
SOKULMAMALI”-

Eminağaoğlu, Adalet Bakanlığı"nın yıl içinde telekulak konuları ile muhatap edilmesine rağmen, bu konularda duyarsız kaldığını ve çeşitli davalar açıldığını kaydederek sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ülkemizde disiplin incelemesi veya disiplin soruşturması aşamasında iletişimlerinin tespiti yoluna gidilen tek meslek grubu yargıç ve Cumhuriyet Savcılarıdır. 2007 yılında çıkartılan Teftiş Kurulu Yönetmeliği bu konuda Teftiş Kurulu Başkanlığını yetkilendirmiştir. Bu yola sıklıkla başvurulmaktadır. Bu düzenleme ivedilikle kaldırılmalı ve mevcut uygulama sonlandırılmalıdır. Ancak yargıç ve Cumhuriyet savcıları hakkında, katalog suçlar dışında bile iletişimin tesbiti yoluna başvurulmaktadır. Telekulak ile ilgili kamuoyunda yaşanan sorunlar Adalet Bakanlığı"nın çözüm üretme noktasında etkin ve yeterli çabaları göstermemesi, mevzuat değişikliğine gitmemesi, hatta Teftiş Kurulu Yönetmeliği ile yargıç ve savcılar üzerinde de telekulağı olanaklı kılması nedeniyle Adalet Bakanlığı, Telekulak Bakanlığı durumuna sokulmamalıdır. Adalet Bakanlığı yargının yüceliğine uygun bir şekilde yetki ve görevlerini kullanmaya devam etmelidir. ”

-“ADLİ TATİL TEKRAR 45 GÜN OLMALI”-

Yargıç ve savcıların toplu izin kullanmasını sağlayan adli araverme süresindeki kısıtlamanın, fiilen yargıç ve Cumhuriyet savcılarının kullanabildiği izin süresinin diğer kamu görevlilerinin bile altında kalmasına neden olduğunu dile getiren Eminağaoğlu, adli aravermeden yararlanacak yargıç ve savcıların, adli aravermenin hemen öncesinde belirlenmesinin, yargı mensuplarının tatil planı bile yapamamasına neden olduğunu bildirdi. Atama kararnameleri daha erken çıkartılması gerektiğini söyleyen Eminağaoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Adli aravermeden yararlanacak yargıç ve Cumhuriyet savcıları, araverme başlamadan makul bir süre önce belirlenmelidir. Dönüp baktığımızda adli aravermeden kısaltılan on günlük süre yargıdaki sorunları çözmüş, gecikmeleri önleyebilmiş midir? Yoksa yargıç ve savcıların, çalıştığı ortam ve koşullar görmezden gelindiğinden, bir erki kullandığı gözetilmediğinden, diğer ülkelerdeki sistemler de derinliğine analiz edilmediğinden, yargı organları popülizm uğruna bu düzenlemeye mi muhatap olmuştur? Bu soruların tek yanıtı vardır. Yanıt da, adli araverme süresinin tekrar kırk beş gün olarak düzenlenmesidir”

-“YARGIÇLAR YANLI YAYINLARLA HİZAYA GETİRİLMEK İSTENİYOR”-

Yargı üzerindeki baskıların artarak devam ettiğini, HSYK üzerinde yaratılan baskının tüm kamuoyunun bilgisinde olduğunu dile getiren Eminağaoğlu, “Ülkemizdeki en güvenceli Kurul HSYK"ya yapılanlar gözetildiğinde, yerel mahkemelerde çalışan yargıç ve Cumhuriyet savcılarının ne kadar güvencede olabildiklerini ifade etmeye gerek yoktur. Hangi yargıç, Cumhuriyet Savcısı, yargı organı ya da kurul hizaya getirilmek isteniliyorsa, tek yanlı yayınlarla, baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. Yargı yargıya bırakılmalı, yargı da rahat bırakılmalıdır. Yargının hukuk devletinin yaşaması için gerekli olduğunu hatırlatmaya gerek olmamalıdır” diye konuştu.

