Sayfa 6

…. gömülüp unutulacak kadar uzak değildir. Hepsi de 1950'den önce Türkiye Büyük Millet Meclisi ve kabul edilmiş olan İstiklal Mahkemeleri Takrir-i Sükun, Tunceli Mecburi İskan, Varlık Vergisi, Milli Korunma Kanunu gibi kanunlar, Anayasa’yı tebdil, tagyir ve ilga etmiyor da, bu kanunlar diktayı tesis diye alınmıyor da Cumhuriyet Halk Partisi mallarının hazineye iadesi, Kırşehir kanunu, Emekli Sandığı Kanunu’nun 39 maddesinin değiştirilmesi Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri, Salahiyet Kanunu Anayasa’yı ilga ve diktaya gidişi temin eden kanunlar” diye alınıyor. İstiklal Mahkemeleri Takrir-i Sükun, Tunceli Mecburi İskan, Varlık Vergisi kanunlarını, taşıdıkları mânâ, ruh ve ihtiva ettikleri salahiyet bakımından Anayasa karşısında 1950'den sonra çıkarılan; adı geçen 5-6 kanunla mukayese etmeye imkân var mıdır? Milli iradeyi açıkça iptal eden, Anayasa’yı hiçe sayan ve Türk milletinin vicdanında hüküm giyen 1946 seçimlerini normal bir seçim diye kabul etmeye imkân var mıdır? Şehadet için Amerika'dan….

Sayfa 7

…. getirtilen ve tam 1 gün sabahtan akşama kadar hakkımızda konuşma imkânı bulan ve hakkımızda hükümler ile kararlar da ileri süren sayın Ord. Prof. Hüseyin Naili Kübalı dahi 1946 seçimlerinin meşru ve makbul olduğunu ileri sürememiş; mazur göstermeye ve mazeret sebepleri bulmağa çalışmıştır. Böyle bir seçimin ve bu seçimi yapanların Anayasa’yı ne hâle getirdiğinin takdirini yüksek heyetinize bırakıyorum. Kararnamede ve iddianamede, 1950’den önce çıkarılan kanunların ve 1946 seçiminin hüviyeti gözden uzak tutulduğuna göre anlaşılıyor ki14 Mayıs 1950’de bir hudut taşı konmakta, 1950’den önceki seçimler ne şekilde cereyan ederse etsin, ne gibi kanunlar çıkarılırsa çıkarılsın, bunlar birer suç sayılmamakta, üzerinde durulmamakta ama Anayasa karşısındaki durumları tetkike lüzum görülmemektir. Fakat 1950’den bu yana çıkarılan 6 kanun için memleket şartlarının o günkü icabı ve zarureti ne olursa olsun kanunları teklif edenlerin, kanunlara rey verenlerin maksatları ve niyetlerini…

Sayfa 8

….. anlamak yolunda meşhur bir adım olarak samimiyetle benimsemiştik. Muhalefette iken vaad olunanlar ve söylenmiş nutuklarla vazifeye geldikten sonra bunların tam aksine bir yol tutmuş olduğu iddiasına gelince hâdiselerin bu iddiaları teyid etmediğini biraz aşağıda arza çalışacağım. Kaldı ki muhtelif zamanlarda ve değişik şartlar karşısında parti idarecilerinin değişik şekilde konuşup tezatlı görüşler ileri sürmeleri konusunda da tecrübeli devlet ve siyaset adamlarımızın konuşmalarından ve davranışlarından pek çok misâller vermek kolaydır. Mesela iktidardaki Halk Partisi ile muhalefetteki Halk Partisi arasında da o kadar fark vardır.

Hele biraz daha geriye giderek “tek parti, tek millet, tek Şef” vecizesinin bütün hararet ve şümûlü ile birlikte olduğu zamanlardaki nutuk ve davranışları, muhalefetteki Halk Partisi'nin sözleri ve davranışlarıyla kıyaslayacak olursak aradaki farkın akla kara kadar birbirinden bambaşka şeyler olduğunu kabul ve teslim etmemeye imkân var mıdır? Süratli bir gelişme ve olgunlaşma yolunda olan ve demokratik bir istihalanın türlü safhalarından geçmekte bulunan bir memlekette, bunlar daima görülen şeylerdir. Oysaki iktidara geldikten sonra da muhalefette iken söylediklerimize bağlı kalmak hususundaki gayretlerimiz büyük olmuştur.