“Kuralsız izleme ve iletişim tesbitleri, Türkiye"nin günümüzdeki, teknoloji üzerinden karşı karşıya kaldığı ve herkesin muhatap olduğu en yaygın insan hakkı ihlalidir. Her şey hukuk içerisinde yürütülmelidir” diyen Eminağaoğlu, Ergenekon sanığı Engin Aydın"la yemek yerken gizlice çekilen fotoğraflarının yayımlanması konusunda şunları söyledi:

“Benim de bir gazetede 9 Temmuz 2009 tarihinde Ankara"nın ortasında, halka açık bir ortamda, geniş katılımlı ve tamamen hukukçuların yer aldığı açık bir yemekteki resmimin, uygun bir zaman dilimi beklenilerek basılması ve HSYK kararnamesi ile ilişkilendirilmeye çalışılması, hiçbir hukuk ve ahlak kuralları ile bağdaşmamaktadır. Söz konusu yayın nedeniyle tarafıma ulaşılması olanaklı iken, bana işin gerçeğinin ne olduğu bile sorulmadan, vur kaç niteliğindeki yayınlar, basın için etki altında kalmadan yayın yapabileceği bir ortamın tartışılmasını ivedilikle gerekli kılmaktadır. Çünkü yapılan yayınlar, hem kronolojik hem de içerik yönünden çelişkili ve gerçek dışıdır. Aynı açıdan ve karşı binadan teleobjektifle çekilen birden fazla resim, farklı gazetelerde basılıyor ve bu haberler yapılıyorsa, basın özgürlüğünün gereği olarak haber kaynağının açıklanmama hakkı var ise de, burada haberin kaynağının basın olmadığı açık seçik ortadadır. Basın, yayınlarıyla toplumu gerçekler hakkında bilgilendirmeli ve yönlendirmelidir. Oysa söz konusu resimlerle yönlendirilen basıl olmuştur. Basın özgürlüğüne, öncelikle basının kendisi sahiplenmelidir.”

-“YARSAV ÜYELİĞİ GİZLİ BİR FAALİYET GİBİ SUNULUYOR”-

YARSAV Başkanı Eminağaoğlu, HSYK tarafından çıkartılan kararnameye yönelik olarak bir çok ismin basında ortaya atılarak, YARSAV üyesi olduklarının vurgulandığını anımsattı. Eminağaoğlu bu konuda şunları dile getirdi:
“Kararname kapsamına elbette YARSAV üyeleri girebilir. YARSAV üyesi olmak ne bir ayrıcalık ne de bir ayrımcılık konusu olarak görülmemelidir. Aksi davranış, insan haklarına ve özgürlüklere çarpık bir bakışı yansıtmaktadır. YARSAV"ın yargı organlarında her sıfattan üyelerinin olması son derece doğal ve örgütlenme özgürlüğünün bir gereğidir. YARSAV üyeliğinin adeta gizli bir faaliyet gibi sunulması, hukuk devleti anlayışı yönünden son derece manidardır. Basın tarafından bilinmesine rağmen, yayınlara konu edilen belirli isimler için "YARSAV üyesi olduğu ortaya çıktı" biçimindeki haberler için çok şeyler söylenebilir ancak bu yayınlardaki abartı ve yayınların amaçlı oldukları açık ve herkesin kavrayabileceği bir durum olduğundan, üzerinde durmaya ve söz söylemeye gerek bile görmüyorum.

HSYK kararnamesi ile ortaya çıkan tablo ve alınan kararlar, objektif ve hukuksal yönden yorumlanmalıdır. HSYK toplumda yaratılmak istenen ayrışmaya rağmen, hukukun ve bağımsız yargının her türlü olumsuz koşul içerisinde bile güvencesi olduğunu göstermiştir. HSYK, yargı ve hukuk devleti için vazgeçilmez bir kurumdur. Yargının böyle bir kurula kavuşması, çok büyük sıkıntılar ve mağduriyetlerin sonrasında ancak 1961 yılında olabilmiştir. Bu nedenle anılan kurulun değerinin anlaşılabilmesi için, bu kurulun bulunmadığı dönemlerdeki iş ve işlemleri hatırlatmaya gerek olmamalıdır. Bir ülke ve toplumun hafızasını kaybetmesi düşünülemez.”