1954 ve 1957 seçimlerinin kazanılmış olması, umumi efkârın iddia olunduğu şekilde hareket etmemiş olduğumuza, kâni bulunduğumuzu göstermeye kâfidir sanıyorum. 1950 seçimlerine kadar olan 4 yıllık devreye ait iddia ve mütalaaları böyle kısaca cevaplandırdıktan sonra burada şu münazarayı da ilave edeyim:

Denilebilir ki bu 4…

Sayfa 9

…. yıllık devri 1946 seçimlerinin tesiri altında yaşanmıştır. Bu seçimlerin malum şekillerde yayılmış olması maalesef memleketimizde çok partili hayat için bir talihsizlik olmuştur. 1950'den sonra da hatta iktidarla muhalefet arasındaki münasebetlerin zaman zaman çok gergin bir hâl almasında da bunun tesiri büyüktür. Tâ 1946 seçimlerinden başlayarak her iki taraf şiddetli konuşmayı âdet edilmiş birbirlerini şiddet politikaları takip etmekle itham eder olmuş ve ne yazık ki bu gergin hava ve sert çatışmalar siyasi hayatımızda kökleşmiş ve adeta kötü bir gelenek hâline gelmiştir. Muhterem Yüce Divan, “Demokrat Parti iktidara gelince muhalefette iken yaptığı vaatlere sadık kalmadı ve dikta rejimi kurmaya koyuldu” yolundaki iddialara gelince… Bu iddialar, halkevlerinin kapanması, Halk Partisi mallarının hazineye devri, Emekli Sandığı kanununun 39. maddesi ile Basın ve Seçim kanunlarında değişiklikler yapılması, Toplantı ve Gösteri Görüşleri kanunun kabulü ve nihayet Meclis Tahkikat Encümeni’nin kurulması ve Salahiyet kanununun çıkarılmış olması ile ispat edilmek isteniyor ve bu arada meclis tüzüğündeki tadiller de bunlara ilave olunuyor. Hatta öyle anlatılmak ve denilmek isteniyor ki “Demokrat Parti kurulur kurulmaz bir dikta rejimi kurmak teşebbüs ve maksadı da tatbike başlanmıştır.” Partinin kurulduğu ilk zamandan itibaren 1960 yılına kadar 14 seçim, bütün olayları bir mantık bağı ile birbirine bağlanarak dikta teşebbüsü veya diktanın kurulmuş olduğu iddiası ileri sürülüyor. Buna inanmanın veya inandırmanın imkânsızlığı aşikâr. Ne kadar keskin bir zekâ…

Sayfa 10

…. ne zengin bir muhayyile ile işlenirse işlensin ve ne kadar sıkı bir mantık örgüsüyle örülmeye çalışılırsa çalışılsın bu kadar uzun zaman mesafeleri ile birbirinden ayrılmış bulunan ve tekerrür etmelerine âmil olan şartlar, bu kadar değişik olan kanun, hadise ve meseleleri bir araya getirip bunlardan bir bütün vücuda getirebilmenin zorluğu açıkça görülüyor. Tasavvur buyursunlar ki aradan birçok seçimler geçmiş meseleleri, parti gasbı olarak teşkil eden kimseler hemen hemen kâmilen değişmiş ve nihayet 14 sene içinde şartlar kaç defa tamamiyle değişmiş ve yalnız değişmeyen dikta kurmak niyeti ve maksadıyla nihayet bu da tahakkuk safhasına girmiş ya da girmiş gibi gösteriliyor.

14 yılı içine alan bütün bu uzun izahlar serisini sıralama külfetine katlanmak, insana o hissi veriyor ki diktatör, bugün mevcudiyetini doğrudan doğruya söyleyebilmenin imkânsızlığından ileri geliyor. Çünkü bir diktatörlük idaresinin ne olduğu kimsenin meçhulü değildir. Binaenaleyh hakikat dikta rejimi kurulmuş olsaydı bunun mevcudiyetini ispat külfeti kendiliğinden ortadan kalkardı. Yüce Divan gerek müşterek müdafaada gerekse avukatlarımızla müdafaalarımızda aleyhimizdeki iddiaların hukuki mahiyet ve mesnetleri üzerinde uzun izahlarla bulunmuş olduğum için bunlar, üzerinde hiç durmadan sadece bir iki noktaya işaret etmek ve Demokrat iktidarını vazifeye geldikten sonra hemen yol değiştirip bir dikta rejimi kurmak maksadına yöneldiği iddiasına temas etmek istiyorum.

Muhterem İddia Makamı; her kesimden imâl birtakım kanunlar çıkarmak suretiyle veya sair…

Devam edecek…